Adı Kezban Olanlar Üzülmesin!

Toplum
KEZBÂN: “YALANCI” MI “HANIMEFENDİ” Mİ? İsimlerimizdir bize yoldaşlık eden, bizi toplum önünde tanımlayan, tanıtan, bilindik kılan. Varlıkları birbirinden ayrıştırmaya yar...
EMOJİLE

KEZBÂN: “YALANCI” MI “HANIMEFENDİ” Mİ?

İsimlerimizdir bize yoldaşlık eden, bizi toplum önünde tanımlayan, tanıtan, bilindik kılan. Varlıkları birbirinden ayrıştırmaya yarayan; varlığa karşılık bulmamıza imkân sağlayandır isimlerimiz. İsimsizlik bir kaostur. Nitekim Rabbimiz, Hz. Adem’i yarattığında ona ilk olarak eşyanın bütün isimlerini öğretmiştir. Peygamberimiz de, kişinin çocuğuna güzel bir isim vermesini çocuğun babası üzerindeki haklarından biri olarak görmüştür. Çocuklarımıza verebileceğimiz isimler, o ismin tarihî geçmişi ve anlamı bağlamında değer gördüğünden iyi ya da kötü bir isim tasnifine maruz kalmaktadır.

Geçmişte “yavuz” ismi kötü, fena, azgın gibi anlamlarda kullanılıyorken; tarihi bir şahsiyete sıfat olduğunda yaman, güçlü, müstesna gibi olumlu anlamlarını ön plana çıkarmıştır. Bunun tersi örnekler de çoktur. Bu bağlamda köken olarak güzel bir isim olan “kezbân” isminin de günümüzde çeşitli sebeplerle kötü olarak tanımlanan isimler arasında yer aldığını görmekteyiz. Aslında bu, ismin anlamı hususundaki yanlış kabullerden ve bilgilerden kaynaklanmaktadır. Kezbân isminin kökeni üzerinde kısa bir araştırma yaptığımızda, bunun Farsça “ked” ve “bânû” kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıktığına şahit oluyoruz.

Ked: ev, yuva anlamındadır ve terkiplerde isimlerin başına gelerek yer ve mahal anlamı verir. Mesela kedhudâ: ev reisi, köy önderi (muhtar), kâhya, vezir, nazır, idareli harcayan gibi anlamlara gelir ki Osmanlı toplumunda bilinen ve çok kullanılan bir kelimedir.

Bânû kelimesi ise: hanım, hanımefendi ya da kâhya kadın anlamına gelmekte olup becerikli ve soylu kadınların isimlerine bir saygı edatı olarak eklenir. Osmanlı sarayında hanım sultanlara Hafsa Sultan, Hatice Sultan ve Hürrem Sultan denilmesi gibi Sasaniler döneminde hanedana mensup hanımların da bânû ek ismiyle anıldıkları görülür. Sasani hükümdarı Yezdigerd’in kızlarının isimleri bu şekildedir: Şehr Bânû (Şehriban), Mihr Bânû (Mihriban), Pars Bânû, Nik Bânû, Naz Bânû. Görülüyor ki hanım anlamına gelen bânû kelimesi isimlerde tek başına kullanılan bir kelime olmayıp bir ismi güçlendiren bir sıfat niteliğindedir.

Ked ve bânû kelimelerinin birleşimiyle oluşan kedbânû kelimesi ise evi idare eden kadın anlamına gelir ki ev sahibinin eşidir. Hanımefendidir. Bu tamlamanın aslı “bânû-yı ked” şeklinde bir terkipdir. Terkiplerde kelimelerin yer değişmeleri neticesinde gülzar, gülru, gülberg ve sadberg kelimelerindeki gibi terkipsiz bir tamlama oluşur ki kedbânû da buna bir örnektir. Ancak kelime birleştiğinde sondaki vav harfi okunuş kolaylığı açısından zamanla düşmüş ve kelime kedbân şeklini almıştır.

Fehreng-i Ziya’da belirtildiği üzre, eski müneccimler, çocuğun talihinde ruhun deliline kedhudâ dedikleri gibi cismin deliline kedbânû demekteydiler. Çocuğun ömrünün keyfiyet ve kemiyeti ile onun delillerinin bu asıldan ortaya çıktığını söylerlerdi. Çünkü kedbânû, cisim; kedhudâ, ruh menzilesinde olup kedbânû kedhudâsız, kedhudâ kedbânûsuz bir işe yaramaz demekte ve bu iki asıldan biri olmazsa çocuğun yaşayamayacağını söylemekteydiler. Ayrıca kedbânû kelimesine yani evin hanımına Yunanca’da hîlâc denilir ki anlamı hayat çeşmesidir. O sadece bir evin hanımı değil hanım efendiliğiyle kendinden gayrısına da hayat verendir.

Şiirlerini Farsça söyleyen Mevlânâ da bu kelimeyi aynı anlamda kullanmıştır: “Nefs-est kedbânû-yı men / men kedhudâ ve şevî-yi o” Nefis benim kadınımdır yani benim iradem altındadır, ben ise evin efendisi ve onun kocasıyım.

