Köşe yazarları Suruç katliamı için ne dedi?

Olaylar
Dün Şanlıurfa Suruç’ta meydana gelen patlamada 32 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi yaralındı. Peki köşe yazarları Suruç katliamı için ne dedi?  Ali Bayramoğlu Yenişafak...
EMOJİLE

Dün Şanlıurfa Suruç’ta meydana gelen patlamada 32 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi yaralındı. Peki köşe yazarları Suruç katliamı için ne dedi? 

Ali Bayramoğlu

Yenişafak gazetesindeki köşesinde “Suruç’ta ne oldu?” başlıklı bir makale yayımlayan Ali Bayramoğlu: “Sorun bir aktöre, bir politikaya, bir yanlışa çıkarılamayacak kadar derin görünüyor.” dedi.

Ali Bayramoğlu’nun “Suruç’ta ne oldu?” başlıklı makalesinin bir bölümü şöyle;

Suruç’taki patlama, ilk verilere göre, intihar saldırısı sonucunda ortaya çıkan tablo ülkeyi sarstı. 30 kişinin öldüğü, 100’den fazla insanın yaralandığı olay pek çok yönüyle vahim ve kritik.

Devletten siyasi partilere, kanaat önderlerinden “uzmanlar”a kadar “bulaşıcı şiddet” ve “şiddet iklimi” karşısında hemen herkesin, itham üzerine kurulu açıklamalardan kaçınması ve sorumlu davranmasının önemli olduğu günlerdeyiz.

Sorun bir aktöre, bir politikaya, bir yanlışa çıkarılamayacak kadar derin görünüyor.

Daha önce Gaziantep’te, Reyhanlı’da yaşanmış, Diyarbakır, Adana ve Mersin’de denenmiş olmakla birlikte, Türkiye bu tür Ortadoğuvari sivilleri hedef alan büyük saldırılara alışkın bir ülke değil.

Ancak sınırdaş ülkelerde gelişmeler son zamanlarda bu konudaki endişeleri arttırıyor. Yıllardır benzer hadiseler yaşıyan Irak’ta şimdi IŞİD’le ortalık karışmış durumda. Suriye’nin durumu ve Rojava’daki savaş ortada. Rojava meselesinden IŞİD’e, sınır güvenliğinden mülteci akınına kadar bu tablo Ortadoğu’yu her geçen gün bize taşıyor. Her türlü sınırı muğlak hale getiriyor.

Suruç’ta bombanın patladığı Amara Kültür Merkezi’nde Kobani’ye geçmek için İstanbul’dan gelen gençler konaklıyordu. İlk hedefin onlar olduğuna şüphe yok.

Bu kimin işi?

En önemli sorulardan birisi bu. İçişleri Bakanı’nın da teyit ettiği gibi olağan şüpheli IŞİD’tir..

Makalenin devamını okumak için tıklayınız

Mahmut Övür

Suruç katliamını köşesine taşıyan bir diğer isimse Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür. Övür’ün Sabah’taki “Suruçta Terör Saldırısı” başlıklı makalesinin bir bölümü şöyle;

Terör, bayram sonrasını yine kana buladı. Şanlıurfa Suruç’ta sosyalist gençlerin toplantısına yapılan terör saldırısında çok sayıda insanımız yaşamını yitirdi. Bu kanlı saldırıyı lanetliyorum. Bu saldırı, sadece sosyalist gençlere, Kürt siyasetine değil, barış ve demokrasi limanı Türkiye’ye yöneltilmiş bir saldırıdır. Saldırının Kobani’yle ilişkili olması, aynı anda Kobani’de de benzer bir saldırının yaşanması hâlâ Kobani’nin Türkiye’nin içini karıştıracak bir argüman olarak kullanılabileceğini gösteriyor. 

İstedikleri de, uzun süredir ateş çemberi içine alınan Türkiye’yi iç savaşın içine çekmek ya da iç savaşı Türkiye’nin içine taşımak. Bunun için PKK ve çevresi, “Türkiye DAEŞ’i destekliyor” yalanlarından, algı operasyonlarına kadar her şey yaptı. 6-8 Ekim’de bu proje bir ölçüde denendi ama başaramadılar. Çözüm süreci ruhu bu tuzağı bozdu. Ama onlar vazgeçmedi. Başından beri bir hesaplaşma alanı olarak seçilen Kobani’yi her fırsatta devreye soktular. 

