ZUHAL ERKEK’İN RÖPORTAJI
12 Eylül askeri darbesinin ardından 15 yıl hapis cezasına çarptırılan, 7 yıl Türkiye’nin en karanlık zamanlarının yaşandığı Diyarbakır Cezaevinde kalan ve daha sonra Kürtçe konuştuğu gerekçesiyle 6 ay hapse mahkum olan Orhan Miroğlu, bugün de tehditler altında yaşayan bir Kürt aydını.
Son kitabı "Silahları Gömmek" ile Kürt sorununa farklı bir bakış açısı sergileyen Miroğlu, bu kitabıyla çok ses getirecek gibi duruyor. Kitabında Kürt sorununun dününü ve bugünü değerlendiren Orhan Miroğlu, PKK ve BDP’nin çözüme hazır olmadığını, bu yüzden değişim yaşamaları gerektiğini söylüyor. Aynı zamanda Miroğlu kitabında; Kürtler ile Cumhuriyet arasında oluşan inatlaşmayı, PKK’nın kendi halkına gösterdiği şiddet ve iç infazlarıyla ilgili çarpıcı tespitlerde bulunuyor. Yeni anayasa ve Uludere olaylarına da değinen Miroğlu, bazı güçlerin yeni ayasaya çıkarmamak için ellerinden geleni yapacaklarını ifade ederken, Uludere olayını ise Ergenekon’un başarısı olarak yorumluyor.
Türkiye’nin 80 yılı aşkın bir süredir en önemli sorunu, Kürt sorunu. Siz Kürt sorununu nasıl tanımlıyorsunuz? Bugün gelinen noktada Kürt sorunu hangi noktadadır?
Kürt sorunu bir yönüyle inkar ve bir yönüyle bu inkarın yok saydığı hakların savunulması ve talep edilmesidir. İnkar bitti, Kürtler’in temel taleplerinin ne olduğunu ise toplum yıllardır tartışıyor. İyi bir noktaya geldik. Ama bu sefer de şöyle bir şey oldu. Ne inkarın ortadan kalkmasına ne de başta dil olmak üzere, başka alanlarda Kürtler’in mağduriyetinin kabul edilmesi ve bir takım iyileştirmeler Kürt tarafını tatmin ediyor. Gidişata bakılırsa, PKK yöneteceği bir halk ve bir coğrafyanın peşinde. Bu da çözümsüzlükten başka bir şey değil.
CUMHURİYET PARADOKSU; KİMLİK İNKARI ÜZERİNDEN GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Kitabınızda Cumhuriyet tarihini "her iki halkın ilişkileri açısından kör inadın yaşandığı bir dönem" olarak nitelendiriyorsunuz. Cumhuriyet tarihinde büyük bir çıkmaza sebep olan bu kör inadın sebepleri nelerdi?
Cumhuriyeti kuranlar yeni bir kimlik inşası gerçekleştirdiler. Ama bu Batı’da örneğini gördüğümüz, bir ulus-devlet sürecinin doğal bir sonucu olarak gerçekleşmedi. Türklük bilinci, hissiyatı ve kimliği, başka halkların kimliğinin inkarı üzerinden gerçekleşti. Cumhuriyetin temel paradoksu buydu. Bu paradoks geçen yüzyılın başında barışın inşasını hem ıskaladı, hem de bu ıskalama Kürtleri isyan sahnesine itti.
KÜRT SORUNUNDA ŞİDDET SONUÇ VERMEYECEKTİR
Kürt sorununun ilk ortaya çıktığı yıllara gittiğimizde, Şeyh Sait, Seyyid Rıza gibi isimlerin hayatının darağaçlarında son bulduğunu, fakat son dönem isyancılarının böyle bir kadersizliğe mahkum olmak yerine kullanabilecekleri şansları olduğunu belirtiyorsunuz. Sizce Kürt sorunu şiddet olmadan çözülebilir mi?
Tabi bu adını verdiğiniz Kürt liderlerin hiçbir zaman siyasi manada kullanabilecekleri şansları olmadı. Bize isyan diye gösterilen hareketlerin çoğu provoke edilmiş hareketlerdir. Zamansız olmuştur ve halktan kopuk gelişmiştir. Ama eğer PKK’nin son isyan olduğunu kabul edersek, bu isyanın neredeyse kırk yıla yakın bir zamandır devam ettiğini de görürsünüz. PKK şudur budur, ama başka alternatif yaratılamadığı için, Kürt taleplerinin merkezine oturmayı bilmiştir. Dolayısıyla bir siyasi geçmişi var ve bu siyasi geçmiş Kürt toplumunda hala destek buluyor. Şiddet meselesine gelince, Kürt sorununda şiddete dayalı hiçbir şeyin sonuç vereceği inancında değilim.
