“Kürt Baharı” olmayınca, açlık grevi başladı

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı Cezaevlerinde süren açlık grevleri kamuoyunun gündemine oturmuş durumda. PKK ve BDP’nin öne sürdüğü şartların bir kısmı Hükümet tarafından zaten hayata geçirileceği...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Cezaevlerinde süren açlık grevleri kamuoyunun gündemine oturmuş durumda. PKK ve BDP’nin öne sürdüğü şartların bir kısmı Hükümet tarafından zaten hayata geçirileceği ifade edilen konulardı. Buna karşın açlık grevlerinin sürmesi ve ortamın giderek sertleşmesi farklı tartışmaları gündeme getirdi. Bununla birlikte yurtdışından ve özellikle de AB’den yükselen sesler açlık grevlerinin Türkiye’nin başını ağrıtacağı tezini güçlendiriyor. Açlık grevleriyle ilgili merak edilenleri Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan’la konuştuk.

PKK, DEVRİMCİ HALK MÜCADELESİNİ BAŞLATAMAYINCA AÇLIK GREVİNİ BAŞLATTI

Açlık grevleri PKK ile BDP aslında neyi amaçlıyor?
Açlık grevleri PKK tarihi açısından baktığımızda, örgütün bu kapsamda yaptığı ilk büyük eylem. Daha önce açlık grevlerini genellikle DHKP-C gibi radikal sol örgütlerden görürdük. Bu açıdan PKK’nın yaptığı ilk büyük eylem. Nedeni de şu; PKK’nın kendi yol haritası var. 2012, PKK için devrimci halk savaşı başlatma yılıydı. Maalesef devrimci halk savaşına bugüne kadar tedbir alınamadı. Maalesef derken kastım şu; örgüt bunu yıllar önce ilan etmesine rağmen Türkiye gerekli tedbirleri almadı, gerekli öngörüyü gösteremedi, gerekli planlamaları yapmadı. Gerekli planlamaları yapamadığı için bu durum kendini göstere göstere geldi. Çünkü bu tip örgütlerin dağda kalmaları mümkün değil. Bir şekilde şehre inmeleri ve şehirde tırnak içinde söylüyorum kendi devrimlerini gerçekleştirmeleri gerekiyor. Bu yüzden devrimci halk savaşı bu yılın en kritik olayıydı. Bu yıl Şemdinli Hakkâri, Şemdinli, Yüksekova, Şırnak hattında devrimci halk savaşı, kurtarılmış bölgeleri başarıp orada Arap Baharı benzeri bir havanın oluşumunu sağlamaya çalışıyorlardı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Yeni komuta kademesi ve özellikle de Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in bizzat sahaya inmesi, bizzat operasyonlara komuta etmesi, yaz kararnamesi ile o bölgeye atanan çok sayıda üst düzey komutanın bu işi adeta ölüm kalım meselesi görmesi nedeniyle saha hâkimiyeti sağlanamadı. Saha hâkimiyeti sağlanamadığı gibi karakollara, şehirlere saldırıda da başarılı olamadı. Yani örgüt devrimci halk mücadelesini bölgede başlatamadı. Başlatmadığı için, dikkate ederseniz açlık grevlerinin de başlangıç tarihi de Eylül sonudur. Eylül ortasında karar alındı ama gündeme gelmesi Ekim ortasını buluyor.

