TSK’daki intiharların sebepleri neler?

Olaylar
Ekrem Ata’nın yazısı Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün TSK’lerinde son 10 yılda 934 erbaş ve erin intihar ettiğini ve gene aynı dönemde şehit sayısının is...
EMOJİLE

Ekrem Ata’nın yazısı

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün TSK’lerinde son 10 yılda 934 erbaş ve erin intihar ettiğini ve gene aynı dönemde şehit sayısının ise 818 olduğunu açıkladı. Yani intihar sayısı şehit sayısından fazla idi. Haklı olarak haber medyada geniş yer buldu. Son 10 yıllık veriler incelendiğinde TSK’de ortalama her yıl 100 personel intihar etmiş görünüyor. 100.000 kişide 16 personel gibi bir intihar ortalaması karşımıza çıkıyor. Ama Türkiye geneline bakıldığında ise intihar oranı her yıl 100.000 kişide sadece 4 oranı ile dünyadaki 79 ülke içinde 65 nci sırada. Yani bayağı gerilerdeyiz.
TSK içinde ise Türkiye ortalamasının 4 katı üzerinde intihar hadisesi yaşanıyor.

Ayrıca erbaş ve erin 24 saatinin gözetim altında olduğu, intihar eğiliminde olan personelin mutlaka değişik emareler gösterdiği ve bunun kolaylıkla anlaşılabildiği, asker alımında da detaylı muayene süreci yaşandığı göz önüne alınırsa olayın vahameti daha da iyi anlaşılır.

ASDER Genel Başkanı Sayın Prof. Nevzat TARHAN konu hakkında medyaya yaptığı gayet yerinde açıklamalarda bu intiharların iki sebebin olabileceğini ifade ettiler;

Kışlalarda yapılan kötü muameleler,

Yaşanan mahrumiyetler,

Yaşadığım tecrübelerden de istifade ile bazı ilavelerde bulunmak istiyorum. Öncelikle bizim insanımızın sert mizaç görünüşü altında aslında çok yumuşak bir kalbi vardır. Anne-babasından, nişanlısından, kardeşinden, arkadaşlarından, vatanından ayrıldığında çok çabuk hüzünlenir ve acıklı gurbet şarkıları bağrını yakar. Davul zurnalarla askere uğurlanır ama kıtaya geldiğinde o neşeden eser kalmamıştır. Askerlerin mektuplarını okuduğumda bu acıyı hep hissederdim. Gurbet kültürü bizim kadar gelişmiş başka bir toplum da var mıdır, bilemiyorum. Biraz da yetişme tarzımız bu şekilde. Adeta hepsi birer kınalı kuzudur. 20 yaşında yaşanan bu gurbet de genelde ilktir.

Askerlik farklı bir ortamdır. Yapısı gereği sert bir meslektir. Ölme ve öldürme sanatının öğretildiği mekânlardır. Artık şefkat yerine sert muameleler görmeye başlamıştır. Özgürlükleri kısıtlıdır. Bu psikolojideki asker her zamankinden daha fazla şefkate muhtaçtır. İşte tam burada komutanlık faktörü devreye giriyor. Yaşadığım tecrübelerden anladığım kadarı ile kıtalarda hep iki tip komutan vardı;

Askerin derdi ile dertlenen, onu tanıyan, yattığı, yediği, giydiği ile birebir ilgilenen, astlarına vermiş olduğu insiyatifini suiistimale uğramayacak şekilde kontrol altında tutan, ancak iş disiplininden de asla taviz vermeyen komutan,

Tüm insiyatifi ast komutanlara devredip askerle direk bağ kurmayan, disiplinin sağlanması adına yapılan muamelelere de duyarlılık göstermeyen komutan.

Yaşanan intiharların ekserisi ikinci tip komutanların birliğinde meydana gelmiştir. Birinci tip komutanlıkta birlik komutanı ne kadar sert de olsa asker komutanının kendisini sevdiğini, adaletli olduğunu, kendisinin derdi ile ilgilendiğini bilir ve komutanına gönülden bağlıdır.

İntihar eğilimi gösteren personelde de mutlaka çeşitli emareler görünür. İçine kapanmıştır, gece uykuları kaçmıştır, arkadaşları ile konuşmamaktadır, genelde dalgındır ve boş boş gözlerle bakar. Bunu da tespit edebilecek komutandır ve komutanın birliğinde bu bilgileri kendisine aktarabilecek mutlaka irtibat elemanları vardır ve olmalıdır.
İntihar kaynakları da iç faktör ve dış faktör olarak ikiye ayrılır. Dış faktörler de genelde aile kaynaklı oluyor ve nişanlısının terk etmesi, ailesinin başına bir facia gelmesi gibi hadiseler intiharı tetikleyici olabiliyor. Genelde bu eğilimi gösteren personel zayıf karakterli personeldir. Ancak mutlaka emare gösterir. Yani kolaylıkla tespit edilebilir. İç kaynaklı intiharlarda ise (benim görebildiğim kadarı ile ağırlıklı intihar vakası buradan kaynaklanıyor) askere yapılan kötü muamele etkilidir.
Kanaatimce en kritik nokta askerin kendisini çaresiz görmemesidir. Asker mutlaka adaleti tesis edecek bir komutanın varlığını her an hissedebilmelidir. Eğer bir haksızlığa uğrarsa, kötü muamele görürse ‘Berlin’de hâkimler var’ diyen Alman köylüsü gibi adaletin mutlaka tesis edileceğine olan inancı kaybetmemelidir. Eğer bu kapı kapanırsa, adaletsizlik de devam ediyorsa, artık çıkış yolu görünmemektedir ve günden güne intihara giden yol hızlanmıştır. Mesailer eziyet haline gelmiştir ve saatler geçmek bilmemektedir. Kötü muameleyi yapan komutanı ile de her an karşı karşıyadır. Her karşılaştığında travma yaşamaktadır. Mekanı değiştirebilme imkanı da yoktur. Gittikçe kendi dünyasına kapanır ve artık çıkmaz bir yoldadır.

