Mizah denince, Türkiye’de akla gelen birkaç isimden biri Birol Güven. “Ayrılsak da Beraberiz”, “Çocuklar Duymasın” , “En Son Babalar Duyar” ve son zamanların en çok konuşulan projelerinden biri olan “Seksenler” gibi pek çok dizinin senaristi. Beni çalışma arkadaşlarının etrafında oturduğu büyük bir masanın başında karşılıyor. Kolayca kaynaşıp başlıyoruz sohbete.
“Mizah güçlü bir iletişim üslubu ve maalesef iktidara karşı yapılan bir şey. İktidarın kendisinde olmayabilir. Tabii ki her türlü iktidardan bahsediyorum. Siyasi iktidar, paranın iktidarı, düşüncenin iktidarı, ailenin içindeki iktidar.
İktidara karşı yapılır, güce karşı yapılır mizah. Tanımlamak gerekirse böyle söyleyebiliriz. Televizyonda yoktur mesela çünkü televizyon da başka türlü bir iktidar yeridir aslında, medyanın iktidarıdır. Dolayısıyla bazı insanlar bizim yaptığımıza “mizah” dese de ben hiç o kelimeyi kullanmam. Biz eğlenceli şeyler yapıyoruz televizyonda ama mizahın ne olduğunu, nerede nasıl yapılması gerektiğini de biliriz…
– Yüzündeki manidar gülümseme kaybolmadan soruyorum. Bir “politik komedi” dizisi yazmayı düşünür müsünüz?
– “Düşünürüm, isterim de fakat bizim üzerimizde ciddi bir reyting baskısı var. Daha önceden politik komedi dizileri iyi reyting almadığı için yayından kaldırıldı. Dolayısıyla ben yayından kaldırılan bir şey yapmak istemem. Yapamayız zaten. Politik komediyi erkekler seyrediyor.
Kadınlar seyretmiyor. Kadınların seyretmediği bir şeyin televizyonda şansı çok yok. Belki doğru zamanda yapmak lazım. Bir yandan da kadınlar politize oluyor Türkiye’de yavaş yavaş. Belki kadınların politize olmasıyla bu konular da işlenebilir. Ama ben şu anda başka bir şey yapmaya çalışıyorum. Bir karar vermiştik “Mint”i kurduğumuzda. Belli ilkeler doğrultusunda, bu marka altında biraz kendimizi sınırladık. Marka algısıyla ilgili bir şey aslında.
Şöyle bir hedefimiz var. Tüm ailenin birlikte izleyebileceği gündelik hayat dizileri yapıyoruz. Bunun dışına çıkmıyoruz şimdilik.
– Birol Güven, dergiyi merak ediyor. “İktidar! Çok iddialıymış…” diyor. Siyasete uzak bir adam olmadığını ama yüzde yüz bir şeyin karşısında ya da yüzde yüz bir fikrin yanında olmadığını vurguluyor. Günümüz politik yaşamında komik bulduğu durumlar var mı merak ediyorum.
– “Her salı günü Türkiye’nin grup toplantılarında gerilmesi bana komik geliyor. İstikrarlı bir gerilim söz konusu. Hep beraber geriliyoruz. Yani komik değil de hiçbir konuda uzlaşamamak bana tuhaf geliyor. Çünkü ben yüzde yüz hiçbir yerde değilim. Bir tane oyum var mesela ama çantada keklik değil o oy, yani kimse bana güvenip seçime girmesin. Vermeyebilirim (!)”
– Çok nüktedan bulduğunuz siyasiler var mı?
– “Şu andaki mevcut siyasileri çok eğlenceli bulmuyorum açıkçası. Geçmişte tabii Demirel, Erbakan. Daha mı eğlenceliydi bilmiyorum ama Sırrı Süreyya Önder konuştu mu, bayılıyorum yani onun konuşmasına. O konuşsun istiyorum hep. Espri yapan insanları seviyorum zaten. Kötü bile olsa. Çünkü izafi bir durum söz konusu, size komik gelen bana gelmez, o çok önemli değil. Bir siyasetçinin espri yapma çabası beni mutlu ediyor.
– Birol Güven için samimiyet çok önemli ve samimi olabilmeyi mümkün olduğunca gerçek olabilmeye bağlıyor. “Ben bilim kurgu sevmem, masal bile sevmem” diyor üstüne basa basa. Son projelerinden biri olan Seksenler dizisi çok revaçta. “Ben o günleri birebir yaşadım, çok kolay o gerçekliği yakalamak benim için” dese de bence bir aile komedisinin içine 12 Eylül’ü gereğince yerleştirebilmek hüner işi. Seksenler dizisinde 12 Eylül’e değindiniz, zor oldu mu bir denge yakalayabilmek?