PKK şunu yapmayı planlıyordu, Ekim ortasına kadar devrimci halk savaşı için Güneydoğu’yu ayağa kaldırıp, daha sonra siyasi alana kaymayı planlıyordu. Bunu başaramadığı için alternatif olarak cezaevlerini ortaya koydu. Şemdinli’den başlatamadığı devrimci halk savaşını bu şekilde cezaevlerinden, yine ölüm üzerinden sürdürmeye çalışıyor. PKK’nın, BDP’nin amacına ulaşabilmesi için daha çok insanın ölmesi gerekiyor. Daha çok insanın ölmesi içinde şu andaki yeni argüman sahada başarılamayan devrimci halk savaşını cezaevlerinde yapmaya çalışıyorlar. Yoksa şu andaki cezaevlerindeki açlık grevlerinin makul bir izahı yok. Neden makul bir izahı yok derseniz; zaten bugün itibariye anadilde savunma hakkı için süreç ilerliyor. Aslında anadilde savunma hakkında yanlış bir tanım. Şöyle yanlış; anadilde savunma hakkı doğal bir haktır. Başka dillerde savunma hakkı isteniyor, yani adam Türkçe bildiği halde başka bir dilde savunma yapmak istiyor. Bugüne kadar bu konuda düzenleme yapılmamıştı.  Ama hükümet zaten bunu yapmayı vaat etti. AK Parti kongresinde kayda geçildi, bununla ilgili çalışmalar yapıldı. Yani BDP’nin, PKK’nın yaptığı şey, hükümetin yapacağım dediği şeyi baskı yaparak tersten yaptırmamaya çalışmak. Yapılmış olması örgütün elindeki bir enstrümanı daha ortadan kaldırmış olacak. Meclis’te birkaç gün sonra bu konu yasalaşmış olacak. Şu anda açlık grevi yapmanın makul bir gerekçesi yok. Öcalan serbest kalması isteği ile yapılıyor. Öcalan’ın serbest kalması da ne hukuken mümkün, ne siyaseten mümkün. Dolayısıyla açlık grevinin bir izahı yok…

“SİZ BUNU YAPMAZSANIZ BEN KENDİMİ ÖLDÜRECEĞİM” DEMEK ŞANTAJDIR

Başbakan Erdoğan’ın “Bunlar şovdur, şantajdır” şeklinde demeci oldu. Siz de bir yazınızda bu olaylar için “şantaj” ifadesini kullandınız. BDP ve PKK nasıl şantaj yapıyor? 
“Siz bunu yapmazsanız ben kendimi öldüreceğim” demenin kelime karşılığı şantajdır. Çünkü tehdit ediyorsunuz ama garip olan şey şu; hükümet zaten dediğiniz o şeyleri yapacağını söylüyor ve yapma girişimlerini başlatmış durumda. Yani hükümetin yapacağım dediği şey içinde şantaj yapıyorsunuz. Zaten samimiyetsizlikte orada. Siz niçin açlık grevi yapıyorsunuz? Öcalan serbest kalsın diye. Öcalan’ın yargılanması bitmiş, müebbet hapis almış… Hukuken ve siyaseten Öcalan’ı serbest bırakamazsınız. Bunun için açlık grevi yapıyorum, yoksa cezaevinde öleceğim demek şantajdan başka bir şey değil.

TÜRKİYE, AÇLIK GREVLERİNİ YURTDIŞINA ÇOK İYİ İZAH ETMEK ZORUNDA

Açlık grevleri özellikle yurtdışında nasıl algılanıyor? Özellikle Avrupa Birliği bu durumu nasıl algılıyor? Açlık grevleri devam ederse ve bir ölüm olursa, bu durum Türkiye’yi nasıl etkiler?
Zaten şu anki en büyük mesele, örgütün en çok üzerinde durduğu konu bu işi Avrupa’ya taşımak. Açlık grevleri dünyanın seyirci kalamayacağı bir eylemdir. Bir inansın kendini ölüme terk etmesi, bir çeşit intihara girişmesi zaten çok sık dünya da konuşulan, dikkat çeken bir eylem türü. Bu yüzden örgüt bunu Avrupa’ya taşımak için oldukça eylem yapıyor. Burada devletin bunlar şovdur, şantaj yapıyor demesi Türkiye kamuoyu ile ilgili bir durum. Ama bunu yurt dışına çok iyi bir kamuoyu yönetimi ile çok güçlü bir şekilde izah etmek gerekiyor. Bunu yapmadığımız zaman kamuoyu baskısı her geçen gün yoğun şekilde artıyor. En son bugün itibariyle Nobel ödüllü isimler ya da Avrupalı siyasiler açlık grevine taraf olmaya başladılar. Dolayısıyla Avrupa’da çok sağlıklı şekilde izah etmek, anlatmak kamuoyunu yönlendirmek gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye’nin başını ağrıtacak sonuçlar doğurabilir.

