Ramazan merhametin can bulduğu , paylaşmanın, hoşgörünün, sabrın ve yoksunluğu idrakin en çok farkedilebildiği dönem belki de. Bizler, barış ve refah içerisinde yaşayan Müslümanlar olarak, bu kutsal zamanlarda orucumuzu güvenlik endişesi duymadan, yokluk ve sefalet çekmeden geçiriyoruz. Ancak dünya Müslümanlarının çoğu ne yazık ki, insanlık için olağan olan, olması gerekenden çok uzak, savaş ve şiddet içinde geçiriyor Ramazan’ı.
Coğrafyalar değişiyor, isimler değişiyor, ancak zulmün kendisi değişmiyor. Ve bu yüzden, Ramazan ayında, açlığımızdan susuzluğumuzdan, yorgunluğumuzdan; özetle kendimizden vazgeçip, ümmetin kanayan azalarını daha çok dile getirmek gerekiyor.
İnancından dolayı soydaşlarınca katliama uğrayan Bosna da bu topraklardan biri. Bir Bayram sabahı sığınağından evine heyecanla bayramlıklarını giymeye giden, ancak vardığında evini ve bayramlığını bombaların parçaladığı minik kızın öyküsünü, savaş günlerinin Ramazan’ını konuştuk Boşnak gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı ile…
Sizi pek çoğumuz aslında tanıyoruz. Ancak bilmeyenlerimiz için bize biraz kendinizden söz edebilir misiniz?
Saraybosna’da dogdum büyüdüm, savaşın sonlarına doğru 95 yilinda Türkiye’ye mülteci olarak annemle geldim. Sadece 1.5 yıl kalıp, Bosna’ya döndüm ve üniversiteye kadar Bosna’da eğitim gördüm. Üniversite yıllarımı İstanbul’da geçirdim, İstanbul Üniversitesi İletişim fakültesi Gazetecilik bölümünden mezunum. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal bilimler enstitüsünde ise Pazarlama iletişimi ve halkla ilişkiler üzerine yüksek lisans yaptım. Daha üniversiteyi bitirmeden Bosna’nın Oslobodjenje gazetesinde Türkiye muhabiri olarak çalışmaya başladım ve 6 yıl orada çalıştım. O dönemde çeşitli Türk basınında Bosna hakkında yazılar yazdım, ki hâla devam ediyorum. Yüksek lisansı bitirdikten sonra Bosna’ya döndüm ve şu an haftalık dergi STAV’da genel yayın yönetmeni yardımcısıyım. Ayrıca, Bosna’ya döndüğümde bizim Saraybosna çarşısında Kayserili eşim Ömer ile tanıştım ve bugün evli, 2 yaşında bir oğlan çocuğu annesiyim.
Bosna savaşının en hararetli döneminde henüz küçücük bir çocuktunuz. Çocuk kalbiyle olanı biteni ilk başta nasıl yorumladınız?
İlk başta hepsi bana anlamsız geliyordu ve neler olup bitiyor anlamıyordum. Neler olduğunu bilmesem de annem ve babamın tepkileri beni tedirgin ediyordu. Onların konuşmalarını gizlice dinliyordum, anlamaya çalışıyordum. Yakınımıza düşen ilk bombayla sanırım bir çok şey değişti. O korkuyu tam anlamıyla hissettim ve televizyonda izlediğim savaş filmlerinin aslında içinde olduğumu anladım. Anlamak için çok fazla vakte gerek yoktu. Çocuk ruhumla bir anda olgun insan oluverdim. Buna mecbur bırakıldım. Ben ve diğer tüm çocukların çocuk olmaya fırsatı olmadı, savaşla birlikte normal hayatı unutmak zorunda kaldık. Zaman geçtikce de alışmaya başladım. Belki garip geliyor ama inanın aylar geçince, bir yılk, iki yıl, insan alışıyor artık. Bombalar artık gündelik duyduğumuz yasadığımız normal bir şey gibi geliyor. Babamın belki eve dönemeyeceğini bile bile onu kapıdan uğurlamak, böcekli böcekli gelen yardım yemeklerine şaşırmamak, dışarıda oyun oynamayı unutmak, mermi kovanlarını toplamayı oyun haline getirmek, ve bunun gibi bir sürü şey normal gelmeye başlıyor. Zaman geçtikce eski, güzel hayatımızı da unutmuştum. Sanki hep öyle, savaşta yaşayacakmışız gibi bakmaya başlamıştım. İlkokula başladım, bombalar altında zik zak koşarak okula gittim. Mum ışığında derslerimi saklandığımız bodrumlarda yaptım. Çizdiğimiz resimler artık ev ve güneş değil, asker tank bomba vs olmuştu.
