Köşe yazarları bugün ne yazdı?

Olaylar
Haftabaşında Suruç’ta meydana gelen patlama gündemdeki yerini koruyor. Köşe yazarlarının gündeminde de Suruç sonrası yaşanan gelişmeler var.  Ali Bayramoğlu-Yenişafak Yenişafak gazetesi yaz...
EMOJİLE

Haftabaşında Suruç’ta meydana gelen patlama gündemdeki yerini koruyor. Köşe yazarlarının gündeminde de Suruç sonrası yaşanan gelişmeler var. 

Ali Bayramoğlu-Yenişafak

Yenişafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu bugünkü köşesinde “Alarm” başlıklı bir köşe yazısı kaleme aldı. 

Bayramoğlu2nun bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç saldırısının üzerinden sadece üç gün geçti, cenazeler daha yeni toprağa verildi. Ancak ülkedeki olaylara, tartışmalara, ithamlara bakıldığında bu saldırının işaret ettiği derin tehlikeden hiç bir sonuç çıkarmamışa benziyoruz.

KöşeSuruç saldırısı etrafında karşılıklı suçlamalar, muhalif medyadaki yorumlar, takıntılı analizler siyasi iktidara yönelik bir politika eleştirisinin ötesine geçti ve AK Parti saldırının doğrudan ya da dolaylı faili ilan edilmeye başlandı. İstihbarat zaafı tartışmaları bu zaafın çapını aştı, eleştiriler bir sorgulamadan öte iktidar hedefli, yıpratma amaçlı siyaset savaşına döndü.
Öte yandan yapılan kimi açıklamalar, yaşanan kimi olaylar 1970’leri akla getirecek şekilde endişe verici.

Ceylanpınar’da iki polisin evlerinde öldürülmesini PKK’nın Suruç saldırısına karşı bir misilleme olarak üstlenmesi bunlar arasında. Sultangazi’de bir sivilin IŞİD’li olduğu gerekçesiyle örgüt tarafından öldürülmesi, HÜDA-PAR’lıların tekrar hedefe konması da öyle… İki genç polis de, hayatını Suruç’ta kaybeden gençler kadar masumdu. Kurbanlar ve hayatlar arası hiyerarşi yoktur.
Suruç’taki saldırının sorumlusu olarak siyasi iktidarı göstermek, AK Parti-IŞİD işbirliği gibi kestirme ve çarpık formüller üretmek, bu tür eylem ve misillemeleri tabileştirmek, hatta desteklemek anlamına gelir. O zaman desteklediğiniz çatışmanın bizzat kendisi olur.
Sivil, medyatik ve entelektüel sorumluluk her şeyden önce bunu görmektir.

Peki siyasi sorumluluk?

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Yusuf Kaplan-Yenişafak

Yenişafak gazetesi yazarlarından Yusuf Kaplan bugünkü köşesinde; “Şer güçlerin kirli akıl oyunlarını Türkiye bozabilir sadece” dedi.

Yusuf Kaplan’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

KöşeÖnce –sosyal medyada da paylaştığım– bütün yaşadıklarımızı iyi özetleyen, büyük resmi gösteren bir aforizma:
Üst-Akıl: İngilizler.
Ortak Akıl: İsrail-ABD-AB-Rusya-Çin.
Taşeron Akıl: İran.
Maşa Akıl: Örgütler ve Şebek-e-leri.
Akılsız Akıl: Finansör Suud.
Hedef: Müslümanı Müslümana kırdırmak! Ve İslâm dünyasının sınırlarını yeniden çizmek!

ÜÇ TEMEL HEDEF!

Çok tehlikeli ve zor bir süreçten geçiyor Türkiye de, İslam dünyası da. Yapılmak istenen ne, peki?
Özetle şu: Kısa vadede, Ak Parti’yi CHP’yle koalisyona sürüklemek!
0rta vadede, Erdoğan’ı tasfiye etmek!
Uzun vadede ise, son kale Türkiye’yi durdurmak!

AKİDEVÎ, FİKRÎ VE SİYASÎ FİTNELERE DİKKAT!