Şimdi Suruç’ta daha vahşi ve insanlık dışı bir katliam denendi. Bölge halkını kışkırtıp, iç savaşın fitilini ateşlemek istediler. Bu yüzden Suruç katliamını kimin yaptığından çok neyi hedeflediği önemli… Ama hâlâ bu hedefi görmeyen, görmek istemeyenler var. HDP’den bazı yetkililerin daha saldırı olur olmaz yaptıkları açıklama insanı dehşete düşürüyor. HDP Meclis Üyesi Orhan Çelebi’nin olayın üzerinden yarım saat geçmeden televizyon ekranlarından söylediği şu sözlere bakın: “Saldırıyı devlet ve İŞİD birlikte yapmıştır.” 

Gördüğünüz gibi hâlâ aynı yalanlara sarılanlar var. Meclis’te 80 milletvekiliyle temsil edilen ve sık sık “barış ve çözüm süreci”nden söz eden bir parti yetkilisinin kanlı bir katliamdan hemen sonra böyle dayanaksız suçlamalar yapmasını, IŞİD veya başka karanlık bir güç kullanmaz mı? Tabii asıl sorun, silahlı mücadeleyle, şiddetle sivil siyaset arasına bir mesafe konulamamasında. Türkiye çözüm süreciyle bunu önemli bir noktaya getirdi ama aşamadı. Çünkü PKK yönetimi, geçmişte olduğu gibi bugün de şiddetten vazgeçmedi. 

Makalenin tamamını okumak için tıklayınız

Abdurrahman Dilipak

Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak bugünkü köşesinde “Aman Dikkat” başlıklı bir yazı kalame aldı. Suruçta yaşananların öncü saldı olduğunu dile getiren Dilipak’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’ta yaşananlar aslında öncü bir saldırı.. Arkası gelebilir.. PYD-DAEŞ çatışması DAEŞ-PKK hesaplaşmasına dönüşebilir.

Birileri boş durmuyor.. Türkiye’nin Irak ve Suriye ile ilgilenmesi birilerini rahatsız ediyor.. Türkiye’deki siyasi belirsizlik ve siyasi belirsizliğin beslediği ekonomik durgunluk birilerini umutlandırıyor..

Kim bunlar derseniz, İsrail ve Esed başı çekiyor. Sisi memnun bu gelişmelerden.. ABD, İngiltere ve Fransa’nın şahinleri de yangına körükle gidenler arasında ve tabi bu Şeytan Üçgeni’nin Truva atı Almanya da..

Paralel yapıya gelince “dibek dövenin hık deyicisi” rolünde.. AK Parti’ye karşı herkesle işbirliğine hazır ve açık bir yapı..

Türkiye’nin Musul petrolü ile ilgilenmesi, Barzani ile kurulan diyalog birilerini rahatsız ediyor.. Suriye’de kurulmak istenen güvenli bölge konusu da birilerini rahatsız ediyor..

Ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar.. “Topyekûn saldırı”ya hazırlanıyorlar.. Derin devlet, Paralel yapı, liberaller, çevreciler, milliyetçiler, solcular, sosyalistler, liberaller, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, şimdi buna bir de Süryanileri eklemlemeye çalışıyorlar.. Suriye’de Süryanilerin de silahlı birlikleri var artık. Onlar da PYD ile birlikte hareket ediyorlar.. Böylece Hristiyan dünyasının da ilgisini çekmeye çalışıyorlar.. Zaten Suriye’de ciddi bir Hristiyan topluluğu da var.. Şii’si, Selefi’si, Arap aşiretleri herkes bu oyunun içinde. Yani tek sorun DAEŞ değil..

Asıl hedefleri Türkiye’yi bu çatışmanın içine çekmek ya da bu çatışmayı Türkiye’ye yaymak..

Türkiye’deki siyasi belirsizlik birilerinin hevesini artırıyor..

Bana kalırsa birileri şu “kontrollü bunalım stratejisi”ni devreye sokmaya çalışıyor.. “Tavşana kaç, tazıya tut” diyecekler.. Bildik soğuk savaş taktikleri.. Ölen de, öldüren de aynı derin güçlerin piyonu..