– “Zor olmadı. Bizim ilkelerimiz var, gündelik hayat anlatmak gibi. Orada da 1980’lerdeki gündelik hayatı anlatmaya çalıştık. Bu bence farklıydı, daha önce hiç yapılmamıştı. İşte 12 Eylül öncesi eylemciler geliyor, diyor ki “Dükkanları kapatın, zarar görmeyin”. Mesela o güne kadar hep bunu anlattı filmler, kitaplar ama o gün poğaçasını satamadı pastaneci, biz onu anlattık. Bu güne kadar hep duvarlara “Kahrolsun Faşizm” yazanların hikâyesi anlatıldı ama ilk defa olarak o duvarın sahibinin filmini çektik biz ve 12 Eylül’ün gündelik hayata etkisini anlatmaya çalıştık.
Bakın mesela 12 Eylül’den sonra konsey kararıyla bütün çöp tenekeleri siyah ve lacivert oluyor, iki renk. Mesela bunu hiç kimse anlatmadı Türkiye’de. Bu da işte darbelerin apolitik insanlara olan etkisiydi. O dönemde kimileri bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi düşünüyordu ama biz de diyoruz ki o zaman bile sizin gündelik hayatınızı etkiliyordu darbeler. Başka bir açıdan bakıyoruz. 12 Eylül yüzünden yapılamayan düğünleri, buluşamayan sevgilileri, işsiz kalanları gördük dizide. Mesela o gün bizim karakterlerimizden birinin 12 Eylül sabahı futbol seçmesi vardı ve gidemedi, futbolcu olamadı ve tüm hayatını etkiledi bu anlamda yani.
Sıradan insanlara çevirdik kameramızı, onlar olaylara nasıl bakıyordu, askere nasıl bakıyordu… Askeri alkışladık, o dönem alkışlandı asker. Tek tük itiraz edenler vardı, onları da gördük. Biz fotoğraf çekiyoruz. Türkiye’nin fotoğrafı 12 Eylül’de neyse onu çektik. Daha da devam ediyor süreç dizide. Ne yaşanmışsa hepsini göreceğiz. Şimdi anayasa oylaması var, sonra partiler kurulacak, yasaklılar var.”
– Bu bölümler yayınlandıktan sonra olumlu/olumsuz nasıl tepkiler geldi?
– “Çok ilginç, hiçbir taraftan negatif bir dönüş olmadı. Bu da beni rahatsız ediyor aslında, bir hata mı yaptık diye düşünüyorum. Herkes beğeniyor(!) Anladığım kadarıyla artık Türkiye’de herkes darbelerin iyi bir şey olmadığı konusunda hem fikir. Biz de sıradan insana “bak darbe kötüdür” dediğimiz için bize kimse itiraz etmedi diye düşünüyorum. Bir de adil olmaya çalışıyoruz. 12 Eylül sürecinde sadece solcular işkence gördü deseydik eminim eksik olurdu. Orada tabii ülkücülerin yaşadıklarına da biraz yer vermeye çalıştık. Çok az onları da gösterdik ama çocuklar da seyrettiği için depresif bir şey yapmamak adına çok fazla girmedik.”
– Konu 12 Eylül’e gelince sohbet koyulaşıyor. Fırsattan istifade, çok belli etmeden, gizli bir üslupla siyasi düşüncesini öğrenebileceğim bir soru cümlesi arıyorum ama vazgeçiyorum. Mizah üreten bir zekâya karşı duracak değilim ya. Taraf mısınız, nerede görüyorsunuz kendinizi?
– “Bazen AK Parti’nin bir argümanına evet olabilir diyebilirim, CHP bir şey söylüyor evet olabilir, BDP bir şey ortaya koyuyor, evet altına imza atabilirim, MHP bir öneri sunuyor, evet olabilir yani. Bazen hepsinin söylediği bir şeye karşı gelebiliyorum. Bunalımda mıyım ben?
Tarafsızım demek istemiyorum da bir tarafa yüzde yüz ait değilim. Ama dediğim gibi yani. Herkes keşke benim gibi olsa, insanlar uyanıp bir tarafta olmayı çok seviyorlar. Sorgusuz sualsiz. Bir de bu ülke her sabah ikiye bölünüyor. Futbolda, magazinde, orada burada…Hemen taraflar çatışmaya başlıyor. Ötekileştirme de büyük sorun bizim ülkemizde. Ben şuna inanıyorum bu ülke çok büyük, bu ülke hepimize yeter. Boşu boşuna bir didişme içinde olduğumuzu düşünüyorum. Ben özgürlükçü bir insanım, bırakalım herkes ne istiyorsa yapsın. Hiçbir şey olmaz, korkmuyorum özgürlüklerden.”
– Birol Güven, tüm kimliklerinden önce bir baba. MİNT Yapım ve MİNT Akademi’nin kurucusu, senaryo yazarı, bir ekip lideri. Kocaman bir iktidar dünyası var. Bu farklı iktidar noktalarında nasıl bir sistem kurmuş öğrenmek istiyorum. Mint’te işler nasıl yürüyor, firmadaki iktidarınızı nasıl dengeliyorsunuz? Hiyerarşi var mı?
