Şefkatin Altındaki Şiddet

Diziler
Filmde steril, titiz ve muntazam bir apartman dairesi yavaş yavaş içinde şiddetin, nefretin ortaya çıktığı ve sıkı sıkı korunan sınıfsal değerlerin iflâs ettiği bir mekân haline geliyor. &...
EMOJİLE

Filmde steril, titiz ve muntazam bir apartman dairesi yavaş yavaş içinde şiddetin, nefretin ortaya çıktığı ve sıkı sıkı korunan sınıfsal değerlerin iflâs ettiği bir mekân haline geliyor.
 
Longstreet ve Cowan aileleri, çocuklarının kavga etmesinden sonra konuyu tartışmak için biraraya gelir. Başlangıçta gayet “medeni, anlayışlı ve hoşgörülü” geçen buluşma zaman geçtikçe çocukların kavgası meselesinden çıkıp karı-koca, kadın-erkek ilişkilerine odaklandığı gibi Batılı değerlerin ifşa edildiği histerik bir tartışmaya dönüşür. Kocaların çocuklara karşı ilgisi-ilgisizliği noktasında kadınlar arasında bir dayanışma başlarken kadınların dünyaya “naif” bakması ve “çok konuşması” erkeklerin yakınlaşmasına sebep olur. Ancak film bir noktadan sonra eksen değiştirip liberal demokrasilerin yufka yürekliliğine getirdiği ağır eleştiriyle dikkat çeker. Jodie Foster’ın canlandırdığı Penelope Longstreet karakteri aslında görmeye, okumaya alışık olduğumuz naiflikte ve sıkıcılıkta bir liberal duyarlılığın temsilcisi. Dünyanın daha güzel ve Batılı değerlerle dolu bir yer olmasını istiyor, ilerlemeye inanıyor, başta Afrika’daki çocuklar olmak üzere bütün haksızlıklara üzülüyor, apartman dairesindeki herkesin dünya vatandaşı olduğunu zannediyor ve alabildiğine siyaseten doğrucu bir tavır sergiliyor. Ancak Penelope’nin bu obsesif liberal lafazanlığı daha sonraki histeri krizlerinde de açığa çıkacağı gibi gerçekleri gizliyor zira obsesif kişilik gerçeklerin ortaya çıkmaması için bol bol gevezelik yapar! Hem kocasının hem de Cowan ailesinin kendisine getirdiği eleştirilerle ağlamaya başlayan Penelope uzaktaki Afrika’ya ne kadar duyarlıysa kendi etrafındaki hayata da o kadar nefretle baktığını da açık açık ifşa ediyor. Dairedeki konuşmalar ilerledikçe aslında bütün o medenice ve zarif yaklaşımın şiddetin meşruiyetiyle ortaya konduğu meydana çıkıyor: Avukat Alan Cowan böylesi aile buluşmalarına inanmadığı gibi avukatlığını yaptığı ilaç firmasının ürettiği ilacın yan etkilerini saklamaya çalışırken hukuk dâhil her şeyin şiddet ve zulme dayandığını söylüyor, baştan beri sahte bir kibarlığa bürünen eşi Nancy gitgide dürüstçe davranıp oğlunun Longstreet’lerin oğlunu dövdüğüne sevindiğini belirtiyor, Penelope’nin eşi Mike ise karısının “politik doğruculuğundan” sıkıldığını ve hayatın anlamsız olduğunu itiraf ediyor.
 
Filmin odağı bu noktada görece bir ikili zıtlığa vurgu yapıyor: Bir yanda her şeyin güzel olacağına inanan, dünyanın ilerlediğini düşünen safça bir liberallikle diğer yanda aslında her şeyin şiddetten yola çıktığını savunan karanlık bir nihilizm. Oysa doğrusu Penelope’nin üstten bakan, didaktik liberalizmini de işin içine kattığımızda ikiyüzlü üst sınıfların birbirinden ayırt edilemez iki yüzünün ortaya çıktığı görülüyor. Liberal demokrasilerin Ortadoğu ile Afrika’ya “demokrasi” götürmek adına yaptıklarını düşündüğümüze göre ise bu ikisinin birbirinin ikizi olduğuna dair şüphelerimiz de ortadan kalkıyor.
 
Roman Polanski’nin Yasmine Reza’nın tiyatro oyunundan yazarla birlikte uyarladığı senaryosu, nihilizmden başka bir yol göstermiyor gibi gözükse de Batılı politik doğrucu liberal duyarlılığın ne kadar “acımasız” olduğunu açığa çıkarması bakımından önemli. Dahası söz konusu duyarlılığın özgürlüğün altını oymasını vurgulaması açısından da. Alain Badiou gibi söylersek: İstediğin kadar kendin olabilirsin, kendin olmaktan vazgeçtikten sonra.
 

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/