Hedef seçilen kitle ilginç. Sol-Sosyalist, ama çevreci ve insan hakları savunucusu, Ayn el Arab’ı imara, insani yardıma gidiyorlar.. En azından ilk bilgiler böyle. DAEŞ ise bunu haber alıyor, bir canlı bomba ayarlıyor ve bunların sınır ötesine geçmeden öncesi son duraklarında vuruyorlar.. Vural heyet bu girişimini HDP dolayısı ile PKK-PYD paralelinde örgütlüyor..

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Ahmet Taşgetiren

Star gazetesindeki birçok yazar gibi Ahmet Taşgetiren de bugünkü köşesini Suruç katliamına ayırdı. Taşgetiren Star gazetesinde yayınlanan köşe yazısında önemli değerlendirmelerde bulundu. Ahmet Taşgetiren’in “Suruç: Vahşete lanet” başlıklı bügünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç. Kobani’nin sınır komşusu.

Kobani’ye gitmek üzere ilçede toplanan bir grubun içinde bir canlı bombanın kendini berhava etmesi ile gelen katliam: 28 ölü, 100’den fazla yaralı. 

Olağan şüpheli DAİŞ mi, kuvvetle muhtemel.

Diyarbakır’daki patlamanın arkasında da bir yığın örgütle temastan sonra DAİŞ’te karar kılan bir militan vardı.DAİŞ bölgenin belalısı.

Ama DAİŞ’i tanımlamak bile kolay değil.

Bünyesinde hangi gruplar yer alıyor, hangi amaca yönelik savaşıyorlar, tanımlamak kolay değil.

Bu sebeple, mücadele de kolay değil.

Acaba bu son sabotaj, Türkiye’ye karşı mı, yoksa Kobani’de etkinlik sağlayan PYD’ye karşı mı?

Eylem Türkiye’de gerçekleşiyor ve tabii ki bir tek vatandaşımızın başına bir şey gelmiş olsa bile öncelikle Türkiye, kendisini hedef durumunda görecek.

Kaldı ki Suriye’de, Irak’ta ya da daha geniş anlamda tüm bölgede gerçekleşen her hadise bir yönüyle Türkiye’yi ilgilendiriyor.

Ne Arap Baharını Türkiye’den uzaktan yaşanan bir hadise olarak görmek mümkün, ne Mısır’daki darbeyi, ne Suriye’de, Irak’ta olan bitenleri. İran’ın nükleer pazarlığında gelinen sonuçlar nasıl bölgedeki dengeleri etkiliyorsa, Suriye’de İran’ın mevcudiyeti nasıl anlamsız değilse, Mısır’daki darbe nasıl Amerika’dan Avrupa’dan soyutlanamıyorsa, bütün bu hadiselerin Türkiye boyutu da görmezden gelinemez.

Türkiye’nin çözüm süreci de bölgede olan bitenden bağımsız ilerlemiyor işin gerçeğine bakılırsa.

Suriye’de olan bitenler ve Amerika’nın bölgeye ilişkin hesapları, Kandil’in kimyasını Türkiye aleyhine bozmadı mı? Kandil, gelişen süreç içinde, kendileri adına başka alanlar açılabileceği hesabıyla, silahlı yapının Türkiye’yi terk etmesi noktasında ayak diremeye yönelmedi mi?

Kendimizi tecrit etseydik tüm bu olaylardan, başımız bu kadar ağrımazdı yaklaşımını hiçbir biçimde gerçekçi bulmak mümkün değil. Aslında Türkiye, kendi çözüm sürecini, uluslararasılaştırmaktan ısrarla kaçındı ve İmralı ile kurduğu temasın anlamı da bu uluslararası ilgiyi bertaraf etmeye yönelikti. Ama bölgeye ilişkin başka hesaplar devreye girdi ve bölge derin kaosun içine sürüklendi.

Henüz hiçbir şey stabilize olmuş değil. Belki de bölgede tek Türkiye göreceli bir istikrar yaşıyor.

Silahlı yapının varlığı da o istikrar için tehdittir, Kobani’deki çatışmaların içeriye yansıyan boyutu da Suriye’deki çatışmaların gelişme seyri de ve tabii bölgedeki ana aktörlerden biri olarak DAİŞ’in üzerinden yürüyen hesaplar da.

