Star gazetesinden Selim Efe Erdem’in haberi…
Babalar Günü için, Prof. Dr. Mim Kemal Öke ile bir araya geldik. Ama bu defa Öke ile özdeşleşen kızı Nazlı ile değil, üç kuşak Öke baba-oğul ile sohbet ettik: Mim Kemal Öke, oğlu Alihan ve torunu Kemal’e, ‘Baba’ ve ‘oğul olmayı’ sorduk. Beş yaşındaki torun Kemal, dedesi Prof. Dr. Mim Kemal Öke ve büyük dedesi ve Atatürk’ün doktoru Dr. Mim Kemal’in ardından Öke ailesinin üçüncü ‘Mimli’ Kemal’i.
Baba olmak nasıl bir duygu?
Annelerden farklı babalar. Anne olarak doğuyor kadınlar. Ama, baba olunabiliyor. Biyolojik olarak değil, manevi açıdan babalıktan bahsediyorum. İşte, o mertebeye ulaşmak hatta daha açıkçası ‘yükselmek’ kolay değil. Zamanla pişiyor erkekler. Demlenerek baba oluyorsunuz. Aslında evladınız sizi baba yapıyor. Babalığı öğretiyor. Bu da babaların hamileliğidir, diyelim. Ebeleri de unutmadan ekleyelim, eşleridir. Kadın, hem çocuğunu büyütür hem de eşini baba olarak yetiştirir. Bizde de aynen böyle olmuştur.
Manevi açıdan babalıktan bahsediyorsunuz. Siz, baba olduğunuzu ne zaman anladınız, biyolojik olarak baba olduğunuzda değil sanırım.
Baba olduğumu anladığım an; Alihan’ın kalp sorunu olduğunu üç yaşında birlikte oyun oynarken, eşim Neval’in söylemesiyle öğrendiğim andır. İşte, o an kırılma noktasıydı. O güne değin akademik çalışmalarım, kariyer beklentilerim, ideallerim bir kenara itildi ve Alihan hayatımın merkezine oturdu. O ameliyata girerken “Ya Rabbim” demiştim, “Şimdi anlıyorum verdiğin bu nimetini, evladımı bana bağışla” diye yalvarmıştım. Tabii tam bir teslimiyet ve acziyet içinde! Ben, kısacası, doğumhanenin değil ameliyat masasında bulunduğu sırada baba oldum.
VAY ANASINI SEYİRCİLER
Oğlunuz sizi en çok ne zaman güldürmüştü?
Biz hayatta güzel insanlarla tanışma şerefine eriştik, çok şükür. Söz konusu soylu aileler içinde Hz. Mevlana’nın 21. kuşaktan torunu merhum Celaleddin Bakır Çelebi de vardı. Bizi evlerine yemeğe çağırmışlardı. Çelebim çok güzel konuşur, biz de o hikmetlerin lezzetine varırdık dinledikçe. Öyle sohbeti edeple dinlemek lazım. Alihan da halıya uzanmış, Çelebimi küçük yaşına rağmen dikkatle dinliyordu. Çelebim Mesnevi’den hikayeyi bitirirken, Alihan öyle coştu ki yüksek sesle ama ciddiyetle “Vay canına sayın seyirciler” diye bağırmıştı. Gülüştük hep beraber.
EVLADI İTE KAKA SEVEBİLİRSİN
Dede olmak nasıl bir duygu?
Henüz tam manasıyla dedeliğe terfi edemedik herhalde. Yani yeterince samimi olamadık diye düşünüyorum. Babaanne ile araları daha iyi. Kendi evladınızı ite-kaka öper, seversiniz. Mesela Alihan’la canhıraş kılıç oynardık. Torun olunca “Aman anne-babadan izin almak lazım” diye çekiniyorum. Onlar odadan çıkınca torunu mıncıklıyabiliyorum. Nesil farklılıklarının daha fazla aralarının açıldığı postmodern çağımızda ne yapayım da onunla- Demirhan Kemal ile- ortak bir nokta yakalayayım diye düşünüyor ve zorlanıyorum açıkçası. Bunun için bir i-pad canavarı olmam lazım galiba. O büyüyecek, bana yaklaşacak; ben de yaşlandıkça gençleşeceğim, birbirimizi bir demde yakalayacağız. İleride inşallah.
Baba olmak ve dede olmak arasında nasıl bir fark var?