Hiç unutmuyorum. 1994 yılında Vize’de Diyarbakır’lı bir askerim vardı. Kendisi kötü bir sivil hayat geçirmişti. Geçmişinde uyuşturucu kullanmak da vardı. Kolunda jilet izleri vardı. Askerlerin tabiri ile jiletçi idi. Kısaca sorunlu bir asker idi. Bu birliği teslim aldığımda bana kendisinden bahsetmişlerdi. Kendisi ile iyi bir diyalog kurmuştum. Hiçbir sorun yoktu. Zaten askerlerim bilirdi ki kapım her zaman açıktı. Çoğunu da mektuplarından tanırdım ve mutlaka isimsiz anket yaptırarak askerlerin görüş, öneri ve şikâyetlerini alırdım. Yemekhanede, koğuşta bu şikâyet-öneri kutuları daima hazır olurdu. Yani adeta askerlerimi avucumun içinde hissederdim. Bunu gören ast komutanlarınız da ister istemez sizin çizginizde görev yapmaya kendini mecbur hissederdi. Diyarbakırlı askerimin hikâyesine devam edeyim. Hafta sonu İstanbul’a akrabalarımı ziyarete gitmiştim. Nöbetçi Subayı bu askere olumsuz bir laf söylemiş. Asker de kontrolden çıkmış ve eline geçirdiği bir şişeyi de kırmış. Elinde kırık şişe ile her yerini kesmiş. Kan revan içinde. Binanın üzerine çıkmış. Nöbetçi heyeti de dâhil olmak üzere bütün bölük etrafında. Nöbetçi heyeti de yalvarıyor, ne olur aşağı in diye. Ama artık kontrolden çıkmış bir durum. O vaziyette bina üzerinden geçen elektrik hattını da tutuyor ve sigortalar atmış. Bir yandan da “bana Ekrem Yzb.’ı bulun” diye bağırıyor. O zamanlar cep telefonları da yok ve benimle irtibat sağlayamıyorlar. Gece geç bir saatte İstanbul’dan lojmanlara geldiğimde bölük çavuşu koşarak yanıma geldi. Durumu haber verdi. Hemen bölüğe gittim ve gördüğüm manzara tam bir facia idi. Binanın yanına geldim ve askerin yanına gittim ve askerle sessizce konuştum ve binadan aşağı indirdim. Nöbetçi heyeti de hayretle bizi izliyor. Komutanım saatlerce biz uğraştık, Allah aşkına siz ne söylediniz dedi. Aslında hiçbir şey söylememiştim. Onu aşağı indiren kuvvet kendisi kabahatli bile olsa, ceza alacağını dahi bilse komutanlığa ve adalete duyduğu güven idi. Elbette ertesi günü kendisi ile görüştüm ve hatalarını kendisine söyledim, ikazı yaptım. Bu olaydan sonra terhisine kadar da bir sorun yaşamamıştık. Bunun gibi çok örnekler var.

Hürmet ve merhamet etmek, adaleti tesis etmek, derdi ile ilgilenmek, insan yerine konmak, hakaret etmemek. Asker bunları görürse intihar edebilir mi? Belki olabilir ama inanın oran yok denecek kadar da azalır.

Ayrıca yapılacak olan mutat konuşmalarda nasıl şehitlik, gazilik gibi unvanların ne kadar yüce olduğu anlatılıyorsa bir insanın kendi canına kıymasının da aynı oranda günah olduğunu 20 yaşındaki körpe beyinlere sık sık izah edebilmeliyiz. Son yıllarda ihmale uğrayan Askere Din Dersinin önemini anlatmaya gerek yok. Bu uygulamanın da tekrar kıtalarda ivedi olarak başlatılması elzemdir. Ayrıca profesyonel askerlik seçimi de intihar oranını ciddi manada düşürecektir. Bu da meselenin ayrı bir boyutudur.

Kınalı kuzuların hepsi bize birer emanet.

Onları askerlik sanatını öğrenmiş hali ile anne babalarına sağ salim teslim etmek kadar güzel bir mutluluk var mıdır?
 

Timetürk