Yazarlar gündemi nasıl yorumladı?

Olaylar
Star Gazetesi’nden Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Salih Tuna; Yeni Şafak’tan Abdulkadir Selvi, Taha Kıvanç, Salih Tuna; Akşam’dan; Emin Pazarcı, Turgay Güler Sabah’tan H...
EMOJİLE

Star Gazetesi’nden Fehmi Koru, Mustafa Karaalioğlu, Salih Tuna; Yeni Şafak’tan Abdulkadir Selvi, Taha Kıvanç, Salih Tuna; Akşam’dan; Emin Pazarcı, Turgay Güler Sabah’tan Haşmet Bababoğlu, Engin Ardıç; Zaman’dan Mümtazer Türköne; Radikal’den Cengiz Çandar; Vatan’dan Okay Gönen, Ruşen Çakır bugün seçim gündemiyle ilgili önemli konuları ele alıyor. İşte gündemden habersiz kalmamak için okunması gereken yazılar…

FEHMİ KORU

Seçimden kim karlı çıktı?

Ne oldu? Galiba söylenebilecek ilk şey, siyasete siyaset dışı müdahaleye milletin tepki gösterdiğidir… Yalanla, dolanla ve sonunda en mahrem devlet konuşmasının dinlenip yayınlanmasıyla kanaatleri değiştirebileceklerini sananlar, Türkiye’nin istedikleri sonucu alabildikleri başka ülkelerden farklı olduğunu anladılar…

Umarım, anlamışlardır…

Türkiye 150 yıldan uzun bir süredir sandıklı bir sistemle yönetiliyor; sandığa gitme ve kendimizi yönetmesini istediğimiz kadrolar için oy kullanma alışkanlığımız hayli zengin. Askeri müdahalelerle demokrasinin kesintiye uğratıldığı dönemleri geride bırakmanın yolunu da her zaman bulmuş bir milletimiz var. Vesayeti, evet Ak Partili dönemde geride bıraktık ve bunda iktidar partisinin rolü çok belirleyici; ancak Ak Parti’ye o misyonu veren de yine bu milletti…

Aslında ‘yerel’ tercihlerin belirlemesi beklenebilecek bir seçimin, ardından gelen cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin akıbetini de etkileyecek biçimde manipüle edilmek istendiğini anlayınca millet… Gerekli cevabı sandık başına giderek vermeyi bildi.

Şunu bilemiyoruz: Acaba CHP (bir noktaya kadar MHP de) siyaset dışından uzatılan yardım elini kabul etmek yerine kendi güçleriyle bu seçim sınavına gitselerdi, sonuç şimdikinden farklı olur muydu? İradeleri üzerine ipotek konmak istendiği için alarma geçmek yerine, seçmenler, serbest iradeleriyle hareket etselerdi, belki de sandıktan çok daha değişik bir tablo çıkabilirdi…

Galiba bu seçimin kesin mağlubu olan CHP, esas ‘tarihi yanılgıyı’, tabanına, dışarıdan uzatılan eli sıkarak şimdi yaşattı…

Ak Parti seçmeninin zihnini karıştırma amacıyla yapılan siyasete siyaset dışı müdahale, öyle anlaşılıyor ki, CHP seçmeninin partisine olan inancını zayıflattı… Kemal Kılıçdaroğlu partisine iktidar yolunu açacağı beklentisiyle girdiği yanlış ittifaktan, daha önce CHP’li başkanlara sahip bazı illeri de kaybederek mağlubiyetle çıktı.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

EMİN PAZARCI

Paralel Hezimet

üneccim değilim ama görünen köy kılavuz istemiyordu. Günler öncesinden yazmıştım. Seçime hile karıştırıldığını iddia edeceklerini ortaya koymuştum. “Çamura yatacaklar” demiştim. 

Aynen öyle oldu. Bu satırların yazıldığı saatlerde, geleneksel “oylar çalındı” festivali başlamıştı! 

Çünkü… 

Kendilerini öylesine şartlandırmışlardı ki… Öylesine halktan kopuklardı ki… Başbakan Erdoğan’a o kadar düşmanlık besliyorlardı ki… AK Parti’nin büyük bir hezimet yaşayacağına kendilerini o kadar inandırmışlardı ki… 

Hiç beklemedikleri bir sonuçla karşılaşınca büyük hayal kırıklığına uğradılar. Dengeleri bozuldu. Böylesine tepki vermeleri son derece doğal. 

