İsmail Abi Halkın, Serkan Keskin Mahallesinin adamı!
Son dönemin fenomeni haline gelen Leyla ile Mecnun dizisinin renkli karakteri, hepimizin abisi İsmail Abi karakterini canlandıran Serkan Keskin kabul ettiği röportajları son anda vermekten vazgeçiyor.
İki röportaj teklifine de “evet” denilen ama karşı karşıya gelindiğinde “veremem” diyen Serkan Keskin nezaketen geri çevirdiği röportajlara neden olarak “muhafazakarlığa karşı olmakla alakalı bir şey değil, dini inançla alakalı değil, cemaatçiliği (ki komünizim de bir cemaatçiliktir) çok sevmiyorum” dedi.
İsmihan Şimşek yapılamayan bir röportajın öyküsünü anlattı…
İsmihan Şimşek’in yazısı…
İSMAİL ABİ HALKIN, SERKAN KESKİN MAHALLESİNİN ADAMIYMIŞ!
Aslında bu haberi yazmak gibi bir niyetim yoktu. Ta ki dün Genç Dergi’de gördüğüm “Bir Röportaj Macerası” başlıklı yazıyı okuyana dek. Okuduğumda bana oldukça tanıdık gelen bu macerayı aynı kişiyle benzer bir şekilde yaşayan biri olarak daha fazla tutamadım kendimi. Konu hani şu Leyla ile Mecnun dizisinin fenomen haline gelen “İsmail Abi”si yani Serkan Keskin…
Efendim, önce okuduğum yazı ile başlayayım konuya. Aytuğ Işık ve Affan Cebeci imzalı yazıda muhabirler Serkan Keskin ile olan röportaj maceralarını anlatıyorlar. Ve 3 hafta süren bu röportaj macerasının ilk gününde dizi setine giderek röportaj sözü alınıyor. Ardından Eflatun Film basın danışmanı olan hanım aranarak set tarihleri öğrenilmeye çalışılıyor. Bir sürü hengâmeden sonra öğreniliyor. Tabi arkadaşlar mutlu mesut (ki tıpkı bende olduğu gibi kursaklarında kalacağını bilmeden) röportaj gününü bekliyorlar. Röportaj için set günü gelip çatıyor, fakat o da ne? Gidilen yerde çekim falan yok! Basın danışmanı bu arkadaşlara düpedüz oyun oynuyor… 1 hafta sonra bir şekilde sete gidiyor yine arkadaşlarımız. Fakat Serkan Keskin bu sefer de başka bahanelerle setten ayrılıp röportaj için tiyatroya gelmelerini istiyor muhabirlerin. 4 gün sonra bu sefer tiyatrodalar… Röportajın bu defa olacağını sanıyorsunuz değil mi…
MERAK ETME, BİZ SENİ ANLADIK SERKAN KESKİN
Bundan sonrasını aynen alıntılıyorum;
Serkan Keskin geldi oturdu masamıza. Kısa bir hal hatır sormadan sonra bizim ağzımızdan düşürmediğimiz GENÇ Dergi`yi sordu. Neymiş bu dergi dedi. Şimdi söz bendeydi. GENÇ’i anlattım ona. Hiçbir şeyden çekinmeden (sanki çekinecek, utanacak bir şeyimiz vardı) anlattım herşeyi. En sonunda
çantamdan "Bu da bir örneği abi incelemek isterseniz" diye “Ayosofya Geleceğimizdir” kapağıyla GENÇ’i çıkardım uzattım. İncelemeye başladı.
-3 DAKİKA SONRA-
Serkan Keskin: Muhafazakarlık görüyorum.
Biz: Evet tabi, muhafazakar.
-2 DAKİKA SONRA- (Buradan sonra elimizdeki ses kaydında olanları yazıyorum. Aynen.)
Serkan Keskin: Beni affedin abi.
Biz: Beni affedin der..?
