Hepimizin hırsları var onun için kötüyüz

Diziler
Onur Ünlü ve ekibi Şubat dizisiyle, İstanbul’da bildiğimizden başka türlü bir hayat yaşayan bir grup ‘yeraltı insanı’ aracılığıyla ‘iyilik-kötülük’ üzerine düşündürüyor. ...
EMOJİLE

Onur Ünlü ve ekibi Şubat dizisiyle, İstanbul’da bildiğimizden başka türlü bir hayat yaşayan bir grup ‘yeraltı insanı’ aracılığıyla ‘iyilik-kötülük’ üzerine düşündürüyor. Her cuma 19.50’de TRT1’de yayımlanan dizinin ‘iyileri’ Şubat (Alican Yücesoy), Saltuk (Tansu Biçer) ve ‘kötüleri’ Deli (Sermet Yeşil), Duble (Nadir Sarıbacak) ile buluştuk; iyilik-kötülük üzerine konuştuk…

Şubat, toplum dışı bir insan ve sıradan insanların anladığı manada kaybedecek bir şeyi yok. Ve kötülüğe göz yummuyor. Deli ve Duble de toplumdışı insanlar, onların da kaybedecek bir şeyi yok. Lakin Deli-Duble ikilisi de aksine kötülük yapıyor. Hepsi Aziz Bey’in ‘evlatları.’ Yolları nerede ayrılmış olabilir?

Alican Yücesoy: İki kardeşin yolu nerede ayrılıyorsa öyledir. Bir babanın iki çocuğu vardır, biri hayırsızın tekidir, öbürü de dünya iyisidir.

Sermet Yeşil: Yolları ayrılıyor da aynı mahalledenler aslında. Çocukluklarında, Aziz Bey’leyken Deli ile Duble, Şubat’la karşılaştılar mı bilmiyoruz ama aynı ortamda büyümüşler. Şimdi aynı sınıfa aitler. Ama aralarındaki politika farklı! Sadece iyi ya da kötü diye ayıramıyoruz ki öyle olunca çok keskin çizgileri olur.

Şubat ve Saltuk iyiliği Aziz Bey’den öğrenmiş. O olmasaydı onlar da ‘iyi’ olamayacaktı belki… Sizce ‘iyilik’ öğrenilebilir bir şey midir?

Nadir Sarıbacak: İnsanın iyisinin de kötüsünün de kaybedecek bir şeyleri vardır, Deli ve Duble de kaybedecek bir şeyim yok diye hareket edemez. Aziz Baba’nın Deli ve Duble’yle yollarını neyin ayırdığını ileride senaristler yazınca öğreniriz. Bana şöyle geliyor: Aziz Baba onların hayatına girmeseydi Şubat, Saltuk, Deli ve Duble’nin durumları daha başka olurdu. İyilik öğrenilebilir, öğretilebilir… İnsan tanıştıklarından, yaşadıklarından etkilenir ve dönüşür. Sadece hayvanlar ve bitkiler belli bir programla yaratılmış ve o programın dışına çıkamaz. Var mı bir suaygırının bir hatırası ya da değişimi? Ben bildim bileli aynı.

Alican Yücesoy: Sermet de Nadir de kötü adamı oynamıyor aslında. Güzel olan tarafı da bu, haklı adamı oynuyorlar. Kötü adam olarak baktığımız adama haklı olarak baktığımız için seyirci seviyor onu.

Sermet Yeşil: Aziz Bey babanın yerini doldurmuş iki taraf için de. Ama iyilik de vardır insanın içinde, kötülük kadar vardır. Bir yerde kanallar karışıyor mu ne oluyorsa insanlar deliriyor. Diktatörlerin otobiyografileri çok ilgimi çeker, hepsi kendini haklı buluyor. İnanmış yani…

Alican Yücesoy: İkisini de insan değil çağ belirliyor bence. 5 bin yıl önce doğan bir adam dünya için kötü olabilir, bu adam günümüzde yaşıyor olsa çağa göre iyi ya da kötü olabilir…

Nadir Sarıbacak: Her insan iyilik üzerine doğar. Şu sıralar ‘Peygamberler Tarihi’ okuyorum ve çok keyif alıyorum. Her sayfada “Vay be hiç bir şey değişmemiş!” diyorum. İnsanın ruhunda, bedeninde bir değişim oluyor ama olaylar değişmiyor. Habil ve Kabiller vardı ve olacak. Kabil olmak, Nemrut olmak ya da Firavun olmak da var; aynı insanın Yusuf, İbrahim ve Davut olma ihtimali de var. Bence kötülük değişmez, her çağda aynıdır ama insanın gözünde normalleşebilir. Bu çok ürkütücü geliyor. Normalleşmek. Hissetmemeye başlarız, uyuşuruz, uyuruz, “Hangi çağda yaşıyorsun?” tesellileriyle geçiştiririz ve kötü olanı görememeye başlarız. Buradan Deli, Duble ve tayfaya bağlarsak: Kötülük varsa yaptıklarında onlar pek farkında değil.