Oysa, Türkiye hâkim teminatında seçim yapan dünyanın ender ülkelerinden biri. Ayrıca, dün seçimde her sandıkta partilerin temsilcileri vardı. Hepsi de sandık tutanaklarını aldı. Bunlar parti genel merkezlerine kadar ulaştı. Nerede ne olduğunu, hangi sandıktan ne kadar oy çıktığını herkes biliyor. 

Kısacası, kimsenin kimseden bir şey kaçırması mümkün değil. Öyle düşünenler varsa, itiraz yolu da açık. 

O yüzden, koparılan yaygaranın hiçbir anlamı yok. 

Üstelik ortaya çıkan bu sonuç, kamuoyu araştırmacılarınca önceden belirlenen rakamlarla da örtüşüyor. Seçim öncesi üç aşağı beş yukarı bu tablo görünüyordu. 

Sadece belli kesimler inanmadılar, hepsi o kadar. 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

TURGAY GÜLER

Kedi buysa ciğer nerede?

Çok şükür. 

Türkiye bir demokrasi sınavından daha alnının akıyla çıktı. 

Son sözü yine millet söyledi. 

Dağdaki çoban, şehirdeki bidon kafalı, bilmem neredeki göbeğini kaşıyan adam! 

Çocuk bakıcısı Nermin! 

İSKİ emeklisi bilmem kim! 

Evet son sözünü söyledi. 

Gerçek operasyonu, operasyonun büyüğünü sandıkta yaptı. 

Seçimden önce ne demişlerdi hatırlayın? 

Bu seçim bir genel seçim sayılır.  

Bu seçim bir güvenoyudur. 

Bu seçim çok tarihidir.  

Çok önemlidir. 

Çok şöyledir, çok böyledir.  

Evet aynen öyledir. 

Ve işte sonuç ortada. 

Millet, “Erdoğan’a güvenim tam” dedi. 

“Dik durmaya devam et, eğilme” dedi. 

“Bu son çeteden ülkeyi kurtar” dedi. 

Bir önceki yerel seçimde verdiği desteğin daha da üstüne çıktı. 

Gelelim madalyonun öbür yüzüne. 

Bu sonuçların ardından Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’nin bir balkon konuşması yapması gerekiyor. 

İlk ve son balkon konuşması. 

Kabul buyururlarsa o balkon konuşmasının tek cümlelik metnini ben kaleme alayım. 

“İstifa ediyorum”. 

Tek gerçek budur. 

Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli kendilerine gönül vermiş tabanlarından özür dileyerek istifa etmelidirler. 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

​ABDULKADİR SELVİ

Ses ver Pensilvanya

Türkiye tarihinde eşi görülmemiş saldırıların, 17 Aralık darbe girişiminin, kasetlerin, yasa dışı dinlemelerin kara propaganda adına her şeyin sergilendiği bir sürecin sonunda sandığa gidildi.

Ve millet, yerel seçimlerde AK Parti’ye, genel seçime yakın bir destek verdi.

30 Mart yerel seçim sonuçları, bu milletin sandıkta yeni bir şahlanışı demektir.

30 Mart yerel seçim sonuçları aynı zamanda milletin, Pensilvanya’ya, twitter partisine, Mustafa Sarıgül’e yaptığı balans ayarıdır.

Şimdi herkese düşen, milletin kararına saygı göstermek ve sandıktan çıkan mesajı iyi analiz etmektir.

Bu sonuçlar Yılmaz Özdil’in, ‘Bidon kafalı’, Mine Kırkkanat’ın, ‘Kıllı bacaklı’, Cüneyt Özdemir’in, ‘Makarna yediği için kısa boylu’, Nazlı Ilıcak’ın, ‘Taşralı, pis köylü’ diye küçümsediği, adam yerine koymadığı, ‘Hasoların, memoların’ verdiği derstir.

Bu sonuçlar aynı zamanda Gazze’li Yusuf’un, Arakanlı Muhammed’in, Mısır’lı şehit Esma’nın duasının, davasının, umudunun sahipsiz kalmadığının göstergesidir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

OKAY GÖNENSİN

Tahlili en kolay seçim

Demokrasi kazandı, diye giriş yapmak fazla âdettendir, ama bu seçim demokrasinin, demokrasinin temeli olan sandığın anlamının çok fazla ortaya çıktığı bir seçim oldu.