Açacak olursak: Önce etnik ve mezhebî sınırları kışkırtmak! Sonra bu unsurları birbirine vurdurmak! Sonra da İran’a “Yürü yavrum!” diyerek önünü açmak ve Ehl-i Sünnet Omurga’yı çökerterek İslâm Dünyasını tam ortadan ikiye yarmak!
Müslüman toplumların, bir daha ayağa kalkmasını önleyecek, bütünleşmesini engelleyecek fitne fesadın eşiğine, Hz. Peygamber’i (sav), hadisleri, mezhepleri tartışmaya açarak Müslümanları, çapsız, bencil, megaloman adamlar ve akımları kullanarak, kışkırtarak, önlerini açarak büyük bir akidevî, fikrî ve siyasî çıkmaz sokağın, çukurun eşiğine yuvarlamak, o çukurda birbirlerinin boğazına çullanmalarını sağlamak!

Tehlike büyük gerçekten! 0 yüzden şunu söylüyorum altını çizerek:
Aklını başına devşirmelisin! Şer güçlerin ve piyonlarının oyunlarına gelmemelisin! Son Kale Türkiye’yi ve küresel sisteme boyun eğmeyecek İslâm’ı şer güçlere ve şebek-e-lerine yedirmemelisin!

BU OYUNU, TÜRKİYE BOZABİLİR SADECE!

O yüzden şunu iyi bilmelisin ve kulağına küpe etmelisin:
Bu tezgâhı bozacak yegâne ülke: Sadece Türkiye!
O yüzden bütün tezgahı bizim etrafımızda sahneliyorlar ve o yüzden Türkiye’yi kuşatmak ve dize getirmek için savaşıyorlar!
Teslim bayrağı çekmek yok! Hata yapmak da yok! Şer güçler ve şebek-e-leri bir hamle yapıyorsa, bizim de ikinci hamleyi yapmamız ve tezgâhlarını başlarına yıkmanın yollarını bulmamız gerekiyor!

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Hasan Bülent Kahraman- Sabah

Sabah gazetesi yazarlarından Hasan Bülent Kahraman bugünkü köşesinde “AK Parti Ne Yapmalı?” başlığını kullandı. 

Kahraman’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

KöşeDün Sabah gazetesinde çıkan iki yazı şu karmaşa günlerinde ele almayı düşündüğüm iki konuyu da mükemmel biçimde dile getiriyordu. 

Hıncal Abi, HDP’nin dışlanmasını yanlış bulduğunu defalarca dile getirdiğini ve eleştirdiğini yazıyordu, Demirtaş’ın son açıklamalarını eleştirerek, oyunu HDP’ye verdiğini gene bu gazetede ilan ettiğini vurgulayarak. (Bu satırların yazarı da naçizane aynı önermelerde bulunmuştu. ‘Şerik’ olmak maksadıyla değil, durum tespiti açısından belirtmek ihtiyacı duydum.) Bugünkü karmaşaya çözüm önerisi bu yazıda içkindi: HDP’nin ve Kürtlerin kavranması, kuşatılması, sahiplenilmesi. 

Mahmut Övür de gene bizi bugüne taşıyan süreci değerlendirerek çözümün Akparti’den gelmesi gerektiğini işaret ediyordu. ‘Akparti ezber bozmalı’ diyordu. Bunu nasıl yapacağını da Övür açıklamıştı: Kürt sosyolojisini kucaklamak ve DAEŞ terörüne karşı çıkmak!

***

Siyasetin temel mantığını yerli yerine oturtunca bütün çözüm yükünün gerçekten de Akparti’nin sırtına bindiğini ben kendi payıma söyleyeyim. Niye böyledir, açıklayayım. 

Birincisi, Akparti iktidardır. Sorunlara çözüm bulmak daima iktidarın sorumluluğudur. Eskiden beri söylenen söz doğrudur. İktidar, şikâyet makamı değildir. Şikâyet merciidir. Yani birileri gelir şikâyetini oraya, iktidara aktarır, o da çözüm üretir. Ama iktidar şikâyet etmez.