– “Çok basit bir iktidardan bahsetmek mümkün burada. Burada iktidar izleyicinin elindedir, patron da izleyicidir. Eğer bir iktidar gücü hissettiriyorsam da izleyiciden kaynaklı bir güçtür o. Yani genel beğenilere, genel anlayışa aykırı bir şey yapmaya benim gücüm yetmez. Bizim sektörümüz çok ölçülen, test edilen bir sektördür. Reyting denen şeyle ölçülüyoruz, her gün bir karne var. Aslında patron o her sabah saat 10’da gelen listedir bizde. Bütün işler ona göre dizayn edilir. Bir patron algısına gerek yok medyada. Medya’da görev yapan en tepedeki insan bile seyircinin eğilimlerinin önünde duramaz, gücü yetmez. Hiyerarşiye gelince, Evet var, gerekli buluyorum çünkü. Keşke gerek olmasa demek isterdim. Bir sistem söz konusuysa maalesef hiyerarşi gerekli, maalesef bir ihtiyaç. İnşallah hiyerarşiye ihtiyaç olmadığı bir medeniyette yaşarız.”
– Mümkün olduğuna inanıyorsunuz yani?
– “Elbette, herkes ne yapması gerektiğini bilirse ve bu sorumluluğu yerine getirirse hiyerarşiye ihtiyaç kalmaz. Türkiye’de insanlar işlerini şöyle tarif ediyorlar, “Bir iş buldum, fıstık gibi bütün gün yatıyoruz.” veya “abi askere gittim, hiç nöbet tutmadım” Gurur duyuluyor bu durumla. Dolayısıyla ihtiyaç ortaya çıkıyor. Ben mesela hiç hissettirmem varlığımı, tabii bir sıkıntı yoksa. Yüzümü bile görmezler.
– Cevabını bildiğim bir soruyla devam ediyorum. Ailedeki iktidar durumu nedir peki?
“Ailede? Çocuk faşizmi. Ailede iktidar çocukların elinde. Açtığım, yanıtladığım tek telefon oğlumun, kızımın telefonu. Onların dediği oluyor. Oğlum 15 yaşında ama o iktidarın elinde olduğunun pek farkında değil. Bir de kızım var. “Çocuk-erkil” bir ailede yaşıyoruz. Sıradan günlerimiz, tatillerimiz, izlediğimiz filmler, televizyon kumandası… Dolayısıyla iktidar çocuklarda. Hatta faşizm söz konusu(!)
– Çocuklarınıza rehberlik edebiliyor musunuz?
– “Rehberlik edebileceğimizi zannetmiyorum artık çocuklara. Çünkü bence çocuklar yeni bir yazılımla doğuyor, bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Başka dünyanın çocukları onlar, sadece benim çocuklarım değil hepsi böyle. Onlarla konuşurken geri kafalı kaldığımı düşünüyorum. Bizim çocuklara “Bak doğru budur, böyle yapın” diyebilecek bir birikimimiz olduğunu düşünmüyorum. Bence onlar bize yol gösterir. Biz şu anda onları sadece engelleyebiliriz.”
– Çocuklardan bahsederken, diğer çocuklarından yani yeni projelerinden bahsediyoruz. “Doksanlar” çok yakında başlayacak. Çok yoğunlar ve heyecanlılar. Daha fazla vaktini almamak adına sohbeti sonlandırmaya çalışırken çok merak ettiğim bir konuyu birden anlatmaya başlıyor.
– “Ben hiçbir şey seyretmem. Yani sadece haberdarımdır. O konuda biraz farklı düşünüyorum. Ben özgün olmamı seyretmemeye bağlıyorum. İster istemez insan çok etkileniyor. Tabii biz büyük bir ekibiz ve bu ekip takip ediyor, her şeyi biliyor. Ben de bazı dizilerin bazı bölümlerini izliyorum, ilginç buluyorum.
Bir ara 24’ün fanıydım. Onu da maç seyreder gibi seyrederdim. Yormayan bir diziydi. Ama bana bir faydası veya zararı yoktu. Etkilenmiyordum. Benim alanım olan bir şeydi neticede, polisiyeydi.”
Mint Yapım’ın güzel bahçesinden, oyunculuk eğitimi veren Mint Akademi’nin binasına geçiyoruz. Atıl durumda bir ilkokul binasını büyük emek ve titizlikle restore ettirmiş Birol Güven.
Elinin değdiği her işe kattığı detaycılığı burada da kendini gösteriyordu. Birol Güven’le konuştuktan sonra mizahın ciddi bir iş olduğunu bir kere daha ciddi ciddi düşünmemek elde değildi doğrusu.
Rota Haber