Her şeyin döküldüğü, çok sert mesajların verildiği, her şeyin en sert şekilde tartışıldığı bir seçime katılım oranının yüksekliği, halkın tümünün açık bir fikri olduğunu gösterdi.

Yerel seçimin AKP iktidarı için bir tür referanduma, hatta cumhurbaşkanı seçimi için bir tür ilk tura dönüştüğü fikrine halkın tümünün katıldığı da anlaşıldı.

Muhalefetin gerçeği

Sonuçların tahlili de kolaydır, AKP net bir seçim başarısı kazanmıştır. Bu sonuçlarla ilgili şaibe yaratma çabaları da nafiledir, bu çabaların içine girenlerin ancak kötü niyetlerinden kuşkulanılabilinir.

Dün gecenin sıcaklığı içinde görülebilecek bazı çıkışların, seçim sonuçlarıyla ilgili şüphe yaratma girişimlerine dönüşmesi sadece ayıp değil, demokrasiye kasıt anlamı taşır.

AKP’nin bir önceki genel seçimlere göre çok az sayılabilecek bir oy kaybına uğramış olması, muhalefetin asıl üzerinde düşünmesi gereken gerçektir.

Erdoğan’ın karşısındaki koalisyon hem kuvvetliydi hem kararlıydı. Ama Türk halkı koalisyona itibar etmedi, AKP’nin Türkiye’yi yönetmeye devam etmesini istediğini söyledi.

Net mesajlar

On iki yıldır iktidarda bulunan bir siyasi partinin, iki referandumla birlikte 8’inci kez galip çıkması, açık ara galip çıkması çok şey anlatıyor.

Birinci anlattığı şudur: Türk halkı, CHP-MHP koalisyonu gibi bir siyasi iktidarı kesinlikle istemiyor.

İkinci anlattığı da şudur: Siyasi iktidarın meşru olmayan yollarla gönderilmesini onaylamıyor.

Ve üçüncü anlattığı: Türk halkının ne istediğini, ne beklediğini, aslında sağda bir siyasi parti olan CHP hiç anlamamıştır, anlamaya da niyeti yoktur.

Son olarak: Seçmen karşı koalisyonun siyaseti germesinden, sokağın ısıtılmasından hiç memnun değildir.

Şunu da açık olarak belirtmek gerekiyor: Bu seçim sonuçları Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığının yolunu da açmıştır, halk bunu da açık olarak işaret etmiştir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

VEDAT BİLGİN

Bugün yeni bir gündür

Her seçimi, milletle yeni bir sözleşme, yeni bir mutabakat imkanı olarak düşünürüm. Bugün de böyle bir gündür. Yeni bir başlangıç yapmak için, öncelikle milletin tercihini doğru okumak gerekir. Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tabloyu, milletin talep listesi olarak değerlendirip, hassasiyetlerini anlamak için ele almak doğru olacaktır. 

Mahalli bir seçimin şartlarını fazlasıyla aşan bir süreç tamamlanmış bulunmaktadır. Yaşanılan olağanüstü olaylar, 17 Aralık’tan itibaren ülkemize yapılan saldırıların, bütünüyle bir “istikrarsızlaştırma stratejisine” dayandığına şüphe yoktur. Nihai saldırının veya “ihanet”in ortaya çıkması, aslında milletin sağduyusuyla, tarih bilinciyle oluşturduğu, sahip olduğu kanaati, kesin bir karar dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. 

Milli güçler duruma hakim 

Kısaca bugün, yeni bir gündür ve yeni bir başlangıç yapmak için “yeni bir stratejik değerlendirmeye” ihtiyaç vardır. Burada, özellikle tespit edilmesi gereken bazı hususların altını çizmek gerekir. Seçim öncesi ülkeyi istikrarsızlaştırmak, bir kaos ve belirsizlik ortamına sürüklemek isteyenlere karşı verilen cevap milletin, bütün meselelerin  “demokrasi içinde çözülmesine inandığını” ve böyle bir bilinçte hareket ettiğini ortaya koymuştur.