17. yüzyıla kadarki yazma nüshalarda görülen Farsça imlada zaman zaman dal harfleri, dal’dan önceki harf a,e,i,u sesli harfleriyle bittiğinde, noktalı yani zal şeklinde yazılmıştır. Bu imla, kendinden önceki harfin sesli harf olduğunu belirtmek amacıyla yapılmış ancak kelimenin telaffuzu yine dal harfi şeklinde olmuştur. Bu bakımdan kedbân kelimesi de Farsçada kezbân ya da kezbânû şeklinde yazılmıştır. Bu kuralı bilmeyenler, kedbân şeklinde değil kezbân şeklinde okumuşlardır. Bu tarzdaki kullanım böylece dilimizde yaygınlık kazanmıştır. Tıpkı Arapça bir kelime olup dal harfiyle yazılan ve “hıdmet” şeklinde okunması gereken kelimenin bugün “hizmet” şeklinde dilimizde kullanılıyor olması gibi. Bununla birlikte dal sesindeki sertliği yumuşatmak ve kelimenin okunuşuna bir letafet kazandırmak niyetiyle bu imla kuralının bilerek göz ardı edilmesi ve bu tarz kullanımların yaygınlaşmış olması da imkân dâhilindedir.

Türklerin 10. yüzyılın ortalarına doğru, Farsça konuşan Samaniler döneminde kitleler halinde Müslümanlaşmaya başlamaları; dinî literatürlerinde Arapçanın yanında namaz, abdest, oruç gibi Farsça kelimeleri kullanmalarına neden olmuştur. Dilimize intikal eden Arapça kelimeler de doğrudan Arapçadan değil, Farisilerin kendi kelime hazinelerine katmış oldukları Arapça kelimeler üzerinden Türkçeye geçmişlerdir. Kezbân kelimesi de bunlardan biridir.

Kezbân kelimesi, bugün hem Arapçada hem de Farsçada sesdeş olarak kullanımdadır. Meseleye Arapça açısından baktığımızda; Rahman Suresi’nde sıklıkla tekrar edildiği üzere kezibe üçlü fiil kökünden gelen “tü-kezzibân” kelimesini görmekteyiz. Kezibe kökü fe’lân vezninde kezbân olur ki yalancı anlamına gelir.

Bu bilgiler ışığında, Osmanlı isim kültürüyle nesilden nesile aktarılan kezbân kelimesi, acaba Farsça kedbân ya da hatalı okunuşuyla kezbân (hanım efendi ya da efendi hanım) kelimesinden mi yoksa Arapçadaki kezbân (yalancı) kelimesinden mi hareketle çocuklarımıza isim olarak tercih edilmiştir. Hangi baba kızına bile bile yalancı anlamına gelen bir isim verebilir ki.

Oysa Farsça kedbânû kelimesinden habersiz olan âlimlerimiz ve dahi çok okumuşlarımız kültürle birlikte yarına taşıdığımız kullanımdaki kezbân kelimesini Kur’an-ı Kerim’deki tü-kezzibân sanıp yalancı anlamına gelen bu ismin çocuklara verilmemesini tavsiye etmişler ve halen etmektedirler. Hatta Türkçe sözlüklerimizde bu kelimeye yakın döneme kadar yalancı, çok yalan söyleyen anlamı verilmekteydi. Son yıllarda bunun bir hata olduğu anlaşılmış olmalı ki TDK sözlüğü de kelimeye “kâhya kadın, bir daireyi idare eden kadın” şeklinde anlam vermiştir. Son yıllarda çıkan çocuk isimleri kitaplarında ise artık yalancı anlamını daha az görmeye başladık diyebiliriz. Yine de binlerce baskı yapan kitaplarda kelimenin anlam karşılığının yalancı olması üzüntü vericidir.

Kızına, anlamına bakmadan kezbân ismini veren anne-babaların nasıl oldu da çocuğumuza yalancı anlamında bir isim verdik diye ah vah içine düşmeleri; kızların büyüyüp isimlerini beğenmeyerek değiştirmeye çalışmaları toplumumuzda var olan bir sosyal olgudur. Dahası arkadaşlıkların yalancı anlamındaki bir isim dolayısıyla soğuması, kezbân ismini taşıyanların psikolojik bir rahatsızlığa düşmelerinin kabul edilir bir gerçek olmadığını kim söyleyebilir.

Umulur ki kelimenin anlamı üzerinde Farsça bilgisine istinaden Dr. Ali Ertuğrul ile yapmış olduğum küçük bir sohbet neticesinde kaleme alınan bu yazı ile adı Kezbân olanların yüreğini ferahlatmış olalım ve artık Kezbân’ın “yalancı” değil bir “hanımefendi” olduğunu ismi Kezbân olan dostlarımızla paylaşalım. Kezbân ismini içine düştüğü kötü imajdan hanımefendiliği ile çıkartabilelim.

Mehmet Şamil BAŞ   Türk/ İslam Edebiyatı

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/