Tasavvuftaki ‘Dede’ ve ‘Baba’ terimleri arasındaki fark gibi bir şey olmalı bu sorduğunuz! Şaka bir yana dede, daha olgun bir babadır sanıyorum. Biraz ezber bozayım mı? Oğlunuz, ilk göz ağrınız. Onu en iyi şekilde yetiştirmek istersiniz. Ama torun deyince sorumluluğu başkalarında, eğlenceli kısmı sizde diye düşünülür. Ben buna katılmıyorum. İşte bende de hanımda da torunun geleceği düşüncesi daha baskın. Belki maddi/manevi açıdan daha donanımlısınız o aşamada, o nedenle torunum için ‘Her şey’ diyorsunuz. Akan sular duruyor.
ŞEFKATLİ DEĞİL HOŞGÖRÜLÜ
Dedeler, babalara göre neden daha fazla şefkatlidir?
Şefkatli değil değerli Efe Bey kardeşim ‘Hoş görülü’ oluyorsunuz. Daha anlayışlı, biraz daha diplomatik belki de… Şefkat, evlatlarınıza da aynı ölçüde yansımıştır eğer yüreğinizde sevgi varsa. O şefkati kullanma/gösterme hatta terbiyevi bağlamda esirgeme hususunda daha mahir oluyorsunuz, büyük ebeveynler olarak. Şunu da kaydedeyim. Torunun yetişmesinde ilk planda anne ve babadır etkin. Öyle de olmalı. Dedeye konuşmak düşmez. Baskı yapılmaz. Siz tecrübelerinizi aktarırsınız. Onlar icra vekilleri siz ise danışmansınız bu siyasal alanda.
DİYANETİN KİTABINI, IPAD GİBİ AÇMAYA ÇALIŞIYOR
Aranızda oldukça kuşak farkı var. Torununuz ile nasıl oyun oynuyor, iletişim kurabiliyorsunuz?
Torun hazretleri maşallah çok hareketli. Hızına yetişemiyorum. Bir tek o i-pad’e gömülünce duruluyor. Birlikte kitap okuyalım diyorum, kitabı neredeyse i-pad gibi açıyor. Şarkı söyleyelim, kaçıyor. Ama bir gün, daha yeni yürümeye başladığında evdeki tumbalarla ilgilendiğini fark ettik. Nazlı, Demirhan Kemal ve ben orkestrayı kurduk. Şimdi bateri dersleri alıyor. Gayet de iyi çalıyormuş kerata. Ayrıca İngilizceye de gayet yatkın. İ-pad’le ve babasıyla İngilizce konuşuyor. İleride yurtdışında okumasını çok isterim tıpkı dedesi gibi…
GURURLA ‘O BENİM BABAM’ DİYORUM
Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin oğlu olmak nasıl bir duygu?
Öncelikle gurur verici olduğunu itiraf etmeliyim. Soyadımın Öke olduğunu duyan herkesin bana ilk sorusu “Mim Kemal Öke’yi tanıyor musun?” oluyor. Ben de gururla “Evet oğluyum” diyorum.
Prof. Öke’nin oğlu olmanız nedeniyle yaşadığınız olumlu veya olumsuz anları bizimle paylaşır mısınız?
Olumsuz herhangi bir durum yaşamadım açıkçası ama herkes beni babam gibi sanıyor. Arkasından hemen tarih, siyaset ve felsefe konularını açıyor. Hatta bazılarının “Sen kaç kitap yazdın?” sorusunu sormuşluğu vardır. Babam her iyi ve her kötü anımda nokta atışı yaparak sorularıma cevap verebilen, beni manevi olarak rahatlatan ya da sevincime en az benim kadar sevinebilen biridir. Özellikle sıkıntılı zamanlarımda felsefi ve manevi açıklamaları size bambaşka penceler açar.
BÖYLE BİR BABAM OLDUĞU İÇİN HEP ŞÜKREDERİM
Her çocuğun babasından çokça duyduğu bir söz vardır. Örneğin “Ya hemen eve gel ya da bir daha eve gelme” gibi. Babanızın size söylediği buna benzer bir söz var mıdır?
Açıkçası aksine özellikle annem ve babam beni bu konuda cesaretlendirmiştir. Annem daha çok sosyal hayatımda babam ise eğitim hayatımda ciddi yönlendirmede bulundu. ‘Bu sayede birey oldum ve doğru kararlar aldım’ diyebilirim. Ben kendimi aile konusunda çok şanslı biri olarak hissediyorum ve bu konuda böyle bir anne ve babaya sahip olduğum için hep şükrederim.
YAPMA BABA BÖYLE DE OLMAZ Kİ
Prof. Dr. Öke’nin örnek aldığınız ve karşı çıktığınız yönleri var mıdır?
