Bu Ne Hal, Polat Alemdar?

Diziler
Mehmet Ali Bulut’un yazısı Bizim kahramanlar çıkarmamızı istemiyorlar. Çünkü millet ancak kahramanlarıyla ayağa kalkar. Devlet nihayet, uyandı. Okullara dağıtılacak bilgisayarların klavyesinin F...
EMOJİLE

Mehmet Ali Bulut’un yazısı

Bizim kahramanlar çıkarmamızı istemiyorlar. Çünkü millet ancak kahramanlarıyla ayağa kalkar.

Devlet nihayet, uyandı. Okullara dağıtılacak bilgisayarların klavyesinin F olmasına karar verilmiş.

Buna kim karar verdi ise tebrik ediyorum. Bu olay, Karamanoğlu Mehmet Bey’in, "Bu günden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır" fermanı kadar mühim bir olay!

O karar, nasıl ki güzel dilimizin Anadolu’da kökleşip yaygınlaşmasını sağladı,  bu karar da, zihnimizin giderek unutmaya başladığı Türkçe düşünme kabiliyetimizi yeniden canlandıracaktır inşallah.

Daha önce ‘Q Klavyeden Geleceğe Bakış’ başlıklı bir yazı ile meseleye temas etmiş, Türkçe dil yapısı ile uyuşmayan, zihnimizi ve bilinçaltımızı çaktırmadan, İngilizcenin istilasına maruz bırakan Q klavyesi yerine F klavyenin kullanılmasını önermiştim.

Benim gibi bu konudan rahatsız olanlar da çoktu. Demek ki çabalar sonuç verdi ve devlet, ‘Türkçe’ye sahip çıkmaya karar verdi.  Fatih Projesi kapsamında 15 milyon öğrenciye dağıtılacak olan tablet bilgisayarlarda F klavye kullanımına karar veren hükümeti kutluyorum.

Başlatılan F klavye seferberliğinin daha sonra devletin tüm kurumlarına yaygınlaştırılacağı da söyleniyor.  Ankara’da başlayacak olan pilot uygulama sonrasında, Türkiye çapında sistem yürürlüğe girecekmiş. Tebrik ediyor, hükümetten böyle güzel yeni haberler almayı bekliyoruz.

LÜTFEN ‘POLAT ALEMDAR’I KİRLETMEYİN!

‘Q Klavyeden Geleceğe Bakış’  (10 Ocak 2008) adlı yazıma şu satırlarla başlamışım:

“Masal kahramanı üretememiş toplumlar reel kahramanlar da çıkaramazlar…

Siyasi partilerimizin üstlenmesi gereken yeni görevlerin neler olması gerektiği konusunda yapılan bir çalışmaya dâhil olmuştum. Benim önerilerimden biri de sanal dünyadaki gelişmelerle ilgili strateji geliştirmek üzerine idi.

Mesela, sanal ortamda sürdürülen haçlı savaşlarına karşı, sanal Kılıçaslanlar üretilmeliydi artık.

Eğer Türk milleti, gelecek yüzyıllarda da var olmak istiyorsa, sanal dünyadaki hilal – salip mücadelesine en az mevcut ordumuz kadar güçlü bir orduyla dâhil olması gerekiyordu. Hem de kendi sanal kahramanlarını yaratmış olarak.

‘Hacker’ (buna da bir kelime bulmamız lazım)larımız, öyle, orayı burayı bombalayacaklarına kendileri oturup kahramanlar ve oyun programları üretsinler.

Evet, artık dijital aletler maalesef en keskin kılıçtan daha derin yaralar açıyor veya daha derin fetihler gerçekleştiriyor.

Polat Alemdar’ın isminin yeni yeni parlamaya başladığı günlerin birinde sevgili (şimdi rahmetli) dostum Ömer Lütfi Mete’ye, böyle bir kahraman ürettikleri için tebriklerimi iletmiş ve yeni Seyyid Battal Gazilere, yeni Kara Muratlara, Köroğlulara ihtiyaç olduğunu söylemiştim.