PKK KADAR KENDİ HALKINA ZARAR VERMİŞ BİR HAREKET ZOR BULUNUR
Kitabınızda Nelson Mandela ve Abdullah Öcalan karşılaştırması yapmışsınız. Mandela ve Öcalan’ınarasındaki temel farklar nelerdir? Ayrıca Mandela Avrupa’yı ikna etmişken, Öcalan’ın bu konuda yetersiz kalmasını neye bağlıyorsunuz?
Çok fark var tabi, kitapta yüz sayfa tutan bölümlerle bu farkları anlatmaya çalıştım. Özetlemek gerekirse, Öcalan ve PKK, Avrupa’ya ve Türk halkına kriminal bir kişi ve örgüt olarak sunuldu. PKK’nin sivillere karşı gerçekleştirdiği eylemler bu propagandayı mümkün kıldı. Hem Öcalan hem PKK uluslararası alanda Mandela ve onun hareketinin saygınlığının elde ettiği saygınlığı elde etme imkanından yoksun kaldı. Dünyada PKK kadar kendi halkına zarar vermiş bir hareket zor bulunur. Bunun sebeplerini ise Türkiye öğrenmeye başlıyor diye düşünüyorum. KCK ve PKK içindeki devletin gizli faaliyetleri, normal bir istihbarat faaliyeti olmanın ötesinde, tam olarak ele geçirme, ve hareketin kalbine oturma faaliyetidir ki, Öcalan ‘Erkeği Öldürmek’ kitabında bunu açıkça ifade ediyor zaten, bu ifadeler benim kitabımda da yer aldı.
PKK’nın oluşumunda MİT’in ya da daha doğru bir söyleyişle "derin devletin" etkilerine vurgu yapılıyor. Ayrıca Öcalan’ın Türkiye’ye teslim ediliş sürecinde özellikle bugün Ergenekon davasında tutuklanarak cezaevinde bulunan Engin Alan ile Atilla Uğur’a inandığına kitabınızda yer vermişsiniz. PKK’nın şiddeti bir çözüm yolu olarak benimsemesinde Ergenekon’un rolü nedir?
Bana kalırsa PKK söz konusu olduğunda, Ergenekon’un derin faaliyeti hiçbir zaman durmadı. Fırat’ın ötesindeki Ergenekon’un faaliyetinin biz sadece faili meçhul cinayetlerden ibaret olduğunu düşünüyoruz ki bu doğru, ama yetersiz bir tutum olur. Ergenekon siyasi manada bir yönlendirme yapmış görünüyor. İşi PKK’nin kuruluş yıllarına kadar uzattığınızda, ortaya gerçekten vahim bir tablo çıkıyor.
MEDYA ERGENEKON DAVASINI İTİBARSIZLAŞTIRMADA BAŞARILI OLDU
Medyanın Kürt sorununa 90’lı yıllardaki yaklaşımı ile şimdi dönem arasında önemli farklar var. En önemlisi de bu dönem Kürt sorununun medyada daha rahat tartışılıyor olması. Siz Kürt sorununda medyanın konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merkez medya suçla dolu bir geçmişe sahip. Ergenekon sürecinde bu suçla dolu geçmişin ortaya çıkmasından medya patronları epey korktu. Ve dikkat ederseniz ondan sonra da, Ergenekon davasını itibarsızlaştırmak üzerinden hem burada hem dışarıda müthiş bir faaliyet başladı. Kanımca başarılı da olundu. İslami medya, ya da İslami aydınların yazdığı ve yönettiği medya olmasaydı, ve özellikle de Taraf olmasaydı, suç işleyen genel kurmay başkanlarının da tutuklanabildiği bir sürece girmemiz asla mümkün olmazdı. Savaş döneminin medyası şimdi o suçla dolu geçmişin hesabı sorulacak diye kabus görüyor.
ÖCALAN AİHM SAVUNMASINDA BDP’Yİ KENARA ATIP KCK’YI ÖNE ÇIKARMIŞ
Türkiye’de günümüz konjönktüründe PKK’nın silah bırakmasını, BDP’nin ise dönemin şartlarına uygun bir değişim içinde olmasını öneriyorsunuz. Bu iki yapıya ek olarak, bir de KCK var. Kürt sorununa çözüm noktasında bu yapıların olumlu bir etkisi olmasını mümkün görüyor musunuz? Kürt siyaseti sizce hem Türk hem de Kürt toplumunun şiddet döngüsünden kurtulmak istediğini göremiyor mu sizce?