İkincisi, Akparti bugün % 41 oyla Türkiye’deki en büyük ve en yakın rakibinden % 16 daha fazla oy almış, 13 yıldır iktidarda bulunan partidir. Güneydoğu’nun kendisine özgü şartlarıyla orayı kaybetti. Ama hâlâ Türkiye’nin her köşesindeki varlığı mevcuttur.

Üçüncüsü, iktidar, hele Türkiye’de, taşıyıcı, kuşatıcı, kavrayıcı olmak zorundadır. Türkiye çeşitli kutuplaşmaların, ayrışmaların, zıtlaşmaların hatta bölünmelerin ülkesidir. Böyle bir ülkenin yönetilmesi için gerekli şartları üretmek öncelikle iktidara düşer.

Bu üç maddeyi birleştirince, ortaya neye çözüm aradığımız sorusunun cevabı da çıkar: Kürt sorunu!

***

Çok uzun süre Kürt sorunu dediğimiz bu mesele yakın zamanda Çözüm Süreci, Kürt Barışı adıyla anılıyordu. Ne olduysa oldu, tekerlek kırıldı, araba devrildi ve yeniden çözümsüzlük aşamasına ulaşıldı. Ben gerekçesini kendi anladığım kadarıyla söyleyeyim. Bu durum bir tedirginlikten kaynaklandı. Erdoğan sonrası Akparti’nin MHP’ye oy kaybettiği varsayıldı, o hareketin nedeni olarak çözüm süreci görüldü, gösterildi. Akparti, gereksiz ölçülerde Kürt karşıtı bir siyaset üretti. Bir spekülasyon tabii, gene de, söyleyeyim, belki böyle yapmasaydı, MHP’ye de HDP’ye de giden oyları bir ölçüde azaltabilirdi.

Bunlar yaşandı, bitti. Üstelik köprülerin altından çok sular aktı. Bugün PKK’nın son hamlesiyle Türkiye yeniden çatışma ortamına sürükleniyor. Hele KCK’dan gelen ‘silahlanın, silah eğitimi alın’ çağrıları da göz önünde bulundurulursa… 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Beril Dedeoğlu-Star

Star gazetesi yazarlarından Beril Dedeoğlu bugünkü köşe yazısında son günlerdeki gelişmeleri ele aldı.

Dedeoğlu’nun”İki Terör Örgütü,Bbir Tercih Baskısı” yazısının bir bölümü şöyle;

Bir yandan IŞİD seçili sivilleri vuruyor, öte yandan PKK askeri, polisi, karayollarını hedef alıyor. Eş zamanlı bu eylemler düğmeye basılmışçasına Türkiye’deki saflaşmaları keskinleştiriyor. Eylemlerin yarattığı ortamda iki terör örgütü ve iki hedef var. Biri Ak Parti, diğeri HDP. Bir taraf diğerini IŞİD’i kollamakla, Kürtlere baskı yapmasına göz yummakla; öteki taraf da diğerini PKK’ya sırtını dayamakla, silahla bağını koparmamış olmakla suçluyor.

KöşeOrtaya çıkan tablo, her iki örgütün yaptığı eylemlerin de esasen “Kürt meselesi” ve Suriye konusuyla ilgili olduğunu gösteriyor. IŞİD, yaptığı eylemler ile Türkiye Kürtlerinin Suriye Kürtleri ile bağlantı kurmasına engel olmaya çalışıyor; PKK da Türkiye güvenlik güçlerinin Suriye sınırından uzak durmasına. Bu durumda her iki örgütün de Türkiye’yi Suriye konusunda “uyardığı” ve yine her ikisinin de esas olarak devleti hedef aldığını söylemek gerekiyor.

Devletin hedef alınması, aynı zamanda kurulacak koalisyonun yapısını belirleme ya da yeniden seçime gidilirse oy dağılımını da etkilemeye yönelik.