Kolay bir coğrafyada değiliz.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Burhanettin Duran

Sabah gazetesi yazarlarından Burhanettin Duran da 21 Temmuz 2015 tarihli köşe yazısında Suruç katliamını ele aldı. Duran’ın “Suruç Saldırısının Anlamı” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’ta Amara Kültür merkezi önünde gerçekleştirilen bombalı saldırı ile 30 vatandaşımızı kaybederken 100’ü aşkın insanımız da yaralandı. DAİŞ bağlantılı olduğu düşünülen canlı bombanın sebep olduğu menfur katliamı telin ediyor ve milletimize, vefat edenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum. 

Bu saldırıyı değerlendirirken meseleyi sadece “güvenlik zafiyeti” bağlamında ele almak bize önümüzdeki dönemi görebilecek bir bakış açısını vermeyecektir. 5 Haziran’daki Diyarbakır HDP mitingindeki patlamaya benzer bu saldırıyı kamuoyunda bir “algı savaşına” çevirmenin de zihin karmaşası yaratacağı ortada. Sorumluluğu Hükümet’in üzerine yıkan ve eleştiriyi “teröre destek” formatına sokan kampanyanın da öncelikle düşmanlık hislerini körükleyeceğini biliyoruz. Kaldı ki bu saldırının HDP’lilerin yanı sıra DAİŞ’le daha etkin mücadele için ABD ile yeni bir uzlaşmaya varan Hükümet’i de hedef aldığını görmeliyiz. Nitekim 10 Temmuz’da dört büyük kentte yapılan operasyonlarda 27 DAİŞ zanlısı gözaltına alınmıştı. 

***

Suriye iç savaşının dört yıldır ülkemize yansıması sadece 2 milyonu aşkın mültecinin gelmesi değil. Suruç’taki alçakça saldırı ile Suriye’deki tarafların “savaşı” bombalı saldırılar ve yabancı savaşçılar üzerinden Türkiye’ye taşıması olgusu ile karşı karşıyayız. Telabyad’da, Kobani’de PYD-DAİŞ savaşı sürerken Türkiye’nin güneydoğusunu çatışmadan korumanın zorluğu ortada. 

Kobani ile Suruç arasındaki sürekliliğe dikkat çeken HDP’li yetkililer bu sürekliliği Hükümet’i suçlamakta kullanıyorlar. Halbuki son saldırı Kuzey Suriye’de PKK-PYD aktörlüğü çerçevesinde yaşananların ülkemize getirdiği yeni maliyetlere işaret etmektedir. PKK, PYD saflarında savaşmak üzere Türkiye içinden binlerce yeni militan devşirerek Suriye’ye göndermektedir. 

Amerika ve Avrupa başta olma üzere dünyanın farklı yerlerinden gelen gönüllü ya da paralı yabancı savaşçılar Suriye sınırlarımızdan geçerek DAİŞ’e karşı savaşa katılıyor. Türkiye’nin Suriye sınırından geçişi kontrol edememesi sıklıkla eleştiriliyor. Halbuki Türkiye DAİŞ’e karşı mücadelesini sertleştirirken bu sınırları yabancı savaşçı için kullanan yapıların başında PYD geliyor. Bunun ziyadesiyle farkında olan DAİŞ, savaşı Türkiye’ye taşıyarak HDP’yi hedef almaktadır. İşte bu sebeplerle hem Araplar hem de Kürtler arasından militan bulabilen DAİŞ’in PYD ile savaşında güneydoğu kentlerine canlı bombalar göndermesi çok yönlü ele alınmak durumunda… 

***

Türkiye, Irak ve Suriye’deki menfaatlerine çok zarar veren DAİŞ ile mücadelesini çok dikkatli yürüttü. Temel kaygılarından biri Suriye’de savaşa sürüklenmemek ve DAİŞ’in ülke içinde gerçekleştirebileceği terör eylemlerinden sakınmaktı. Hatta terör eylemleri “kaygısı” yüzünden Kürt milliyetçileri tarafından DAİŞ’e destek vermekle suçlandı ve Kobani eylemlerinin şiddeti ile yüzleşti. 