Serkan Keskin: Beni affedin abi. Yani, bu buna dahil değil, karşışında durduğum… Hani bu 10.000 kişilik sizle alakası yok. Ama benimde tarafında olduğum bir taraf var ve ben ona karşı burada mücadele ediyorum. Benle burada uğraşan insanlar var. Ben bunu yapamam yani. bunun sizin derginizle alakası yok. Çok özür diliyorum. Bunun şey bir ayrımı yok bende. Zaman gazetesi bilmem ne öyle bir ayrım yok bende.
Biz: Zaman..? (GENÇ’le Zaman … Neyse sus Aytuğ…)
Serkan Keskin: Çok özür dilerim abim. Yani anlatabiliyor muyum demek istediğim şeyi. Çünkü ben burada bir şeyin savaşını veriyorum 12 senedir ve bazı şeylerle karşılaşıyorum. Ben bunu yaptığım zaman, şöyle bir şey oluşuyor: Neden bizimle de yapmadın? Bana baskı geliyor, neden bizimle de yapmıyorsun, yapmak zorundasın diye. Ve hani bu muhafazakarlığa karşı olmakla alakalı bir şey değil, dini inançla alakalı değil, cemaatçiliği (ki komünizm de bir cemaatçiliktir) çok sevmiyorum.
Biz: Sorun değil abi. Biz seni anlıyoruz ve bizim herkese olduğu gibi sana da saygımız var. Ama yine de teşekkür ederiz.
Serkan Keskin: Sorulara bakabilir miyim?
Biz: Tabi ki.
Serkan Keskin: Sorular bende kalabilir mi?
Biz: Tabi ki.(neden aldı soruları?)..
Serkan Keskin: Ama varsa sizin için yapabileceğim bir şey.. Elimden ne geliyorsa. Çok üzüldüm sizin için.
Olay bu…
DİKKAT! SERKAN “KESİN” ZOR DURUMDA BIRAKIYOR
Şimdi gelelim geçen Ramazan ayında başıma gelenlere… O zaman durumu tamamen kendi bahtsızlığımla açıklayarak susmayı tercih etmiştim. Bu yazıyı okumamla beraber her şey yeniden tazelendi. Geçen yaz yayın yönetmenliğini yaptığım dergi toplantısında röportaj vermesi için Serkan
Keskin’de karar kıldık. Nasıl ulaşabiliriz diye düşünürken, en makul olanın yapım şirketiyle iletişim kurmak olduğunu düşünüp aradık Eflatun Film’i… Telefondaki ses beni o meşhur(!) basın danışmanı hanımefendiye yönlendirdi. Hanımefendi dizinin 1 aylık bir tatile girdiğini 15 gün beklememiz gerektiğini söyledi. ‘Eyvallah’ deyip kapattık telefonu. 2 hafta sonra yeniden aradık. Dizi setinde röportaj yapacağımızı, günler belirlenince bizi arayacaklarını söylediler. Bekledik bekledik ve yine bekledik… Dergi baskıya gitti gidecek Eflatun Film’den ses seda yok… Fakat o da ne? Hiç beklemediğim bir anda telefonumda set şefinin sesi…
Şef: İsmihan Hanım Merhaba…
Ben: Merhaba ….. Bey…
Şef: Sanırım Serkan Beyle röportaj yapmak istiyorsunuz?
Ben: Evet.
Şef: Ayarlayacağız merak etmeyin. Yalnız bir ricamız var. Dizi çekimleri bu hafta sonu Harem Otogarı’nda yapılıyor ve Üsküdar Belediyesi’nden izin almamız gerekiyormuş. Yardımcı olur musunuz?
Ben: Tabi ki…
Şef: Harem’e gelip röportajınızı yapabilirsiniz…
Ben: Fakat ben hafta sonu başka bir haber için il dışına çıkacağım.
Şef: Sorun değil, geldiğinizde beni arayın. Röportajı ayarlarız.
