Hızlı yaşamaya zorlanan ve genç ölenler var. Son yıllarda istatistiklere yansıyan iş kazalarında ölenlerin sayısı dehşet verici. Bunlar bilinenler, bir de bilinmeyenler var. Marx ne diyordu? “Zaman her şey, insan hiçbir şeydir; insan olsa olsa zamanın enkazıdır.” Hızlanan zaman ardında enkazlar bırakıyor, yıkıntılar ve cesetler. Zaman, kapitalizmin zamanı. Giderek hızlanan bir koşu bandında koşmaya zorlanıyoruz, yeni rekorlar kırmaya, kırdıklarımızı da aşmaya. Ama nereye kadar? “Hayat hızlanıyor, ayak uydurmak zorundasınız” diyorlar. Hayat hızlanmıyor, hızlanan makinedir. Makinenin hızına yetişmeye çabalıyoruz. Kapitalist makine öldürüyor.
Makinelerin zamanı
“Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun.” Bir zamanlar gençler arasında çok popüler olan ve hız tutkusunu dile getiren bu mottoyu genç yaşta trafik kazasında ölen James Dean’e atfediyoruz ama asıl dile getiren, 1949 tarihli “Knock On Any Door” (Cinayet Mahkemesi) filmindeki aktör John Derek’ti. Filmde, Şikago’nun varoşlarında yaşayan genç ve yoksul bir İtalyanı, Nick Romano’yu oynamıştı; bir polisi öldürmekle suçlanan bu gencin savunmasını üstlenen avukat Andrew Morton’u ise Humphrey Bogart. Nick’in filmde kız arkadaşına söylediği bu replik, Amerikalı siyah yazar Willard Motley’nin 1947’de yayınladığı ve filmin uyarlandığı aynı adlı romanında bir çok kez geçiyordu.
Oysa “Hızlı yaşa, genç öl” mottosu’nun gündelik yaşamda dolaşıma girmesi çok daha erken bir tarihe, 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlıyor. Zaman kapitalizmin zamanıdır, makinelerin zamanı. Giderek hızlanan makinelere ilk başta direnenler olduysa da sonunda yenik düştük. Ve zamanı sadece makinelerin zamanı olarak algılıyoruz. Kapitalizmi hayat sanıyoruz. Hayatın hızlandığı filan yok. Hayat, çok farklı hız ve ritimlere sahip varlıkların kendi ritimlerine göre icra ettikleri devasa bir perküsyon gösterisini andırıyor. Siz hiç bir çitanın bir kablumbağayı koşmaya zorladığını gördünüz mü? Hayat, hız ve yavaşlıklardan oluşan çok ritimli bir akış. Ama çok yakın bir tarihte Homo sapiens diye bir tür çıkıyor, çitlerle çevirdiği ve uygarlık dediği alanda saat zamanını icat ederek saatin giderek hızlanan tik taklarını dayatıyor hayata ve yıkım başlıyor. Tuhaf değil mi? Doğal ritimlerinden koparılanlar, birden bire kendilerini saatin yapay ritmine ayak uydurmak zorunda buldular. Zaman her şeyi öldürüyor. Ve kapitalizm vakti nakite dönüştürünce, küresel olarak ölüyoruz.
Artık kopamıyoruz
Saat, makinelerin makinesi. Ve sanayi devrimiyle birlikte fabrikalarda mekanik makinelerin hızına ayak uydurmaya çalışırken bugün bilgisayarların hızına yetişmek zorundayız. Mekanik makinelerin hiç durmaması için vardiya sistemini icat etmişlerdi. Ve insanlar makineden koptuklarında bedenlerinin doğal ritimlerine geri dönebiliyorlardı. Ama bugün makineden kopamıyoruz. Koptuğumuzda hayatla bağlarımız kesilmiş gibi hissediyoruz, ‘online’ olamadığımızda hastalanıyoruz. Diyaliz makinesine bağlı, dolaşım bozukluğundan muzdarip hastalar gibiyiz. Makineden koptuğumuzda dolaşamıyoruz. İnsan, alet icat eden hayvandır. Aletler, bedenin gücünü çoğaltan protezler. Ama artık bizler protezleriz, makinenin protezleri. Biz bağlandıkça makine gücüne güç katıyor. Biz ise bağlandıkça ölüyoruz.
“Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun” mottosu, Ellilerde Amerikan varoşlarında hayatta kalmak için yasaları ihlal eden yoksul Nick Romano’ların çaresizliğini yansıtıyor. Filmdeki avukatın deyişiyle, “Bu çocuğu üreten mahalleleri ortadan kaldırmazsak, onlarcası onun yerini almak için türeyecek, yüzlercesi, binlercesi. Varoşları yıkıp yeniden inşa etmezsek, hangi kapıyı çalarsanız çalın, karşınıza Nick Romano çıkacak”. Şimdi kentin kıvrımlarını yıkma işini üç kuruşa yoksul gençlere yaptırıyorlar. Hangi inşaatın kapısını çalarsanız çalın, karşınıza Nick Romano çıkacak. Yine hızlı yaşıyor ve genç ölüyorlar. Zamanı öldürmeliyiz, yoksa o bizi öldürmeye devam edecek.
Kaynak: Birgün