Şubat’ın hep iyilik yapmaya çalışması nasıl geliyor size? Başka bir boyutta; hep iyinin, doğrunun peşinde. Ama ne zaman ki topluma karışıyor, kendi çıkarına dair bir karar vermesi gerekiyor, yalana başvuruyor ilk kez.

Tansu Biçer: Çıkar varsa, iyilik her zaman tartışılır bir şey oluyor. Karşındakinin ne olduğunu umursamadan, sadece kendi çıkarını düşündüğünde… Bu karnını doyurmak da olabilir, açsındır, paran yoksa çalarsın. İnsan sadece doğuştan getirdikleriyle değil yaşadığı yerle ilgili olarak da iyiliği kötülüğü biçimleniyor. Nasıl anlatabilirsin aç birine, çalmanın kötü olduğunu. Adam “Karnımı doyuruyorum ve sende çok var” diyor. Burada kim kötü? O zaman doğuştan iyilik ya da kötülük kalmıyor.

Sermet Yeşil: Televizyon için bir hikâye söz konusu. Bir evren oluşturuyoruz, o evrende deviniyor karakterler ve iyi ve kötü arasında gidip geliyoruz. Hayat böyle. Yapılan fantastik bir iş de olsa ayakları yere basıyor. Her gün sokağımızdan geçiyor, ‘melekler’ dediğimiz kâğıt toplayıcılar… Bu evren var. İstanbul ’da oldukça var. Her köşe başında karşılaşabilirsiniz. Bu bir meslek. Sendikasını kurmaya çalışan, örgütlenen insanlar var. Yapılan işin içinde ‘melekler’ tarafının olması, beni oyuncu olarak şuna itiyor: Bunu gerçek yapmak zorundayım çünkü bunlar var. Hiç yoklarmış gibi davranmak doğru olmaz. İyi ile kötünün gidip gelmesi, Deli’nin Duble’yi kurtarmak için kötülük yapıyor olması, Şubat’ın anahtar için yalan söylemeyi seçmesi buna itiyorsa bu zaten hayatın kendinde var. Hepimizin hırsları, çıkarları var ve hepimiz kötüyüz. Ama hepimiz iyi olduğumuz için kötüyüz aslında, çoğu zaman. Politika, siyaset her şey bununla örtüşüyor bence.

Lady Macbeth, Macbeth için diyor ki, “Hırsına yoldaşlık edecek gaddarlık yok onda…” Günümüz insanı, hırsı için gaddarlık yapar. Duble, Deli ve ‘tayfa’ kötülük yapsalar bile bunu ‘hırsları’ için yapmıyor. Ayakta kalmak için mi yapıyorlar?

Nadir Sarıbacak: Onların öyle bir istekten dolayı çevrelerine zarar verdiklerini düşünmüyorum. Aksine hepimiz gibi hırsları, arzuları, kıskançlıkları, kibirleri var. Deli ve Duble’ye sorsanız öyle güzel anlatır ki size haklı sebeplerini şaşırır kalırsınız. Halbuki bu yaptıkları adam edemedikleri ya da edemediğimiz arzularımızdan gelir. Yani kötülüğü seçeyim dur şimdi de iyi olayım gibi bir düşünceleri yok. Sadece hepimiz gibi hırsları, arzuları var, bir de kılıf olarak sebepleri var.