Bu tavır ve kararlılığın, yeni bir dönemi başlatmak için neden önemli olduğu şöyle açıklanabilir: Birincisi; ülkenin, artık “demokrasi dışı yöntemlerle” yolunun kesilmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Bütün kışkırtmalara rağmen, insanımız barış içinde bir seçime ulaşma konusunda sabırlı ve kararlı davranarak bunu açıkça ifade etmiştir. İkincisi bunca darbe ve müdahale yaşamış olmasına rağmen, devletin içinde çeşitli örgütlenmelere ve tahriplere karşın, halk “devlete güven” duymuştur. 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

RUŞEN ÇAKIR

Gülen kaybetti, Erdoğan güldü

1987’den beri gazeteci olarak seçimleri takip ediyorum, teknolojinin ve medyanın bu kadar gelişmiş olmasına rağmen bu kadar tartışmalı bir seçime tanık olmamıştım. Anadolu Ajansı ile Cihan Haber Ajansı‘nın özellikle ilk sonuçlarda birbirine taban tabana zıt rakamlar açıklaması nedeniyle oluşan kafa karışıklığının bedelinin çok ağır olacağını, Türkiye’nin uzun bir süre bu seçimlerin sonuçlarını tartışacağını düşünüyorum. Diğer bir deyişle olay karakolda biteceğe benziyor, ama işin acısı Türkiye’de sorunları, tartışmaları, anlaşmazlıkları çözebilecek herhangi bir “karakol” bulunmuyor. Bağımsız ve tarafsız yargı konusunda zaten kötü bir durumdaydık, 17 Aralık sürecinde hükümetin yaptığı müdahalelerle berbat bir hâle geldik. Dolayısıyla özellikle kıran kırana yarışların olduğu seçim bölgelerinin sonuçları, hele iktidar partisi lehineyse, toplumun geniş bir bölümü tarafından kabullenilmeyecektir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

SALİH TUNA

Beyler Nereye?

Refik Halit Karay, İttihatçı kafayı hülasa etmek için, ‘Ermeni mi? Kes kafasını… Rum mu? Al parasını… Arap mı? Çek ipe… Türk mü? Sür savaşa…’ demişti.

Kürtler mi?

Onlara torpil geçilmiyordu herhalde; ‘Türklük kapsamında’ savaşa sürülüyorlardı elbette.

Zaten o vakitler Türklük algısı, İsmet Özel’in son yıllarındaki algısına epey benziyordu.

Mesela, Teşkilatı Mahsusa’nın son dönem başkanlığını ifa eden ve Gazi Paşa’nın çok büyük iltifatlarına mazhar olan emekli Süvari Albayı Hüsamettin Ertürk, Türk dostu dediği Mareşal Budiyeni’nin, ‘Türklere ve Müslümanlara karşı düşman bir his taşımamasını’ annesinin Kürt olmasına bağlıyordu: ‘Anası Müslüman olan ve kanında Türklük bulunan bu asker…’ (Özel’in kavline göre, ‘Müslümanlık’ diye ayrı bir kategoriden bile söz edilemez.)

Ne kadar sorunlu bir mülahaza olursa olsun, Hüsamettin Ertürk’ün tefrik yerine mezcetmeyi seçtiği besbelli.

Kürt anadan neşet eden ‘Türklük’ algısı da başka şekilde izah edilemez.

Takdir edersiniz ki, işi kafatası ölçümlerine vardıran ırkçı ayrımcılıktan çok farklı bir telakkidir bu.

Birinci Meclis sonrası dönemlerde Kürtlerin ontolojik hakları gasp edilmiş, daha sonra da büsbütün varlıkları inkâr edilmişti.

Bu da Kürt-Türk çatışmasının doğal zeminini oluşturmuştu. Bu zemin üzerinden de Öcalan’ın deyimiyle, ‘vekaleten bir savaş’ yürütülmüştü.

Uzun lafın kısası, İttihatçıların ‘Türk mü? Sür savaşa…’ evresinden, Kemalistlerin ‘Türkü Kürdü birbirine kırdırma’ evresine geçilmişti.

Maksat bu ülkenin sömürgeleştirilmesiydi.

Markar Esayan’ın son derece yerinde tespitiyle, ‘200 yıllık Batıcılaşma süreci, Osmanlı ve Türkiye’nin sömürgeleştirilme sürecidir…’

Bunun için de ‘komplocu-darbeci rejimin’ vesayeti sürgit devam etmeliydi.