Öneriyorum, ama dinleyen kim. Hala devrimci savaş stratejisinden ve bahar aylarıyla beraber başlatacakları savaştan söz edip duruyorlar. PKK’nin konjöktürü doğru okuyup, değişim ve şiddete son verme yönünde bir hamle yapabileceğine dair inancım her geçen gün biraz daha sarsılıyor. Öcalan’ın AİHM savunmasını okudum geçenlerde. Durum vahim. Öcalan bu savunmalarında, BDP’yi hemen hiç aklına bile getirmiyor. KCK’yı öne çıkarıyor ki, bu modeli Kürtler ve Türklere dayatarak neyi çizebilirsiniz? Açıkça otoriter bir yönetim anlayışı savunulmakta. Böyle bir modeli ise, şiddete başvurmadan hayata geçirmek imkansız.
PKK, FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLERDEN PAYINA DÜŞENİ KABULLENMELİ
Kitabınızda PKK’nın iç infazlarından bahsediyorsunuz. Son günlerde İbrahim Güçlü, Kemal Burkay buinfazlarla ilgili açıklamalarda bulunuyorlar. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biraz farklı düşüncelerim var tabi. Kürtlere, "bakın PKK de aynı şeyi yaptı, hadi gelin helalleşelim" denmesinden endişe ediyorum. Hrant Dink davası için Devlet Denetleme Kurumunun hazırladığı 600 sayfayı aşan rapor, siyasi iradenin, bu türden davaların arkasında durmak ve bu cinayetleri aydınlatmak için belli bir gayretin içinde olduğunu gösteriyor. Aynı şeyi Vedat Aydın’dan tutun Musa Anter cinayetine kadar talep etmeliyiz..Çünkü bu davalar zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Yirmi yıllık bir süre çoğu davalarda dolmak üzere. Mecliste samimi bir mütabakat. Samimi diyorum çünkü maalesef partiler arasında oluşan komisyonda görevli milletvekilleri yüzleşme ve hesaplaşma söz konusu olduğunda aynı şeyleri düşünmüyorlar. Ve daha da önemlisi, muhalefet partileri AK parti hükümetinin bu yüzleşme üzerinden siyasi gücünü arttırabileceğini hesaplıyorlar. Gerçek bir yüzleşmenin ucu sonuçta gelip Dersim’e, Kürdistandaki katliamlara, Ergenekon’un ve JİTEM’in gerçekleştirdiği sayısız infaza dayanacak. CHP ister istemez geçmişi nedeniyle sorgulanacak. Oysa bu CHP hala Dersim’i de Ergenekon’u da inkar eden bir yerde duruyor. Ergenekonculara özgürlük isteyen bir CHP geçmişle yüzleşmek ister mi? İstemez tabi. Durum PKK-BDP için de bıçak sırtı gibi. Çünkü geçmiş dediğiniz zaman insanların aklına bugün sadece devletin işlediği cinayetler gelmiyor. PKK’nin iç infazları ve muhalif güçlere, hatta sivil insanlara karşı gerçekleştirdiği ihlaller, katliamlar da geliyor. Nitekim JİTEM davalarına bakan savcılar, bu konuyu da mercek altına almış bulunuyor. Peki BDP ve PKK, hatta Kürt halkının kendisi, hatta mağdurlar, Kürt sivil toplumu, ve Kürt aydınları bu sürece ne kadar hazır? Doğrusunu isterseniz, öyle bir aşamaya geldik ki, ortaya çıkan her bilgi Kürt toplumunu biraz daha sarsacak ve biraz daha düşündürecek… Dikkat edilmesi gereken ise, çeşitli dezenfermasyon hamlelerine karşı duyarlı olmak..Geri dönülmesi zor bir sürece girdik. Katilleri kimsenin bağışlamaya gücü yetmez ve yetmeyecek. Ama PKK’de bu yüzleşmeden payına düşeni kabul etmek zorunda kalacak… KCK operasyonlarında ortaya çıkan tablo, Kürtlerle bir ‘kurban halk’ olarak nasıl da oynandığını ortaya koyuyor. Ama Kürt siyasetçileri maalesef susuyor ve hatta hakikati inkar eden bir tutum sergiliyorlar.
"Kürtler ulus devlet olamaz" diyorsunuz. Sizi bu kanıya iten sebepler nelerdir?
Tarihsel olarak geç kalınmış bir şey bu, bir talep. Peşinden koşana, koşma özgürlüğü tanımak ve kimseyi ayağından vurmamak lazım… Ama gerçekçi mi derseniz, değil derim. Ortadoğu’da, Türkiye- AB sürecinin gelişmesine paralel olarak, Kürt toplumu için bölgesel parlamentolar filan gündeme gelebilir… Ama dört devletin içinde yaşayan Kürtleri bir ulus-devlet altında birleştirecek bir siyasi çözümü imkan dahilinde görmüyorum.