PKK eylemleri

PKK ve IŞİD’in aynı gerekçelerle eylem yaptıklarını söylemek zor. PKK, Türkiye’nin Irak, Suriye ve ülke içindeki Kürt sorununa “barışçı” yöntemlerle dahil olmasına engel olmak istiyor.

Türkiye bölgedeki Kürt halkları ile dostane ilişkiler geliştirirse, PKK üzerinden kendisine alan açan devletlerin hareket imkanları kısıtlanır. Türkiye’nin geniş bir coğrafya üzerinde yumuşak güç olarak yeniden etki oluşturma ihtimali, PKK eylem yaptığı sürece ortadan kalkar; sert güç, yani askeri güvenlik devreye girer. Bölgede daha fazla güvenlikçi politika uygulanması, hem barış sürecini sekteye uğratır hem de sınır dışındaki Kürtlerle Türkiye arasına duvar örer. Bu da PKK’nın güç aldığı ve içinde Obama ABD’sinin olmadığı, kimbilir belki bazı Avrupa devletlerinin, İran ya da Rusya’nın olduğu bir koalisyonun işine gelir.

PKK eylemleri, bir koalisyon kurulacaksa bunun Ak Parti-MHP şeklinde olmasını teşvik eder; bu koalisyon daha milliyetçi, Batı’ya daha kapalı ve bölgeyi daha dışlayıcı politikalar üretebilir. Bu da Türkiye’yi Batı’dan uzak tutacağı için adı geçen koalisyonun yine işine gelir.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Ahmet Kekeç- Star

Bir diğer Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç de yine son günlerdeki gelişmeleri ele aldı.

Kekeç, bugünkü köşe yazısında “Sınırımıza bu manyakları kim koydu?” başlığını kullandı.

Türkiye IŞİD’i destekliyor mu? PKK’lılar, paralelciler, Beyaz Türkler ve “olası bir iç savaşın bizi demokrasiye götüreceğini söyleyen” Altan biraderler bu soruya hiç düşünmeden “evet” diyecektir. 

KöşeIŞİD’in nerden ve nasıl çıktığına bakmadan önce, bu manyak örgütün Musul Başkonsolosluğumuza saldırıp çalışanları rehin aldığını hatırlatalım.

Şunları hatırlamanın ve hatırlatmanın da yeridir:

Bu örgüt, “Süleyman Şah Türbesi”ne de musallat olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devleti çalıyı dolaşmayı tercih etmiş, daha önce iki kez yaptığı gibi, türbenin yerini değiştirmiştir.

Bu örgütün İslam’la, İslam duyarlığıyla bir alakası olamaz. Çünkü bin küsur yıllık fıkhı değiştirmiş, yeni (nevzuhur) bir “fıkıh” ihdas etmiştir. Buna göre, kendileri gibi düşünmeyen herkes “kâfir” ya da “mürtet”tir. Bunların hükmü de bellidir: “İdam…”

Bu vahşi örgüt, cinayetlerini önce filme çekiyor, sonra piar malzemesi olarak kullanıyor. Kurbanlarının kafasını keserek sert selefi bir görüntü sergileyen örgüt, ilginçtir, “piar” yaparken “Batılı-modern” yordamları kullanıyor.

IŞİD’e göre Tayyip Erdoğan “tağutun Cumhurbaşkanı”, hükümet de mürtetlerin ve tağutun hükümetidir. Yayın organlarında açık açık bu tezi işliyorlar ve Türkiye’yi “düşman ülke” olarak görüyorlar.

Nitekim örgüt dün Kilis’e saldırdı, bir askerimizi şehit etti. (Son dakika haberi…)

Şimdi IŞİD gerçeklerine bakalım (14 Haziran 2014 tarihli yazıdan mülhem):

BİR- IŞİD örgütünde savaşan Türkiyeliler varmış… IŞİD örgütünde savaşan Kanadalılara ne buyuracaksınız? Örgütte ayrıca çok sayıda Alman, Fransız ve Amerikan vatandaşı var… Rus bile var. Bu neyi değiştirir ki?