Zülüm bu vesayetin doğal sonucuydu.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

TAHA KIVANÇ

Kazananın kim olduğunu siz biliyorsunuz; ya firmalar?

Katılım sanıldığından yüksek olabilir.

Yaşlı mı yaşlı bir kadını iki genç plastik bir sandalyeye oturtmuş, âdeta uçurarak merdivenlerden çıkarıyorlardı…

Hayatında ilk kez Çin’e yolu düşen bir dostumun “Şanghay’da yolda geçireceğimden daha az bir süre kalacağım” sözünü açmak üzere kullandığı, “Seçime yetişmem lâzım, anlıyorsun ya” cümlesi…

Gözlemse, gözlemim bunlar…

Herkes heyecanlı da, bazıları herkesten daha heyecanlı bu seçimde… Kimi neredeyse hayatını ortaya koydu tuttuğu partinin kazanması için; kimi de daha önce hiç oy vermediği partiyi kazandırmak için… Önceki her seçimde, “Bu defa işleri tamam” haberine güvenerek taraf belirlemiş olanlar var ve onlar da kendilerine ‘özel’ olduğu belirtilerek gösterilmiş anket sonuçlarının doğru çıkmasına bel bağlamış durumdalar…

Eski Bâbıâli diliyle konuşursak ‘kader seçimi’ bu çokları için…

Anket ve araştırma firmaları için de öyle…

Her seçim öncesinde vardıkları sonuçlar arasında farklar bulunmasına alıştığımız araştırma firmaları bu defa da ayrı tellerden çaldılar. Ak Parti’ye yüzde 49’u münasip gören de vardı aralarında, yüzde 30’u bile çok göreni de…

Tahmin edeceğiniz çevre, seçime beş kala, sosyal medyadan, “Ak Parti’nin oyu yüzde 28’e düştü” sevincini taşıyan mesajlar gönderdi.

Yıllardan beri, her seçimin ertesi günü çıkacak Kulis’i anket değerlendirmesine ayırırım; şimdi bunu daha büyük bir görev aşkıyla yapıyorum. Size burada sunacağım rakamlarla gazetenin birinci sayfasında karşılaşacağınız seçim sonuçlarını mukayese ettiğinizde, hangi firmanın, anket yarışından yüzü ak çıktığını anlayacaksınız…

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

MUSTAFA KARAALİOĞLU

Milli irade böyle konuşur

Siyasi tarihimizin değişmez bir tecrübesi var… Toplum ne zaman darbe görürse veya darbe kokusu alırsa o zaman gerekeni yapıyor.Dün, tarihin 30 Mart 2014 olarak kaydettiği gün de bunu yaptı. Türkiye, darbe varsa demokrasinin de olduğunu tarihe ve dünyaya gösterdi. 

Evet, bu toprakların, bu toplumun; Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Sünnilerin, azınlıkların, çoğunlukların, hepsinin birden taşıdığı yüksek bir demokrasi duygusu var. Bu, en gergin zamanlarda, en endişeli mevsimlerde bile kaybolmayan bir duygudur. Tepeden inmecilerin, laikçilerin, eski sermayenin, eski seçkinlerin, ötekini tanımayanların, bencillerin, şımarıkların, züppelerin anlayamayacağı bir duygudur. Güçlüdür, sarsıcıdır, yakıcıdır…

Sokakta coşmaz, sokakta coşanı bir yere kaydeder…

Yakın yıkmaz, yakıp yıkanı hafızasına nakşeder…

Ağzını bozmaz, küfretmez; küfredeni affetmez…

Bağırıp çağırmaz, bağırıp çağıranı deftere yazar…

Din ticaretinden hazzetmez, yapanları okyanus ötesinden bile tanır…  

Vesayet rüyası görmez vesayetçiyi hangi kıyafetle gelse iyi tanır…

Sandığı bekler; bir konuşur pir konuşur.

O duyguyu tanımayan, tanımazdan gelen tecrübeyle sabittir ki çok acı çeker.

30 Mart işte bu duygunun, bu sarsılmaz demokrasi iradesinin zaferidir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

HAŞMET BABAOĞLU

Bir “kültürel sınıf”ın çöküşü!

Otuzlarının başında ama ruh ergen. 