Aileniz yaşanan kaosu size nasıl anlatıyordu?
Ailem savaş boyunca bana en çok Allah inancını ve duayı anlatmaya çalıştı. Çünkü sığınabildiğimiz tek şey Allah’tı. Evladını en çok seven annenin bile onu koruyamadığı bir durumda, insana tek olarak yardım eden şey Allah inancı ve duaydı. İlk dönemde bana herşeyin çabuk geçeceğine inandırmaya çalıştılar. Fakat aylar gectikce artık onlar da benim her şeyin farkında olduğumu gördüler. O yüzden “tekrar güzel bir hayatımız olacak”demekten çok; “Allah büyük, dua etmeyi bırakma, O bizi korur” dediler. Ve onun sayesinde o kadar tehlikenin içinde kendimi yine de bir nevi güvende hissediyordum. Diğer tarafta çocuk olduğumu da unutmuyorlardı ve belli şeylerle beni sevindirmeye, eğlendirmeye çalışıyorlardı. Annem, olmayandan olanı yapıyordu yemek konusunda. Batı bize yardım paketleri gönderiyordu. İçinde son kullanma tarihi üzerinden yıllar geçmiş konserveler, bisküviler, içinden böceklerin çıktığı makarna, pirinç, yumurta tozu, süt tozu vs geliyordu. Annem buna rağmen bir doğum günümde pasta yapmayı da becermişti. Bugün, öyle bir şeye büyük ihtimalle pasta bile denmez ama biz afiyetle yemiştik. Tatlı niyetine ekmeğin üstüne biraz su ve şeker sürerdi, onu yerdim mesela… Abilerim, (biri savaşta şehit oldu) onlar da çocukluğumu yaşatmaya çalıştılar. Bodrumda oyun oynayarak, benimle şakalaşarak, gülerek, güldürerek, çünkü normal durumda ne gülüyorduk, ne de güldürüyorduk. Abilerimi (o zaman biri 18 diğeri 16 yaşında), tüfeklerle gördüğümde kendimi güvende hissediyordum.
Bir yazınızda ‘Bugün hiç bir şey değişmedi. Sadece mekanlar değişti. Yine başka bir yerlerde savaş çocukları büyüyor.’ diyorsunuz. O savaş görüntüleri ve bugün ki savaşın çocukları geçmişten size neler söylüyorlar?
Hiç bir şeyin değişmediğini göstermektedir, batı dünyası hâla üç maymunu oynamaktadır. Bosna savaşından sonra batı dünyasi “Ders aldık” dedi, “Bir daha soykırımın olmasına izin vermeyeceğiz” dedi. Ne oldu? Gazze’yi izliyoruz, Suriye’yi izliyoruz, Arakan’ı ve diğer mazlumları. Yine sadece toplantılar yapılıyor, kınamalar yapılıyor, bırakın savaşı durdurmayı; o ülkelerin mültecilerine de sahip çıkılmıyor. Türkiye’nin tek başına neler yaptığını görüyoruz, hem Türkiye’deki mülteciler için, hem de el uzattığı yardıma muhtaç milletler için. Ve bunu gelişmiş tüm ülkeler yapsalar, dünyada fakir kalmazdı. Ama onlar sadece konuşuyorlar. Bosna savaşıda da 3 sene boyunca konuştular, kınadılar, ‘yapmayın etmeyin’ dediler… Ama biz hala Bosna’da ölmeye devam ettik. Bugün tüm mazlum çocuklarının, özellikle de Suriye ve Gazze’de bombalardan kaçan çocukların ruhunu duyuyorum. Çünkü, bomba düştüğü zaman, çocuk ruhlarıyla tam olarak neler hissettiklerini biliyorum. Görüntüleri her gördüğümde onlarla birlikte tekrar içimde o hisleri yaşıyorum. Tekrar bir köşeye saklanmış gibi titriyorum. Bir nevi, onları izlerken ben tekrar kendi savaşımı yaşıyorum. Ve bu sefer izleyen taraf benim, maalesef elim kolu bağlı, onlar için hiç bir şey yapamıyorum. Ve bu beni bitiriyor. Ama dualarımı eksik etmiyorum.