Gelinen noktada Türkiye’nin DAİŞ politikası ikili bir kıskaca sıkıştı. Bir yandan PKK’nın uzantısı PYD, ABD desteği ile tüm Kuzey Suriye’yi ele geçirmeye oldukça yaklaştı. Bu dolaylı olarak PKK’yı yeni silahlara ve savaşçılara sahip bir orduya çeviriyor. Bunun ne türlü bir tehlike olduğu, PKK’nın içeride “ateşkese” son vermesi durumunda bütün vahametiyle anlaşılacaktır. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Ali Saydam

Yenişafak yazarı bugünkü köşesinde “herkesin bildiği bir fıkra” ile Suruç’un faillerinin aslında kim olduğunu ima etti. Saydam’ın “Hedef Türk Devleti” başlıklı bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Meşhur fıkradır. Bilirsiniz herhalde. İki kişi aynı şeyi istemektedir… Kimin o istenen şeye ulaşabileceğini belirlemek için aralarında, kuralları hayli tuhaf, bir oyun oynamaya karar verirler. Biri diğerine bir bilmece soracak. Sorulan kişi yanıtı bilemezse, o işi önce kaybeden taraf yapacakmış… Birincisi sormuş soruyu: “Kışın sıcak yerleri sever. Soba, şömine ya da radyatörün yanında kıvrılıp uyamaya ve ciğer yemeğe bayılır. Miyav, miyav der. Bil bakalım bu hangi hayvandır?”

Beriki, hemen patlatmış cevabı: “Bildim!” demiş “Timsah!.. Timsah!..”

Dünkü korkunç saldırı da bana bu fıkrayı hatırlattı…

Kim, niye düzenlemiş olabilirdi? Sorunun yanıtı aslında o kadar açıktı ki…

Ancak bütün gün TV’lerde lafı evirdiler çevirdiler, biteviye “Timsah! Timsah!” deyip durdular… Tamamen katıldığımız ‘Kınama’ mesajları ve ‘Vefat edenlere Allah’tan rahmet; yakınlarına baş sağlığı, Allah’tan sabır’ dilemelerin, ‘Bütün Parti’lerin Meclisin ilk günü terör saldırı karşısında ortak tavır almaları’ temennilerinin yanısıra; TV’lerde en iyi yorumu yapanlardan biri hiç şüphesiz Kürt kökenli AK Parti Milletvekili Muhsin Kızılkaya…

Bu menfur suikastın hiçbir siyasi partiye yaramayacağını, öküz altında buzağı aranmaması gerektiğini ima ederek, bütün partilerin birlikte çözüm yolları üretmelerinin gerektiğini çünkü hedefin Türk Devleti olduğunu belirtti.

Belki başka siyasiler ya da kişiler de bunu söylemişlerdir de, bizim kulağımıza takılmamıştır. Haklarını yediysek, bağışlana…

Muhsin bey bir adım ileri giderek şöyle bir yaklaşım dile getirdi: Bu iğrenç saldırının arkasında herhangi bir siyasi parti arayarak siyasi yorum yapmaya kalkmak yanlış olacaktır. AK Parti’nin %35 oy aldığı yerde Diyarbakır patlaması sonrası oyları %15’e düştü… Polisiyelerde (örneğin Komiser Kolombo’da mutlaka) detektif, “Bu işteki hedef nedir, kimin çıkarı var?” diye sorar öncelikle…

Son alçak saldırıyla ilgili bu sorunun yantı da fıkradaki kadar basittir aslında.

Türk devletinin hedef alındığını tespit ediyorsak, doğal olarak amaç, Türk devletini hangi reaksiyona doğru itmektir?..

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Leyla İpekçi

Leyla İpekçi bugünkü köşe yazısında “iç savaş için uğraşanların içimizdeki pimi çekti”ğini söyledi.

Leyla İpekçi’nin Yenişafak gazetesindeki bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Kobane’nin yeniden inşasına katılmak üzere Suruç’a giden Sosyalist Gençlik Dernekleri federasyonundan üç yüz gencin Amara kültür merkezinin bahçesinde yapacakları basın açıklaması kana bulandı. An itibarıyla yirmi sekiz genç hunharca katledildi. Bu şekilde katledenler insani hiçbir değeri temsil edemezler diyerek başlayalım sıcak saatlerin içine girmeye. Zira sıcak saatler bir türlü bitmiyor. İç savaşa doğru hızla sürüklenmemizi isteyenler önce her seferinde olduğu gibi içimizdeki / nefsimizdeki bombanın pimini çekiyorlar.