Öğretim en iyi okullardan ama eğitim dökülüyor.

İyi niyetli fakat ezberleri öyle kuvvetli ki, zihnindeki malzeme akıl yürütmeye yetmiyor.

Gördüğü üç beş şeyi, tattığı birkaç lezzeti ve kendini güvenlik içinde hissettiği dar çevresini dünyanın ta kendisi sanıyor.

Ve sonra soruyor… 

“Beyaz Türk denince ilk akla gelebilecek adamlardansın, neden Beyazları eleştiriyorsun?”

Ona “Beyaz Türk dediğimiz şey doğuştan gelen bir özellik, oturduğun semtten geçen bir virüs değil ki” diyorum.

Ekliyorum: “Bu her şeyden önce bir zihniyet; bir sosyalsiyasal ve sınıfsal duruş!” 

İşi iyice basitleştiriyorum: “Zencilerin varsa; kendin gibileri seçkin görüp ötekileri hayatın güzelliklerini hak etmeyen hizmetçiler gibi görüyorsan, şu meşhur ‘dağdaki çoban’ın aklıseliminden şüphe duymayı normal buluyorsan, beyazsın!”

Anlamıyor, anlamıyor…

Anlamadığını, hemen birtakım “esmer” ve “aşağı” katmanlar ve gruplardan söz etmeye başlayarak gösteriyor. 

“Şimdi oy atmaya gidecek, nereye mühür basacaklarını bile bilemeyecekler” diyor.

Gülümsüyorum… 

“Bir nevi Kılıçdaroğlu gibi değil mi, geçen seçimde oy kullanacağı yeri bulup oy atamamıştı” diyorum. 

“Pek beyaz, pek iddialı Cumhuriyetçi hanımlar bir ara hem Tuncay Özkan’a, hem CHP’ye oy basmışlardı da, oyları mecburen geçersiz sayılmıştı, onu mu anlatıyorsun?” diye takılıyorum.

Yine de anlamaya yanaşmıyor.

Dönüp dönüp bina okuyan bir kültür(!) var 

çünkü. 

Zihni perde gibi örten ama dünyaya açık olduğunu vaz eden bir eğitimöğretim… 

Bitirmiş bu çocukları! 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

ENGİN ARDIÇ

Film daha yeni başlıyor

Film daha yeni başlıyor

Bir koşu gittim oyumu verdim, geldim yazıya oturdum.

Seçim sonuçlarının açıklanmasına saatler var. Ne yazık ki bu sayfanın gazetecilik deyimiyle “bağlanmasına” daha az bir süre kalıyor, yani seçim sonuçlarını bekleyip değerlendirme olanağım yok… Eski okurlarımız daha önceki seçimlerden de bilirler.

Eh, biz de iki gün susarız. Yarın da “boş” günüm (AKP’ye oy vermeyi “aşağılık bir davranış” olarak niteleyen Amerikan çocukları buna “off” derler.

Halktan tiksinen solcular!) 

Zaten o “hemen bir laf yumurtlama” zorunluluğuna da oldum olası ille- tim…

Televizyonda çok başıma geldi: Seçim biteli henüz yarım saat olmuş, gele gele sekiz sandıktan sonuç gelmiş, dayarlar ağzına mikrofonu: Yorum yap!

Kardeşim bu programa yorum yapmaya geldiysek Nasrettin Hoca’lık yapmaya gelmedik… O kadar da hazırcevap değiliz…

Hele dur bir nefes alalım, bir kafamızı toplayalım…

İyice şişmiş olan kafamızı.

Yay gibi gerilmiş sinirlerimiz hele bir yatışsın.

Siz bu satırları okuduğunuzda ortalık kaynıyor olacak.

Ortalık dediğim, gazete sayfaları yani.

Hele “ihvanı” bir görelim.

Bakalım medya ağalarının bazı yanaşmaları neyi nasıl kıvırtacaklar, kazı yanmasın diye ne yana çevirecekler?

Bakalım “bertaraf” olmaya aday “Pennsylvania tarafı organı” ne gibi entel şaklabanlıklar yapacak?

Bakalım paralel cemaatin, onun kadar gizli olmayan, daha “yekten” yayın organlarının doğruları yazsa karısı boş düşecek ihvanı, bir ayağının üstüne hangi yalanları uyduracak?