İKİ- Irak yönetiminin idam cezasına çarptırdığı Haşimi’nin olup bitenlerden sonra sevinç naraları atması, Haşimi’yle IŞİD örgütü arasındaki organik ilişkiye işaret etmez… Cahil cahil konuşacağınıza, Haşimi’nin ne dediğine bakın.

ÜÇ- Saddam yanlıları, sokaklarda IŞİD lehinde nümayişler yapıyor… Örgüt, Saddam’ın vatanı olan Tıkrit’i de ele geçirmişti ama halk son derece memnun. Türk matbuatının cahil kesimi “Neden böyle oldu?” sorusunu sormayacak mı?

DÖRT- Hasan Cemal, IŞİD’in bir “sonuç” olduğunu düşünüyor… Suriye politikalarımızın bir sonucuymuş. Obsesif kompulsif ağabeyimizin saf olduğunu bilmiyordum… “Cahil” demek istemediğim için “saf” diyorum. IŞİD bir sonuçtur ama Hasan Cemal’in zannettiği “şey”in sonucu değildir… IŞİD, Amerikan işgalinin bir sonucudur. Daha doğrusu, “Irak Gezisi”nin sonucudur.

BEŞ- “Haydaaaa… Irak Gezi’si de nerden çıktı?” diyecekler, önce Haşimi’nin açıklamalarını okusun, sonra da merkezi hükümetin yönetim anlayışına baksın. Amerikan işgalinden sonra Irak üçe bölündü: Sünni Kürt bölgesi, Şii bölgesi ve Sünni Arap bölgesi olmak üzere… Şiiler ve Sünni Kürtler temsil imkânı buldular ama Sünni Araplar yönetimden dışlandı… İran’ın Basra üzerindeki nüfuzu ve eski Başbakan Maliki’nin yönetim anlayışı bu süreci hızlandırdı. Bugün kendilerini dışlanmış hisseden Sünni Araplar “isyan” halinde… Ülkenin birçok bölgesinde gösteriler yapılıyor. Batı’nın bir mamulatı olan IŞİD, işte bu isyana monte etti kendini. Çok sayıda taraftar buldu, aşiretlerin desteğini aldı ve giderek güçleniyor.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Cemil Ertem-Akşam

Akşam gazetesi yazarlarından Cemil Ertem Suruç olayları sonrası yaşanan gelişmeleri ele aldı.

Cemil Ertem’in “Büyük Oyun ve Küçük Politikalar…” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

KöşeSuruç saldırısı ve arkasından PKK tarafından iki polisin şehit edilmesi, Türkiye için bir çok açıdan zorlu bir dönemi başlattı. Ama bütün bunların bir sonuç olduğunu, Irak ve Suriye coğrafyasındaki terörü Türkiye’ye taşımak için kimlerin, uzun zamandır, çırpındığını biliyoruz. Aslında bu süreç, seçim öncesi Diyarbakır’da HDP mitinginde patlayan bombayla başlamıştı. Şimdi bu son saldırılarla bütün taşlar yerine oturuyor. Koalisyon adı altında Türkiye’yi kimliksiz bir teknokrat hükümete teslim etme ve son on yıldaki sessiz devrimin bütün kazanımlarını ve aktörlerini tasfiye süreci bütün bu olan bitenin nihai hedefidir. İlkönce HDP’nin oylarını artırmak ve bu yönde bir konsolidasyon için patlayan bombalar, daha sonra, AK-Parti’yi çaresizleştirmek ve teslim almak için patlamaya başladı. Söylenen şuydu; “görüyorsunuz, bu bir başlangıç, sivil halk, askerler, polisler ölecek, iç savaş çıkacak teknokrat kimliksiz bir koalisyonu acilen kurun, başka seçenek yok..” 