Eğer biz o sanal âlemde devam etmekte olan ve tamamen bizim aleyhimize cereyan eden savaşlara dur diyemezsek, en fazla 50 yıl sonra bu topraklar üzerinde kendi değerleri için savaşacak hiç kimse bulamayız…”

……

Bu yaklaşım çerçevesinde, yeni dönem Kurtlar Vadisi dizisinin ilk iki bölümünü izleyince üzüldüm. Demek ki ‘Biz yeni kahramanlar ortaya çıksın diye beklerken, birileri elimizdeki tek sanal kahramanımızı da yok etmeye karar vermiş’ dedim. Çünkü yaklaşık 150 yıldır batı ve onun içimizdeki uzantıları, bu milletin rağbet ettiği her şeyi lekeleyip gözden düşürmeyi prensip edinmişler.  ‘İyi’ denilebilecek (yani toplumun manevi değerlerine saygılı, karakteri düzgün) tüm reel veya sanal kahramanlar/siyasetçiler/askerler bir şekilde milletin gözünden düşürülüyor.

Bakın dizi kahramanlarına… Biri bir şekilde milletin manevi karakterine uygun bir rolde şöhret bulsa, -belli birkaç kanal var- hemen üç beş kuruş fazla verip onu alıyorlar ve o yüksek karaktere tamamen ters bir rolde oynatıyorlar. Son beş on yılı düşünün, tüm iyi/cesur ve dürüst karakterler ahlaki zaaf ile kirletildi. Ben onların bireysel yaşamlarını kast etmiyorum. Dizideki rollerinden söz ediyorum.  Sanal bile olsa milletin, birilerine bel bağlamasına istemiyorlar. Tıpkı zahirde ve siyasette millet adına çalışanlara tahammül edemedikleri gibi…  Rahmetli Muhsin Başkanın kime zararı vardı.

Bizim kahramanlar çıkarmamızı istemiyorlar. Çünkü millet ancak kahramanlarıyla ayağa kalkar. Geçmişte Kurtlar Vadisi sebebiyle Amerika ve İsrail ile yaşanan sıkıntıları düşünün. Adamlar ‘altı üstü bir dizidir’ dediler mi? Hayır! Çünkü bugünün savaşları, tıpkı kazanılan paralar gibi sanaldır. Ama o sanal imkânlar reel hayatı etkiliyor işte! O yüzden de Polat Alemdar karakterini, kendileri için tehlike saydılar. Devletlerarası bir problem haline getirdiler.

Neden? Çünkü adamlar dünya üzerinde işlerin nasıl döndüğünü biliyorlar. İnsanların nelerden nasıl etkilenip sonra nelere yöneldiklerini biliyorlar. Hiç, ‘aman canım dizi işte!’ derler mi?

 Bir düşünün, Kurtlar Vadisi gibi bir dizi Türkiye’de oynamamış olsaydı, millet, derin çetelerle mücadeleye giren hükümeti bu kadar canla başla destekler miydi? Hangi hükümet Ergenekon örgütüne dokunabilirdi?  Demek ki ‘dizidir işte’ deyip geçemezsiniz! O dizilerdeki karakterler değil mi ki kızlarımızı iffetinden, gençlerimizi izzetinden, insanlarımızı ar ve namus ve ahlakından ediyor!

Onlar bunu, bizden dahi iyi biliyorlar. O yüzden de son iki yıldır dizi etrafında ciddi sıkıntılar yaşandı. Amerika’nın ve İsrail’in, Almanya’nın kiraladığı kalemler diziye ve karakterlerine saldırdılar. Ve yazık ki geri adım atmalarını da sağladılar. Daha geçen yıl, vatanına bağlı iyi bir Kürt karakteri canlandıran Abdülhey’e içki ve esrar içirtmekle, ahlaki zaaflar yüklemekle işi bozmaya başladılar!

Ama elin Amerikalısı sanal bile olsa kahramanlarının değer kaybına uğramasına asla müsaade etmiyor. En azından o rolü aynı yapıda tutuyorlar.

İşte Kurtlar Vadisi’ndeki, dürüst, cesur ve ilkeli ‘Polat Alemdar’ karakterine bu çerçeveden yaklaşmak lazım.  Polat’ın yeni dönemde sergilediği hal, eğer kanalın bir dayatması değilse –üzüntüyle belirteyim ki Raci Şaşmaz dayatmalara gelecek bir insan değil- ‘eyvah’ dedirtecek cinsten. Bir tane mazbut ve yürekli sanal kahramanımız olmuştu, onu da kirletecekler diye endişe ediyorum.  Sakal bırakmalar, içki içmeler… Yaz döneminde Polat Alemdar’a, ne halt ettirmişlerse İnci, karnındaki bebeği ona isnat etme ihtiyacı duyuyor!

Bu mu yani bir karakterde yapabileceğiniz tadilat! Yahu, bir insan sonuna kadar mazbut kalamaz mı?