ÇÖZÜM İÇİN KONFEDERASYON SİSTEMİ UYGULANAMAZ
Kürt sorununda çözüm için Öcalan’ın söylediği konfederasyon sistemi sizce uygulanabilir bir sistem mi? Bununla birlikte kitabınızda federasyon sistemi için kullandığınız "Federasyon birliği değil, bütünlüğü ifade eder" sözlerini biraz açar mısınız?
Uygulanabilir bir sistem değil, hele KCK yapılanması altında hiç… Kürtler ve Kürtler iç içe geçmiş ‘birlik’ görüntüsünü siyasi-sosyal ilişkiler bağlamında gösteren iki toplum. Onların gelecekteki ilişkilerinin bu bakımdan birbiriyle ayrışmış-mesela Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler gibi ve birlik değil, bütünlük arayan toplumlardan farklı bir yanı olacağı muhakkaktır. Kürt sorununda AK Parti döneminde önemli adımlar atıldığı söylenebilir. Ancak özellikle Habur olayından sonra bu açılım süreci tıkandı. Son dönemlerde güvenlikçi bir bakış açısı öne alındı.
PKK-BDP ÇÖZÜME HAZIR DEĞİL
AK Parti hükümetinin Kürt sorunundaki çabalarını nasıl buluyorsunuz? Çözüm, AK Parti hükümeti döneminde gelebilir mi?
Türkiye’nin siyasi koşullarına, imkanlarına baktığınız zaman, AK Parti’nin dışında bir şans olmadığını görürsünüz. Ama çözümü istemeyenler, Kürt siyaseti ve toplumu üstünden iktidar arayışı içinde olanlar, hesaplarını bunun üstüne kuranlar, çözüme yönelmiş her hamleyi boşa çıkarmaya çalıştılar ve hala bu pozisyondalar. Bu pozisyonu görmeden ve eleştirmeden hükümetin yerden yere vurulmasını haksız buluyorum. Bu dönemin benim açımdan yegane sonucu şudur: Maalesef PKK-BDP henüz herhangi bir siyasi çözüme hazır değil. Hazır olması için, Türkiye’nin şartlarını ve imkanlarını, PPK’de gerçekleşen siyasi muhataplığın kıymetini iyi okuması ve buna göre bir pozisyon alması gerekirdi. Oysa bu siyasi blok kendisini kanlı Suriye basınına göre konumlandırıyor. Büyük bir siyasi hareket, Kürtler destekliyor, ama o bu desteği gidip bir takım marjinal gruplarla, iki bin kişinin katıldığı Esad’a destek mitingleriyle heba ediyor ve yazık ediyor.
ERGENEKON ULUDERE’DE BAŞARILI OLDU, MİT OLAYINDA BAŞARISIZ
MİT’in Oslo’da yaptığı görüşmeler, Özel Yetkili Savcılar tarafından soruşturma konusu yapıldı. Burada Hükümetin görüşmeler yoluyla Kürt sorununu çözmek istemesinin önüne geçmek istendiği yorumları yapılıyor. Sizce devlet içinde Kürt sorunun çözümüne karşı hala bir direnç var mı? AK Parti’nin bahar aylarında yeni bir açılım başlatacağı iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Temel çatışma Ergenekon ve muhafazakar-demokratların arasında geçiyor. Bu çatışmada Kürt siyaseti maalesef Ergenekon’un yedeğinde bir siyasete dönüştü. Ergenekoncular çözüm istemiyor. Onların hayali yüzyıl öncesinin hayali, yani İttihatçılıktır. Kürtlerle ve CHP’deki Kemalistlerle oynayıp duruyorlar… Bu bakımdan devlet içindeki Ergenekon gücü, bence hala her türlü çözüme direnç gösteriyor. Çünkü çözüm olursa, ne İttihatçılık kalır ne Kemalizm, normal hale gelir her şey… Soruşturmayla çözüm niyetlerine bir darbe vurulmak isteniyordu, bu başarılamadı. Ergenekon Uludere’de başardı, ama bu hamleyi başarıyla tamamlayamadı.
YENİ ANAYASA ÇIKMASIN DİYE HER ŞEYİ YAPACAKLAR
Kürt sorunun çözümü için yeni anayasa yapım çalışmalarından umutlu musunuz? Yeni anayasada bu sorunun çözümü için hangi konular dikkate alınmalı?
Konulara isterseniz hiç girmeyeyim, çünkü siyasi hayatımız maalesef bu konuların tartışılıp bir çözüme bağlanacağı tarzda ve konumda değil… Bu meclisten yeni bir anayasa çıkmasın diye, her şeyi yapacaklar. Heronların Uludere’de kaydettiği görüntüleri bile farklı farklı yorumlayan bir meclis ve milletvekilleri topluluğu, yeni bir anayasa yapmak için nasıl mutabakat içinde olabilir?
on5yirmi5.com