Ne sandınız, film bitmedi, asıl şimdi başlıyor.

Buraya kadar “fragmanları” izlemiştiniz.

Casus avı da başlıyor.

Aklınız fırtacak, altından çıkanları gördükçe…

Bakalım dışarıdan yemlenenler yediklerini nasıl kusacaklar?

Sapıtanlar, azanlar, kuduranlar, gözü dönenler, ipin ucunu kaçıranlar, aklını peynir ekmekle yiyenler, zıvanadan çıkanlar…

Ve korkunç bir yüzsüzlük, inanılmaz bir pişkinlikle nasıl yeniden saldırıya geçecekler? Kaldıkları yerden nasıl devam edecekler?

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

MÜMTAZER TÜRKÖNE

Nerede kalmıştık?

Savaş, bir dizi muharebeden meydana gelir. Başbakan, bu yerel seçimleri bir savaş ilanı şeklinde yürüttü.

17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının, kendisini yok edecek sonuçlar doğurmasını engellemek üzere kıyasıya bir savaşa girişti. Bir ölüm-kalım savaşı yürüttü. Savaş mahallini seçim sandıklarına, en iyi bildiği alana taşıdı. Kazandı mı? Hayır. Kaybetti mi? Yine hayır. Kazanmadığı veya kaybetmediği şey, bir dizi muharebeden sadece ilki. Sonucu belirleyecek muharebeye varana kadar sürdürmesi gereken bir savaş var önünde. Sürdürebilir mi? Siyasî soluğu, yürüttüğü savaşın sonunu görmeye yeter mi? Bu sorunun cevabını, “Nerede kalmıştık?” diye soranlar verecek. Kim bunlar?

Erdoğan’ın hemen yanı başından başlayalım. Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un dediği gibi, sandıkta oyların sayıldığını, yargıda ise tartıldığını bilen AK Parti’nin ana kadroları Başbakan’ın miting meydanlarında yürüttüğü savaşa çok düşük profille katıldılar. Bütün seçim boyunca, Başbakan’ın saldırgan ve ayrıştırıcı üslubunu tekrarlayan kaç önemli isim var? Bakanlar Kurulu’nda ve AK Parti’nin merkez heyetinde yer alan isimlerden kaçından “paralel devlet” lafını işittiniz? Kaçı bu ülkenin gerçekten bir İstiklal Savaşı yürüttüğüne inanıyor? Yerel seçimlerde kaç politikacı, yolsuzluk suçlamalarına karşı İstiklal Savaşı yürüten başkumandanın peşinde yalın-kılıç yer aldı? Erdoğan, bizlere, tıpkı Nasreddin Hoca gibi, samanlıkta kaybettiğimiz anahtarı dışarıda aydınlıkta aratmaya kalkıyor. Seçim gündemi kalktıktan sonra, yürümeyen yolsuzluk soruşturmalarının akıbetini bütün dikkatimizle mahkeme kapılarında aramamıza engel olmaya gücü yetecek mi? Demokrasiler yavaş ve masraflı işleyen yönetimlerdir. Sabra ve zamana ihtiyacımız varsa, bekleriz.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

CENGİZ ÇANDAR

Herkes için ‘Pyrrhus Zaferi’

Herkes için ‘Pyrrhus Zaferi’

Kim nerede, hangi oranda kazanmış olursa olsun, bu seçim, her kazanan için ?ve her yerde- bir ‘Pyrrhus Zaferi’dir.

Seçim öncesi Türkiye kutuplaşması, seçim gecesi sonuçların açıklanmasında bile kendini gösterdi. ‘Yarı-resmi’ unvanı ile bilinen ama artık ‘AKP’nin resmi sözcüsü’ haline dönüşmüş bulunan Anadolu Ajansı ile bundan önceki seçimlerde verdiği sonuçlar güvenilir bulunan Cihan Haber Ajansı’nın sandıklar açıldıktan sonra verdikleri rakamlar arasında hiçbir yakınlık yoktu. Türkiye’deki ‘kavga’, ajans haberlerinin seçim sonuçlarına bile yansımıştı. 