BDP, “BEN BİLMEM KANDİL BİLİR” DİYOR

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş dün yaptığı açıklamada “artık hükümet ile görüşmeyeceğiz” dedi. Orhan Miroğlu da bir ölüm olması durumunda “süreç tıkanır” diye bir açıklaması yaptı. BDP’nin kapıları kapatması ve açlık grevinde daha kötü bir duruma gelinmesi sorunu daha da büyütmez mi?
Süreci tıkar mı? Zorlar ama bugüne kadar bu süreç onlarca kez tıkandı. Bugüne kadar öyle örnekleri oldu ki, Şu aşamada süreç tıkandı, artık bitti gibi yaklaşımları ben çok sağlıklı bulmam. BDP’nin “hükümetle görüşmeyeceğiz” demesi mizahi bir konu. Zaten Hükmet BDP ile görüşmüyor. BDP bugüne kadar hep şunu yaptı; kendisine ne zaman fırsat tanınsa yani ne zaman inisiyatif verilmeye çalışılsa, “ben bilmem Kandil bilir” söylemini kullandı ve bundan vazgeçmiyor. BDP açmazı çözemiyor. Nedeni şu?  Bir taraftan deniyor ki, “bizi muhatap alsınlar”. Muhatap alındığı zaman da “beni değil Kandil’i muhatap alsınlar” diyor. Bu durumda sizi kim, niye muhatap alsın sorusu çok makul, haklı bir soru akla geliyor. BDP bütün bu denklem içerisinde en kötü performans sergileyen taraf. Hiçbir şekilde kendisinden bekleneni gerçekleştiremiyor, inisiyatif ortaya koyamıyor. Çözüm iradesi konusunda da herhangi bir katkı sağlayamıyor. Varlığı ile yokluğu arasında siyaseten çok bir fark yok.

İDAM CEZASININ GERİ GELECEĞİNE BEN İHTİMAL VERMİYORUM

Başbakan son günlerde idam konusunu gündeme getirerek ne yapmayı amaçlıyor? Şehit aileleri ve Anadolu’daki diğer toplumsal kesimlerin hassasiyetlerini ön planda tutuyor olabilir mi?
İdam tartışması, bir tartışma olarak yapılabilir. Ama Türkiye’nin bu saatten sonra geri dönüp idamı getireceğine ben ihtimal vermiyorum. Şöyle bir gerçek var; Başbakan Erdoğan kamuoyunun nabzını çok güzel tutan, düzenli anketler yaptıran, sürekli seyahat halinde olup, halk ile temasta bulunan, akşamları telefon ile irtibat kuran bir lider. Kamuoyunda şöyle bir gerçek var; bir takım isimlerle ilgili verilen cezaların, bir takım isimlerle ilgili hukuki yaptırımların kamuyu tatmin etmediği biliniyor. O kadar çok örneği var ki. Çocuk yaştaki kız tecavüze uğruyor, öldürülüyor; bunu yapan şahıs 5-10 sen sonra dışarıda… Bu tip olaylar için kamuoyunda kime sorarsanız sorun; çocuğa yönelik suçlar, terör suçları, mesela Norveç’teki Breivik örneğinden hareketle; geniş bir kesim bu tip olaylarda idam kararının uygulanmasını istiyor. Bu bir hassasiyetin yansıtılması, bu bir söylem. Ama bu söylem pratiğe döner mi? Ben çok ihtimal vermiyorum. Bu saatten sonra dönüp idam cezasını geri getireceğine, Türkiye’nin böyle bir adım atacağına çok ihtimal vermiyorum. Cezaların caydırıcılığı üzerinden tekrar bu konu üzerinden tartışılabilir, hatta tartışılmalı da…
 

on5yirmi5.com