Babam çok iyi niyetli, derviş misali bir adamdır. Bazen bir olay anlatırım heyecanlı heyecanlı, babam gayet rahat ve iyi niyetli düşünür, “Yapma baba, böyle de olmaz ki” demişimdir. Dedim ya şanslıyım diye, açmaza çıkmaza girdiğimde “Acaba babam olsa ne yapardı?” sorusunu sorarım kendime. Aslında babam gibi sakin, soğukkanlı düşünen biriyim. Aynı onun gibi otokontrol mekanizmam sağlamlardır.
Babanızın en çok hangi yönü sizi güldürür?
Babamın sohbet esnasında aklına gelen, bize anlattığı fıkraları meşhurdur. Aklınıza geldikçe gülersiniz. Bu süreç 2-3 gün de sürebilir. Annemle tatlı sert çekişmeleri keyiflidir. E bir de torunuyla oynarkenki halleri.
AİLECEK GİTTİĞİMİZ HER YERDE BİR OLAY PATLARDI
Mustafa Kemal’in doktoru Mim Kemal Öke’nin torunu ve Yılmaz Ali’nin oğlu olmak nasıl bir duygu? Bu sizin hayatınızı nasıl etkiledi? Olumlu ve olumsuz, bu isimlerin çocuğu ve torunu olmak size neler yaşattı?
Mim Kemal Bey rahmetli, Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in deha hekimi olarak ailenin medar-ı iftiharıdır. Atatürk’ün doktorunun torunuyum ben. Ne var ki aşırı ulusalcı kesimler beni İslami hassasiyetlerim nedeniyle İslamcılar da modern hatta “O dedenin torunu” olmakla eleştirmişlerdir (bir zamanlar). Aldırmadım değil. Ama zamanla herşey yerli yerine oturuyor. Herkesin kendi yolu, mizacı olduğu anlaşılıyor. O nedenle özgür ve özgün kişilik ve kimliğim vurgulanmasından yanayım ben. Her nesil kendi tercihini yapmalı. İçindeki özü çıkarmalı. Onu yaşamalı. Babama gelince. Hoş sohbet ve neşelidir. Hayatı matrağa alıp yaşamış. Hayli farklıyız. Kavgacıydı. Ailece gittiğimiz her yerde bir şey patlak verirdi, muhakkak. Biraz büyümüştüm, üniversite yılları. Baktım böyle gitmeyecek bu iş. Bir gün babam taksi şoförüyle tam kapışacak, önce ben atıldım. Kavgayı başlattım. Ayıran babam oldu: Ne yapıyorsun oğlum, ayıptır… “Ee, baba, sen hep böylesin. Senden öğrendim” dedim. Ondan sonra babam kavgaya girişmeden iki kere düşünmeye başladı.
BİR BABANIN ‘MİM NOKTASI’
“Oğullar, babalarını kaybettikten sonra büyür” derler. Siz bu söze katılıyor musunuz? Henüz baba olmamışken “Barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer” sözü bana çok ürkütücü gelirdi. Ancak baba olduktan sonra, her halukarda çocuğumun ‘Babasını gömmesi için dua eder” oldum. Siz bu iki söz için ne düşünürsünüz?
Verdiğiniz örnekler tam ‘Mim noktama’ vurdu. Doğrusu ürperdim. Allah insana evlat acısı tattırmasın, bu bir. İkincisi; şu bizim ülkede aynen baba-oğul meselesinde vurguladığınız gibi, insanların kıymeti öldükten sonra anlaşılıyor. Bence bu, o toplumun ayıbı. Yaşarken insana demediğimizi bırakmıyoruz, sonra ölünce kuyruklar oluşuyor mezarının önünde, nutuklar çekiliyor “Affet bizi baba!” diye! İftihar edilecek baba olmak lazım. O baba daha yaşarken onunla iftihar edebilmek lazım.
ALİHAN’IN 16 YAŞ SENDROMU KORKUNÇTU
Oğlunuzun ‘Korkunç iki yaş’ veya 16 yaş sendromu oldu mu? O sırada, baba-oğul ilişkilerinde neler yaşadınız?
Sorunları nasıl aştınız?
Aman hatırlatmayın. Her iki çocuğumda da yaşadık. Hani bize eskiler öyle derdi: “Bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu!” Ne var ki post modern dönemler farklı. Çocuklar çabuk yaşlanıyor. Hayatı süratle yaşamak, daha doğrusu tüketmek istiyorlar. ‘Buluğ çağı’ aslında ciddi bir global sorun. Doğrusu Alihan’ı o dönemde anlamakta zorluk çektim. Eğer annesinin muhteşem pilotajı olmasaydı, oğlumla kökünden kopabilirdik.