Bizler ise daha ilk anda bildiklerimizden çok bilmediklerimiz üzerinden analizler yaparak, bilmediklerimizi kurcalayarak, her şeyin doğrusunu biliyormuşuz gibi büyük bir iddia ile birbirimize karşı canavarlaştık. Gençlerin kanı kurumadan birbirimize karşı neredeyse silahlanacak hale geldik. İç savaş isteyenlerin işini daha da kolaylaştırıyoruz, her seferinde olduğu gibi.

Şimdi çocuklara oyuncak götüren gençlerin delik deşik olmuş görüntüleri eşliğinde canlı bomba ihtimali dahil, pek çok şey söylenirken, an itibarıyla genel ruh durumumuzun özetini kayda geçirmemiz gerekiyor, ola ki ibret alırız:

***

Bu kültür merkezinin silahlı eğitim almak için Suriye sahasına götürülen militanların buluşma mekanı olduğunu söylüyor kimileri. Oranın KCK kontrolünde olduğunu ve bombanın oraya nasıl sokulduğunu sorguluyor kimi de. Öte yandan yine bu mekanın Türkiye’nin her yerinden gönüllülerin Işid ve katliamlarından kaçanlara yardım ettikleri bir merkez olduğu da söyleniyor.

Bir yandan KCK açıklamasında “bu kanlı örgütü büyüten AKP’dir sorumlu olan” denilerek saldırıyı Işid’in yaptığını söylüyor. Bir gazetemizin bugünkü manşet haberini hatırlatanlar da var: İstanbul’da geleneksel ikinci Işid buluşması yapılmaktaymış tam da. Yani devlet destekli bir bombanın pimi çekilmiş. Apo’yla resmi barış müzakereleri yürüten devletin sanki 90’lardaki ceberut devletten farkı yokmuş gibi.

Kimileri bu tarz saldırıları düzenleyen aktörlerin hiç de amatör olmadığını ve Türkiye partisi olmaya çalışan HDP’yi sivil alandan ve demokratik siyasetten uzaklaştırmak isteyenlerin operasyonu olduğunu söylüyor. Kimileri ise hükümetin yolsuzluk iddialarını örtmek için erken seçim öncesi ortalığı kana buladığını haykırıyor. 17 ve 25 Aralık’ın bir darbe girişimi değil de bir yolsuzluk operasyonu olduğunu söyleyenlerin iddiası bu.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Tamer Korkmaz

Bir diğer Yenişafak Gazetesi yazarı Tamer Korkmaz’ın “Suruç’taki Canlı Bomba” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Ramazan Bayramı’ndan hemen sonra, Terör sahne aldı; bir kere daha Kaos’tan fal tutuluyor: Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde belediyeye ait kültür merkezinin bahçesindeki “canlı bomba” saldırısında 30 kişi öldü. 100’ye yakın yaralı var.

Bu alçakça saldırıyı kınıyor; hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Türkiye’nin başı sağ olsun…

Dünkü terör saldırısı; sadece Suruç’u veya Şanlıurfa’yı değil, tüm Türkiye’yi hedef almıştır.

Taşeron terör örgütünün tetikçileri eliyle düzenlenen “kontra” saldırıyla; mevcut gerginliklerin çatışmaya dönüştürülmek istendiği, netice itibarıyla Kaos ortamının arzulandığı gözleniyor.

*

Patlama, Suruç’taki kültür merkezinin önündeki bahçede “Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu” mensuplarının “Kobani’nin Yeniden İnşası” konusunda basın açıklaması yaptığı esnada meydana geldi.

Haliyle, dünkü terör eylemi akıllara anında IŞİD’i getirdi.

IŞİD, sadece altı gün önce, “Türkiye’nin kendilerine yönelik baskı ve engellemelerine” dikkat çekerek, Ankara’yı tehdit etmişti.

IŞİD dediğimizde; bundan 13 yıl önce CIA, MOSSAD ve MI6’in inşa ettiği kontra örgütten söz etmiş oluyoruz!