Savaş sırasındaki ramazan ve bayramları nasıl geçiriyordunuz?
Ramazan’ın getirdiği o özel manevi duyguyu yaşıyorduk aynı şekilde. Yaşam şekli olarak diyecek olursanız, pek bir fark yoktu, çünkü malum nerdeyse hep oruç tutuyorduk. Yani açlık açısıdan Ramazan’ın zorluğu yoktu. Bir yıl ramazanın üçüncü gününde bayıldığımı hatırlıyorum ve annem orucu bozmam için ısrar etmişti. O zaman da bozmamıştım ve bugün ‘yaz aylarında oruç zor’ dediğimiz için de kendi kendime gülüyorum. Ne olursa olsun biz Ramazan’ı yaşıyorduk. Bu kutsal ayın huzurunu öldürmelerine izin vermiyorduk. Hani şu gunlerde sosyal medyada Gazze’de yıkılmış evde iftar yapan bir ailenin fotoğrafı yayınlanıyor ya… İşte odur anlatmaya çalıştığım. Siz hayata devam ediyorsunuz, tüm zorluklara rağmen. Bombalar düşerken bile iftar vaktini bekliyorsunuz, o ramazanlarda bir çok camiide hatimle teravih kılınıyordu ve camiiler dopdoluydu, mukabeleler okunuyordu… Biz inancimızla inat ettik düşmana. Oydu en büyük silahımız. Savaştaki çocukluğumu anlattığım “Kurşunların da Rengi Var” kitabımda hem Ramazanı, hem bayramlarımızı anlatıyorum. Özellikle bir bayramın bende ayri yeri var. Tabii pozitif olarak değil. Bir bayram arefesinde evimiz bombalandı… Sabah bayram elbisemi almak icin eve gittiğimde, herşeyin yıkıldığını, toz duman icerisinde olduğunu gördüm. Annem yerde o yıkıntının içinde oturuyordu, ağlıyordu. Bir abim bayram için ayırdığı takım elbisenin parçalarını topluyordu. Diğeri ise küçük santrancından kalan parçaları. Elbisem paramparça olmuştu. Öyle kirli elbiselerimizle bayramı karşıladık. O bayramı hayatımın sonuna kadar içimde taşıyacağım. O yüzden hem Ramazan’da hem bayramda Gazze, Suriye çocuklarımı çok çok daha derin anlamaktayım.
Bosna’nın Ramazan’a ve bayramlara has gelenekleri nelerdir?
Klişe bir laf olacak ama Ramazan Bosna’da çok ayrıdır, başkadır.. Bosna’da Ramazan hissedilir kısacası. Yani gözle görünür pek bir şey yok ama bir kere Ramazanı Bosna’da yaşayan onu unutmaz. Sahurda camilerdeki mukabeleler, gündüz mukabelesi, pide kuyrukları, iftar sofraları, bakır tabaklar sofralarda, Başcarşı’da kahve keyfi, teravihten sonra sahura kadar çarşıda sohbet muhabbet… tüm bunları yaşamak lazım Saraybosna’da. Bayram’da da yeni giysiler giyilir, erkekler bayram namazına uğurlanır, kadınlar evdeki son süslemeleri yaparlar. Erkekler dönerken annelerine, eşlerine çicek alırlar ve bayrama özel yapılan ekmekten alırlar. Kahvaltı yapılır ve erkekler komşuları, akrabaları ziyarete giderler, kadınlar ise evde misafir ağırlarlar. Elbette bakvala ve diger çesit tatlılar da olmazsa olmazdandır.
Son olarak Türklere ve tüm dünya Müslümanlarına Ramazan temennileriniz nelerdir?
Dünyada masum insanlar katledilirken en büyük duam onlar içindir. Savaşlar dursun diye her gün dua etmekteyim. Aynı zamanda Türkiye benim için ikinci de demiyorum, diğer vatanımdır. Kendimi Boşnak olarak ne kadar görüyorsam, o kadar da Türküm. Bu yüzden bu iki vatanın ve millettin daimi kardeşliği ve dostluğu için de her zaman dua etmekteyim. İnşallah önümüzdeki Ramazanlar ve bayramları barış ve huzur içinde geçiririz. (Yenişafak)