Diziyi yayınlama işini, Kanald D üstlendiğinde, ‘tamam, kesin karar verdiler, diziyi bitirecekler’ demiştim. Tıpkı Arsenal’ı yenen Galatasaray’ı aynı yıl bitirdikleri gibi! Kanal D’nin beceremediğini TNT’ye yaptırdılar. Ya senariste bir şeyler olmuş ya da TNT, Kanal D’den yavuz çıktı.

Bu haller, Polat Alemdar’a yakışmıyor beyler!

Benim eski bir abisi olarak Raci Şaşmaz’dan istirhamım, o sevimli yüzlü, bir tarafı Alp bir tarafı Eren Polat Alemdar’ı öldürsünler. Sonra şu kirli sakallı, içki içen, karıya kıza sarkan karakteri başrole getirsinler. 

Eğer ‘derin adamlarımız’ın kirliliklerini/pis işlerini göstermek için bunu yapıyorlarsa lütfen Polat Alemdar üzerinden yapmasınlar. Adam mı yok pislik karakterler yüklenecek!  Yapsın Memati o büyük hatalarından birini daha, vursun Polat’ı! Sonra da Necati Şaşmaz başka bir karakterle oyuna yeniden dâhil edilir. Ama lütfen Polat Alemdar’ın gençlerin kalbindeki hatırasını kirletmesinler!

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

Ben Türkiye’nin geleceğini çok parlak görüyorum. Bir düş görmüşüm, muhteşem! Balkanlardan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Asya steplerine her bir yerin büyük ve azametli bir ağacın gölgesinde huzur içinde barındığı günlerin geleceğini biliyorum. O ağaç benim ağacım… Farsıyla Kürdüyle, Azerisiyle Türkmeniyle,  Ermenisiyle Süryanisiyle, Arabıyla Acemiyle hepimizin aynı çatının altında aynı şarkıyı söylediğimiz cennetasa istikbalimiz! Fazla bir zaman da kalmadı.

Yakın bir gelecekte, Yusuf’(as)un “Ey babacığım işte bu benim rüyamın tahakkukudur’ dediği gibi, “işte bu,  gerçeğe dönüşmüş rüyamdır”  diyeceğim inşallah.

Birileri, Müslümanların ‘İslam Cumhuriyetleri Birliği’ kurabileceğine ihtimal veremiyor. Gerekçe olarak da 1400 yıllık Şia – Sünni çekişmesini gösteriyor. 

Acaba tabiatları nifak üzere sabit olmuş ve Kur’an’ın şehadetiyle kalplerinde birbirine karşı türlü nifak ve düşmanlık besledikleri haber verilen Hıristiyan toplulukları –zahirde bile olsa- ekonomik ve stratejik güç birlikteliği yapabiliyorlarsa,  neden sayısız benzerlik ve aynılıklarımıza rağmen biz Müslümanlar birliktelik kuramayalım?

Hem de kuracağız. Yeter ki Türkiye şu anayasayı milletin arzu ettiği kıvamda (Yani meşveret-i şeriyye çerçevesinde)  yapabilsin! O anayasayı ‘Şura’ prensibini esas alarak gerçekleştirsin.

Çünkü Bediuzzaman hazretlerinin buyurduğu gibi  ‘Asyanın bahtının miftahı meşveret ve şura’dır’ Yani Asya’nın yeniden ayağa kalkmasının yegâne yolu bugünkü ifade ile demokrasidir. Herkesin eşit olduğu, çoğunluğun dediğinin yapıldığı ama azınlığın da baskı görmeden yaşayabildiği bir düzen….

Ben buna demokrasi diyorum. Siz şeriat diyorsanız şeriat deyin! Tabii dinsize bile tahammül edebilecek bir şeriat ağlınız oluşmuşsa! Bendeniz,  önümüzde, içinde herkesin mutlu yaşadığı ve kimsenin münafıklık yapmaya ihtiyaç duymayacağı bir geleceğin bizi beklediğine inanıyorum. Ha geldi ha gelecek. Belki yarın belki yarından da yakın.

Bizim ulusalcılarımıza, hiçbir hayra taraf olmayan tahammülsüz beyaz Türklerimize rağmen, Kürtçü münafıklara, koynumuzda beslediğimiz kargalara ve işi gücü aramıza nifak tohumları ekip bizi birbirimize düşüren kirli ellere rağmen!

O güzel günler gelecek, Rumeli bostanları, Asya tarlaları İslam’ın ziyasıyla neşv u nema bulup yeniden bizim umut çiçeklerimizi açacaktır!
 

Haber 7