Halkın aklı

Toplum
İşte o yazı… “Halit Refiğ ‘Yeşilçam’ için ‘Halk Sineması’ tabirini kullanmıştı. Doğrudur, Yeşilçam’a giren sermaye maceraperest ve cüzidir. Bazı zaruri giderl...
EMOJİLE

İşte o yazı…

“Halit Refiğ ‘Yeşilçam’ için ‘Halk Sineması’ tabirini kullanmıştı. Doğrudur, Yeşilçam’a giren sermaye maceraperest ve cüzidir. Bazı zaruri giderler dışında çekilecek filim işletmecilerden gelip çalışanlara dağıtılan senetlerle oluşuyordu. Herkes halkın cebinden çıkacak paraya göz dikmişti. Halk uzun yıllar sinemayı benimsedi ve Yeşilçam’ı finanse etti. Ama bir de madalyonun öteki yüzü var.

Rahmetli senarist Bülent Oran (Yeşilçam’a binden fazla senaryo yazan adam) bana şöyle demişti: ‘Mustafacığım yazdığım filimleri, kenar köşe sinemalara giderek halkla beraber seyrediyorum. Hangi sözlere, sahnelere gülüyor, hangilerine ağlıyor, neleri seviyor, neye isyan ediyor, bunları not alıyorum. Metni ona göre yazarım.’

İşte halkın Yeşilçam’ı yönlendirdiğinin itirafı.

Osmanlı batıcıları ile Cumhuriyet batıcıları halk kültürü ile Batı kültürünü sentezleyip bir ‘ulusal kültür’ yapmak istediler. Seçkin zümre halktan uzak yükseklerdeki tahtında oturduğu için bu meseleyi hal yolunda ‘Halka inmeli’ ve onu tanımalıydı.

Ama bu o kadar kolay değildi. Kutsal konfordan vazgeçip yollara düşmek gerekecekti. Devrin seçkinlerinden pek azı bunu yapabildi. Bir netice alınamadı. Tepeden inme teklifler ceberrut uygulamalar ile tatbik edildi ama halk bunu dış görünüşte kabullenmiş olsa bile zihnen asla benimsemedi. Halka söz hakkı verildiği an, ilk âdil seçimde CHP’yi hezimete uğrattı. Siz siz olun halkın aklını hafife almayın.

Susuz tarlalarda bire beş ürünle anca karnını doyuran köylü, mecburen gurbete çıkıyor ve kazandığı parayla köyüne dönüyordu. Şehirler epeyce gelişti, gurbetteki köylünün gözü açıldı. Onlar kendi evlerini kendileri inşa etti. (Gecekondu) Kimi kapıcılık, kimi seyyar satıcılıkla şehirde tutunmaya çalıştılar. Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim diyerek her çileye katlandılar. Almanya gurbeti köylüyü parayla tanıştırdı. Aç kalıp tasarruf ettiler, bu parayla şehirlerde yatırım yaptılar, gönderdikleri dövizler bir süre Türkiye’nin dış ticaret açığını da kapattı.

Halk kendi mahallesini, kendi kültürünü (Arabesk, etek altında picama), kendi müziğini oluşturdu.

Önceleri romantik bir iştiha ile duvarlarına kilim, sehpaya testi, aynanın yanına üzerlik asan seçkinler; sel gibi gelen bu göçten ürktü. ‘Geldiler herşeyi berbat ettiler’ diyorlardı. Özal dahi köylüleri subvansiyon isteyen asalaklara benzetiyordu.

Geçen zaman şehre gelen köylüyü de değiştirdi. O şimdi hem modern hem dindardı.

Benim dayım beş vakit namazında bir hacı idi ama aynı zamanda DİSK temsilcisiydi. Türkiye böyle garip durumlardan geçti. Halkın sığındığı saçakaltı İslamiyetti. (Folk-İslâm diye hafife alınıyor) Gecekondu mahallesi kurulmadan camisini yapıyorlardı.

Su akacağı kanalı bulur. Zamanla bu köylü millet şehirleşti, (Çarpık şehirleşme oturmamış bir karakter oluşturdu) az-biraz zenginleşti.

Şimdilerde ‘İslamî burjuvazi’ diyorlar, gülüyorum. Yahu bu ülkenin iki zengini vardı, biraraya geldiklerinde şöyle konuşurlardı:

– Ağa nörüyon, vaziyet nasıl?

– Görüyon işte malı sıhmah lazım.

Bugün bunların aristokrasiye heveslenen kesimi ailece biraraya gelip, koyu renk elbiseler giyip, önlerine bir cins köpek yatırarak, ciddi ciddi fotoğraf çektiriyor.

Biliniz ki bu ülkede sınıf ayrımı yoktur. Zenginlik-fakirlik her zaman olmuştur. Asalet takva iledir. Adam ayakkabı tamircisi ama ahlak sahibidir. Dindar, cömert, merhametli ve şefkatlidir. Kız alacaksan böyle birinin kızını al.

İnsanımız devletine toz kondurmaz. Kötüsü geldiğinde sırtını dayayacağı bir kaledir o. Ama hangi devlet, hangi hükumet. Elbette ki âdil devlet âdil hükumet.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!