Aman Allah’ım ne kadar da iyi insanlar, melek bunlar melek…! Bende bir sevinç, bir heyecan. Mesleğimin İlk röportajında bu kadar heyecanlanmış ve soracağım sorulara çok iyi çalışmıştım. Ondan sonra ilk kez böyle titizleniyorum bir röportaj için. Takip ettiğim tek dizinin fenomeni, İsmail Abi’si ile röportaj yapacağım ne de olsa… 3 gün sonra arıyorum şefi röportaj randevusu için. Bundan sonraki süreç hem Eflatun Film basın danışmanına hem de set şefine rapor vermekle geçiyor. Şef falanca gün saat 13.00’de Beykoz Kundura Fabrikası’nda randevu veriyor bize. Dizi setine çağırıyor. Biz bu arada dergi baskısını bekletiyoruz. Röportajı yapalım da, gerekirse gece uyumaz hazırlarız diyerek. Röportaj günü gelip çatıyor. Fotoğrafçı arkadaşım, yayın kurulundan Gülizar Sönmez ve araç şoförümüzle birlikte düşüyoruz yollara. Acayip heyecanlıyım, avuçlarım terliyor, kendime şaşıyorum. O kadar uğraştan sonra, sonunda amacına ulaşmış olmanın verdiği bir sevinçten sanırım.
Saat tam 13.00’de Beykoz’dayız. Çekimlerin olacağı yer nerdeyse bütün tv dizilerinin platosu. Yan yana bir sürü dizi dekorlarının arasından geçerek Leyla ile Mecnun setine gelip oturuyoruz. Kimsecikler yok… Şefle telefonda görüşüyoruz ve “Kavacık’taki çekimler uzadı saat 14.00’te gelebileceğiz” diyor. “Aman canım o kadar bekledik bir saatin lafı mı olur” diyerek beklemeye devam ediyoruz. Sete figüranlar geliyor bir süre sonra. Kalabalıklaştığına göre çekimler başlayacak herhalde deyip umutlanıyoruz. Saat 14.30… hala kimse yok. Telefonda “yoldayız geliyoruz” deniyor. Bu telefonlaşmalar ve beklemeler 16.30’a kadar devam ediyor. 16.30 gibi dizinin Mecnun’u Ali Atay’ı görüyorum sette. Sete gelen yemekleri inceliyor teker teker. Beğenmemiş olacak ki masaya oturmadan uzaklaşıyor oradan. Figüranlar ve set ekibi paşa paşa yemeğini yiyor.
Saat 17.00’ye geliyor ve set şefini görüyorum sonunda. Tabi hemen yapışıyorum yakasına. “Serkan Bey Beykoz’da falanca yerde yemek yiyor. Oraya gidin, röportaj orada yapılacak” deniliyor. Biz de Serkan Keskin’in haberi olduğunu düşünerek 4 saat boyunca oruçlu bir halde ağustos sıcağında bekletildiğimizi es geçip atlıyoruz araca, bir an önce bu işi neticelendirmek için. Mekanı bulup üst kata çıkıyorum. Bir masanın etrafında az önce set yemeklerini beğenmeyen Ali Atay, Serkan Keskin ve dizi ekibinden birkaç kişi daha yemek yiyor. Beni gördüğüne hiç sevinmediğini çok net anlıyorum yüz ifadesinden. “Ne röportajı?” diyor… Meramımı anlatıyorum Serkan Bey’e ve “siz yemeğinizi yiyin lütfen, biz aşağıda bekliyoruz” diyorum. Aşağıda da BEKLİYORUZ…
Sonunda iniyorlar kapı önüne. Yanına doğru yaklaşıyorum ve;
-“Benim böyle bir röportajdan haberim yok hanımefendi, röportaj veremem size” diyor.