Buna mukabil, epeyce bir süredir “IŞİD ile Türkiye’yi” ısrarla aynı kadrajın içinde göstermeye çalışıp, sistematik iftiralar atan bir cephe var. Bu cephede, ‘ABD ve İsrail İşbirlikçisi’ Paralel Casusluk Örgütü başı çekiyor. Terör siyaseti uygulayan HDP de, bu cephede yer alıyor.

6-8 Ekim 2014 tarihli Kobani eylemleri sırasında, Paralel Yapı maskeli elemanlarıyla devredeydi. Paralel’in HDP ortaklığı, seçim kampanyasında da “Ara Kapı Siyaseti” ile devam etti.

*

Suruç’taki bombalı saldırının ardından; Terör Örgütü PKK’nın “siyasi maskeli uzantısı” HDP, “hiç zaman kaybetmeden” Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Hükümet’i hedef gösterdi!

HDP’den dün yapılan açıklamada, “IŞİD’in başını okşayan Ankara’daki yöneticiler, bu barbarlığın suç ortağıdırlar” denildi!

HDP’nin Eş Genel Piyonu Demirtaş “İddia ediyorum, açıklama yapmak üzere orada bulunan gençlerin tamamı kayıt altındadır. Orada kimler var Emniyet biliyordur veya devlet oraya kim gidecek kim gelecek biliyordur.” diye konuştu.

“Halkımız artık kendi güvenliğini sağlamalıdır.” diye ekledi!

Bunun bir “silahlanma çağırısı” olduğu aşikârdır.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Oral Çalışlar

Radikal gazetesi yazarlarından Oral Çalışlar “Suriye’ye Benzer miyiz?” başlıklı makalesinde; “Sınırımızda savaş varken, milyonlar yerinden yurdundan kaçmak zorunda kalırken; çatışmaların tamamen dışında kalmak mümkün değil.” değerlendirmesinde bulundu. Çalışlar’ın  bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Türkiye’yi siyasi istikrarsızlığa sokmaya yönelik basınç, son Suruç saldırısıyla görüldü ki, giderek yoğunlaşıyor. Suriye’de ortaya çıkan kargaşa, Türkiye’yi etkilemeye ve iç istikrarını bozma tehdidini sürdürmeye devam ediyor. Bu nedenle, umuyor ve bekliyoruz ki; ülkemizdeki siyasi belirsizlik, bir an önce netliğe kavuşsun ve “şiddete karşı ortak bir mücadele zemini” noktasında, partiler arasında uzlaşma sağlanabilsin.

Türkiye ateş çemberi altında. Bizi de ateşin içine çekmek istiyorlar. Ülkemiz, bölgedeki istikrar adası özelliğiyle, serbest seçimleri gerçekleştiren çok partili rejimiyle ayakta duruyor.

Suruç saldırısının hemen ardından; Adıyaman’dan, PKK ile çatışma haberi geldi. Baraj inşaatına müdahale eden PKK’lilerle askerler arasında çıkan çatışmada, bir başçavuş yaşamını yitirdi. Bu iki olayın üst üste gelmesi bile karşısında bulunduğumuz tehdidin ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor.

SAVAŞIN İÇİNE ÇEKİLMEK

Savaşın içine çekilmek, temel tehlike olarak önümüzde duruyor. Geçen yıl, IŞİD’in Kobani kuşatması sırasında; biliyoruz ki, ABD Türkiye’den, bölgeye askeri müdahalede bulunmasını istemişti. Türkiye’nin bir kara harekatı yaparak IŞİD’i yenilgiye uğratması, Batı’ın beklentileri içindeydi. Ankara, ihtiyatlı davrandı. Savaşa doğrudan bulaşmak anlamına gelebilecek böylesine bir harekata girişilmedi. Kobani direnişçilerine destek verilirken, savaşın parçası olmaktan kaçınılabildi.