Tansu Biçer: İnsan gerçekten iyi doğabilse, iyi bir şeyler yapabiliyor olsa bu kadar kurala ihtiyaç olmazdı herhalde. Kanuna, dini, ahlaki kurallara, geleneklere, göreneklere, trafik kurallarına… Demek ki insanın özünde iyi bir yerden çok kötüye yakın bir yön var. Demek oluyor ki yaşama hırsı var aslında. Çırılçıplak dışarı bırakıldığımızda, bir ev olmadan yaşayamıyoruz. O ısıtılmadan yaşayamıyoruz, o yemek pişirilmeden yiyemiyoruz. Suyu bardaksız içemiyoruz, yemeği çatalsız yiyemiyoruz… Hiçbir şeyi bir alet olmadan yapamıyoruz. Geliştikçe, kendimizi daha da köreltip daha da beceriksiz daha da aptal bir hale getirdikçe kendimizi, insanın içindeki kötülük de artıyor bence. Doğal olarak. Kötüye doğru evrildikçe de birtakım kurallarla kendini iyiye çekmeye çalışıyor. Çünkü iyi dediğimiz şey de bir kalıp.

Milyonlarca insanın kaderini etkileyecek bir lider, halka zarar verecek kararlar aldığında bu ‘kötülük’ müdür mesela? Karar alma gücünü elinde bulundurana son çare “Vicdanını dinle bari!” deriz. Politik hamleleri bırakıp, son çare içindeki iyilik kırıntısına bakıyoruz… Açlık grevlerinde yaşadığımız şey…

Tansu Biçer: İnsanın kendince haklılığı işte…

Aslında ‘kötülük’ yaptığını kabul mu etmiyor sizce?

Alican Yücesoy: Tabii ki öyle… ‘Kavgam’ı okudunuz mu? Adam o kadar inanıyor ki savunduğu şeye!

Sermet Yeşil: Mantıklı olan, insanın doğal ölümle yok olmasıdır. Bunun dışında her şey mantıksızdır. Ölene kadar galiba hepimiz bunu hissediyoruz: Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlauyacak her şey… Ben başka bir şey göremiyorum. Hitler, Stalin, Mussolini, yakın çağ, niceleri… Delireceğiz hep beraber. Çünkü dünya çok geniş olmasına rağmen çok dar! Çok fazla tahammülümüz yok, azalıyoruz. Bir insan bulmaya çalışıyoruz sevebilecek, Duble’ye hak veriyorum, kimseyi sevmeyen bir insan olabilir mi?

Nadir Sarıbacak: Büyükler “Her insanın vicdanı kendi polisidir” der. Bir insanın Allah’ı yoksa elinde, pörsümeyen, eskimeyen bir vicdanı var. Zor da olsa insan karar aşamasında vicdandan yolunu bulabilir. Ama yönetmeye başladığımızda, birçok insanın sorumluluğunu aldığımızda insana “Vicdanını dinle” cümleleri tesir etmeyebilir. Nereden bileyim adamın vicdanını dinlediğini? Aldığı kararlar insanların hayatlarını etkiliyor. İnsanlara zulmediliyor. Hukukla insan hakları koruma altına alınıyor o yüzden… ‘İyiliğe davet etmek’ diyorsunuz bu güzel ama daha güzeli iyiliği anayasalaştırıp insanı güvence altına almaktır.

Kim kimdir?

Şubat, İstanbul’u mesken edinse de kendine bambaşka bir evren kuran bir dizi. Toplumdışı insanlar üzerinden iyilik, kötülük, vicdan kavramlarına dair söz söylüyor. Olaylar, kişiler, isimler gerçek olamayacak kadar tuhaf ama bir o kadar da tanıdık…

Şubat (Alican Yücesoy): Çocukken yetimhanede çıkan yangından yüzü yaralı halde kurtulmuş, Aziz Bey tarafından büyütülmüş. Yeraltında Saltuk ve Aziz Bey ile yaşıyor. Aziz Bey’in öğrettiği gibi hep iyi ve doğru olmaya çalışıyor.

Saltuk (Tansu Biçer): Aziz Bey’in ‘evlatlarından’. Aziz Bey ve Şubat’la yaşıyor, onlarla kâğıt toplayıcılığı yapıyor. Şubat’ın yol arkadaşı da diyebiliriz.

Deli (Sermet Yeşil): İnde yaşayan bir grup gencin lideri. Çetesi yani, ‘tayfa’ sözünden çıkmıyor. Sözünden çıkanları ölümle cezalandırması sıradan bir durum. Kardeşi Duble için yapmayacağı yok. Şubat’ı düşman olarak görüyor.

Duble (Nadir Sarıbacak): ‘Duble’ akıllı. (Şizofreni belirtisi gösterdiği sahneler en çok konuşulan bölümlerden.) Deli kadar acımasız değil ama kardeşine söz geçirdiği söylenemez. Yusuf kılığındaki Gülüm’e ümitsizce aşık.

Radikal