-Nasıl olur 1 aydır yapım şirketinizle görüşüyorum, sizin haberiniz olmadan bana randevu veremezler öyle değil mi?
-Benim bu röportajdan şu anda haberim oluyor. Sete gitmemiz lazım.
(Bu arada birkaç adım ötede Ali Atay bizi izliyor.)
-Serkan Bey 4 saattir sizi bekliyorum. Üstelik öncesi de var, 1 aydır bu röportajın peşini kovalıyorum. Şimdi nasıl bana böyle bir gerekçe sunuyorsunuz?
Serkan Keskin telefona sarılıyor birden. Telefonda konuşurken birkaç cümlesini duyuyorum; “bana bunu neden yapıyorsunuz, röportaj yapmak zorunda mıyım?” vs. vs… O arada ben de set şefini arıyorum. Şef olay yerine gelirken bizim konuşmamız devam ediyor.
BAŞÖRTÜLÜ OLMAK YA DA OLMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU…
Serkan Keskin: Bakın bunun sizin başörtülü olmanızla bir ilgisi yok. (bu nerden çıktı şimdi?? Ben öyle bir şey demedim halbuki. Durup dururken bu cümle dökülüyor ağzından) Size karşı bir şey değil. Ama ben bu röportajı vermeyeceğim.
Bu arada set şefi geliyor. Serkan Keskin’i kenara çekiyor ikna etmek için. Fakat beyhude. Benim ağzımdan öfkeyle birkaç cümle çıkıyor ne olduğunu hatırlamadığım. Gülizar Sönmez kolumdan tutarak arabaya götürmeye çalışıyor. İnatla gitmiyorum. Serkan Keskin ve Ali Atay arabaya binip gidiyor. Set şefine soruyorum nedir bu durum diye, “gerçekten haberi yok muydu?”
Şef: Haberinin olmaması mümkün mü? Haberi olmasa sizi nasıl buraya yönlendiririm?
Ben: (Serkan Bey’in söylediği cümle aklımda kalmış olacak ki) Başörtülü olduğum için mi?
Şef: Hayır, hayır, Serkan Bey Karadenizlidir, “muhafazakar”(!) bir aileden gelir. Öyle olduğunu sanmıyorum.
KİM MUHAFAZAKAR? SEN Mİ, BİZ Mİ?
Velhasıl sebebin ne olduğunu öğrenemeden geri döndük. Yolda Eflatun Film basın danışmanı aradı. “İsmihan hanım, çok mahcubuz size. Özür dileriz. Serkan Bey’in röportajdan haberi vardı. Daha önce de bizi zor durumda bıraktı, son anda röportajlardan vazgeçerek. Bundan sonra ona röportaj ayarlarken 2 kere düşüneceğim.” Öfkeyle kadına neler söylediğimi hatırlamıyorum.
Şimdi bu yazıyı birkaç soruyla bitiyorum;
1- Leyla ile Mecnun nasıl bir yapım şirketi ve oyunculara sahiptir ki, aralarında neredeyse “yok” diyebileceğimiz bir iletişim söz konusu…
2- Sanatçılar eğer röportaj vermek istemiyorlarsa bunu en baştan söylemeyip neden muhabirleri süründürme yolunu seçiyor?
3- Röportajın yayınlanacağı yayının nasıl bir içeriğe sahip olduğunu öğrenmeden neden röportaj sözü veriliyor?
4- Sözde profesyonel oldukları söylenen bu sanatçılar akıllarına nasıl eserse öyle davranma lüksünü nerden buluyor?
5- Hangi ideolojiye sahip olduğunu önemsemeden sadece sanatını konuşmak üzere röportaj istediğimiz Serkan Keskin, bizim belli gruplara mensup olduğumuzu düşünerek röportaj vermiyor. Şimdi bu taassupları, sınırları önemsemeyen biz mi muhafazakarız yoksa bu taassupları aşamamış olan Serkan Keskin mi?
Haber5.com