İsrail eski başbakanlarından Ehud Barak, geçenlerde Russia Today televizyonuna yaptığı açıklamada; Türkiye’nin bu tutumunu destekleyen değerlendirmelerde bulunmuştu. Barak özetle, “Türkiye’nin IŞİD konusunda doğru bir değerlendirme içinde olduğunu” söyleyerek; bu örgütü yenilgiye uğratmak için en etkili ülkenin Türkiye olabileceğine dikkat çekmişti.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Taha Dağlı

Haber7 yazarlarından Taha Dağlı’da bugünkü köşesini Suraç katliamına ayırdı. Dağlı Haber7’de “24 Saat Önce Kobani’de Ultimatom Verildi” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte o yazı;

Bu kurşun değirmeni ne çok yiğit öğütür.

Göğü titreten kan sıcağı. Üzerine yeni kuşlar giyinmiş göğün üzerinde Ali’nin kanı Mehmet’in feryadı. Kurşun geçirmeyen bedenlerimiz değil vicdanımız olsaydı keşke ki bu kadar kolay nişan almasaydık , merhamet ustalık ister sadece insanlıkta. Bir Ağıt duyduğumuzda ağıtın nerden geldiğine değil, hangi annenin bağrından kanlı bir et gibi kulaklarımıza dolduğuna kilitlenseydik keşke.

Dün, kan sıcaktı ama biz donduk. Ne oluyor? Diye sorduğunda iç sesin bile sessize alıyor sesini. Havaya yükselip ölmeden geri dönmeyen 31 masum . 31 ölü. Hepsi bir annenin evladım diye seslendiği, hepsi bir babanın geç kalma yavrum dediği. Derine kazsak ta bu yarayı deşeler bir kırlangıç bir annenin önüne getirir o hesap.

Şimdi sormaya başlayalım. Öncelikle ölen canlarımızı gök öpsün . Cennetleri yakın olsun. Fakat soruyoruz, Niye öldüler? Bunu eli belinde, bir günde analizci olan platform ayıkları edasıyla sormuyorum. Niye ölsünler. Niye bir anne canından vurulsun, niye bir babanın göğü eksilsin evinden. Paravan arkasında kan kulislerinin iki kardeşi birbirine boğdurmaya çalışmasını izliyoruz. Bacağından vurulan terör leşine hayat vermeye çalışan kan fedaileri kimin tarafında. Sadece ölümün. Sadece kaosun, Sadece ağıtların.

Ali Karahasanoğlu

Yeni Akit gazetesi yazarı Ali Karahasanoğlu’nun “Silah Bırakmayanlar, Suruç’un Hesabını Devletten Nasıl Sorabilir!” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’taki patlama, tabii hepimizi üzdü..

İnsanların ölmesinden, kimse memnuniyet duyamaz…

Ama, Suruç’ta ölen insanlar üzerinden, onları istismar da ederek devletten hesap sormaya kalkan teröristlere de, “Bir dakika” demek, vazifemizdir…

Nasıl yani?

Şöyle..

Suruç’taki patlamada, devlete ne sorumluluk düşer?

Olayın yaşanmaması için, gerekli tedbirleri alma görevi..

İstihbaratını sağlam yapma.. Güvenlik tebirlerini titizlikle alma…

Sonuçta da, böyle bir patlamaya meydan vermeme..

Ama tüm bunlar için çaba sarfedildiği halde..

Yine patlama yaşandıysa..

Devlete yöneltebileceğimiz suçlama, ancak “kusur”dan ibarettir.

O patlamanın faili sonuçta devlet değildir.

Kimse, devlete, “Patlamanın faili sensin” diyemez..

Kimse, devlete, “kasti bir hareket isnadı” yapamaz. 

Daha patlamanın yaşanmasının üzerinden dakikalar geçti-geçmedi..

PKK elebaşları, hemen suçlamalara başladılar: “Ölenlerin katili devlettir!”

İnsanda birazcık utanma olur..

Sen zaten bir terör örgütüsün..

Devletin şu kadar askerini, polisini öldürmüşsün..

Şimdi kalkıyorsun, devlete “kasti olarak, masum insanları öldürme suçlaması” yapıyorsun!

Ne hakla?

Üstelik..

Dün Suruç’taki patlamanın hemen ardından.. Adıyaman’dan bir askerimizin şehadet haberi geldi..

PKK’lılar o askerimizi şehit ettiler..

Aradaki farkı altını çizerek hatırlatıyorum.

PKK, devletin askerini, bilerek, kasten öldürüyor..

On5yirmi5