AKP iktidarının uzunca bir zamandır sergilemiş olduğu ‘anti-demokratik hoyratlık’, seçim gecesi de kendisini akıl almaz sayılardaki ve uzunluktaki ‘elektrik kesintileri’yle yine gösterdi. Seçim öncesinde, özellikle sosyal medya ortamında üzerine basa basa, seçim güvenliğine gölge düşürecek ‘elektrik kesintileri’ne dikkat çekiliyordu. 

Bunun aynen vaki olması, göstere göstere yapılması, iktidarın pervasızlığının yansıması olduğu gibi, önümüzdeki aylar için de hiç ‘iç açıcı sinyal’ değil. 

Aslında, seçim günlerinin geceleri saatler 21’i gösterdiğinde, ‘trend’ bir hayli ortaya çıkmış olurdu. 30 Mart seçimlerinde böyle olmadı. Ne ülke çapında oy oranlarını isabetli biçimde kestirebilmek mümkündü ne de partilerin ülke çapındaki oy oranları kadar önem taşıyan İstanbul ve Ankara’da belediye başkanlığını kimin kazanmış olduğu kesinlikle anlaşılabilmişti. 

Bu yazı yazıldığı sırada, Ankara’da Mansur Yavaş, seçimi kazanmış olduğunu televizyon ekranlarından ilan etmişti ve İstanbul’daki yarış kıran kırana devam etmekteydi.  ‘Trend’in bile ortaya çıkması, seçim gecesi gecikmiş olan böylesine gecikmiş bir seçim fotoğrafının en ya da bu yazının yazıldığı an itibariyle tek net görüntüsü varsa, o da Türkiye’nin Güneydoğu’su, Kürtlerin ‘Kuzey Kürdistan’ına ait sonuçlar. BDP’nin burada çok önemli bir seçim zaferi kazandığı pek tartışma götürmez. 

Kim nerede, hangi oranda kazanmış olursa olsun, bu seçim, her kazanan için ?ve her yerde- bir ‘Pyrrhus Zaferi’dir. Seçim öncesi Türkiye kutuplaşması, seçim gecesi sonuçların açıklanmasında bile kendini gösterdi. ‘Yarı-resmi’ unvanı ile bilinen ama artık ‘AKP’nin resmi sözcüsü’ haline dönüşmüş bulunan Anadolu Ajansı ile bundan önceki seçimlerde verdiği sonuçlar güvenilir bulunan Cihan Haber Ajansı’nın sandıklar açıldıktan sonra verdikleri rakamlar arasında hiçbir yakınlık yoktu. Türkiye’deki ‘kavga’, ajans haberlerinin seçim sonuçlarına bile yansımıştı. AKP iktidarının uzunca bir zamandır sergilemiş olduğu ‘anti-demokratik hoyratlık’, seçim gecesi de kendisini akıl almaz sayılardaki ve uzunluktaki ‘elektrik kesintileri’yle yine gösterdi. Seçim öncesinde, özellikle sosyal medya ortamında üzerine basa basa, seçim güvenliğine gölge düşürecek ‘elektrik kesintileri’ne dikkat çekiliyordu. 

Bunun aynen vaki olması, göstere göstere yapılması, iktidarın pervasızlığının yansıması olduğu gibi, önümüzdeki aylar için de hiç ‘iç açıcı sinyal’ değil. Aslında, seçim günlerinin geceleri saatler 21’i gösterdiğinde, ‘trend’ bir hayli ortaya çıkmış olurdu. 30 Mart seçimlerinde böyle olmadı. Ne ülke çapında oy oranlarını isabetli biçimde kestirebilmek mümkündü ne de partilerin ülke çapındaki oy oranları kadar önem taşıyan İstanbul ve Ankara’da belediye başkanlığını kimin kazanmış olduğu kesinlikle anlaşılabilmişti. 

Bu yazı yazıldığı sırada, Ankara’da Mansur Yavaş, seçimi kazanmış olduğunu televizyon ekranlarından ilan etmişti ve İstanbul’daki yarış kıran kırana devam etmekteydi.  ‘Trend’in bile ortaya çıkması, seçim gecesi gecikmiş olan böylesine gecikmiş bir seçim fotoğrafının en ya da bu yazının yazıldığı an itibariyle tek net görüntüsü varsa, o da Türkiye’nin Güneydoğu’su, Kürtlerin ‘Kuzey Kürdistan’ına ait sonuçlar. BDP’nin burada çok önemli bir seçim zaferi kazandığı pek tartışma götürmez. 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…