UCUZ POLİTİKA…

Ama şimdi daha dün bunun da pek tutmayacağını, Türkiye’yi bu çözümsüzlüğe teslim etmeyecek bir siyasi irade olduğunu anladılar. Sonra yine, dün itibariyle, ekonomik kriz senaryoları devreye girdi; Baykal’ın ve Kılıçdaroğlu’nun “koalisyon zor, erken seçime gidiyoruz” açıklamaları aslında “bizimle koalisyon yapmazsanız, ekonomi ne olur bir görün” açıklamalarıdır. Bu restleri Türkiye çok gördü, bunu da görür ama önemli olan bu ucuzcu siyasetin ve insan aklıyla yakından uzaktan alakası olmayan bu taşeroncu politikanın ortaya çıkarılmasıdır. CHP’liler “bizimle koalisyon olmayacak galiba” diye şikayet ettikten sonra, dolar fırlamış, borsa çökmüş… Bunlar inanın, bu zihniyetin Türkiye’yi yağmalamak üzere işbaşına geldiği bir Türkiye’ye vereceği zararla karşılaştırılamaz bile…

Türkiye eğer bu taşeronların eline kalmazsa zaten önümüzdeki on yılda alıp başını gidecek. Hem Avrupa’nın hem de Britanya ile birlikte ABD’nin Türkiye’nin ayağa kalkacak gücünü kabul etmekten başka çaresi de yok. Terör ve iç savaş senaryoları da ancak Türkiye’de siyasi iradenin zayıf olduğu, halkın gücünü ve isteğini siyasete yansıtamadığı kararsız dönemlerde ve iktidarlarda olur. Bunların yer aldığı bir sözüm ona hükümette terör ve iç savaş tehdidi, Demokles’in kılıcı gibi her zaman başımızın üzerinde sallanacak. Türkiye, ne zaman savunma sanayinde, enerjide, finans alanında, olası bir pazar kapışmasında Batı’nın dışında, yalnız kendi çıkarları doğrultusunda bir adım atmaya kalksa yeni Suruçlar olacak ve bu tehditlerle yaşayacağız.

EKONOMİK KRİZ OLMAZ…

O zaman tam şimdi, bu işi bıçakla keser gibi bitirmek lazım. Türkiye’de yeniden bir seçim olursa öyle iddia edildiği gibi bir ekonomik kriz falan da olmaz. Tam aksine, daha güçlü ve istikrarlı bir meclisin yolu açılır. Bu da ekonomik olarak orta ve uzun vadede Türkiye için yeni bir kalkınma yolu  ve Batı’nın içinden çıkılmaz hale gelen krizinden ayrı arayış ve ittifak fırsatı demektir. 

İşte İran’ın Batı ile anlaşması Türkiye için çok önemli bir fırsattır. Almanya daha şimdiden İran’ın kapısını heyetlerle aşındırmaya başladı. Türkiye’nin enerji ve diğer alanlarda İran ve kendi doğusuyla, Batı’dan bağımsız ilişki kurması şu an Batı başkentlerindeki en ciddi korkudur. 

İsterseniz burayı biraz ayrıntılı hale getirelim ve somut olarak, yalnız  enerji üzerinden rakamlarla anlatalım. 

Abdurrahman Diliapk-Yeni Akit

Yeni Akit gazetesi yazarlarından Abdurrah Dilipak bugünkü köşe yazısında “Bu Gidiş Nereye?” başlığını kullandı.

Dilipak’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’ta yaşananların ardından tartışmalar devam ediyor.. Davutoğlu’nun teröre karşı deklarasyon çağrısı karşılıksız. Demirtaş her zamanki Demirtaş. İnandırıcılıktan uzak ve demagojik. Sıkışınca zamana ve zemine göre konuşup, sonra bildiğini okuyan, bir yandan Kandil’e öte yandan KCK’ya, adaya selam gönderen bir politikacı.

KöşeBölgeden gelen son haber Urfa’da iki polis evlerinde ölü bulundu.. Bir gün önce de bir asker çatışmada hayatını kaybetmişti, iki yaralı vardı. Bu arada; bir çok ilde olaylar devam ediyor..

Suruç olayı sıradan bir olay değil. Öncesi, sonrası var.. Hiç bir gerçek bu saldırıyı elbette meşru gösteremez. Bu gerçek olayın öncesini-sonrasını sorgulamamızı engellemez.. Sahi olay yerindeki kameralar olay anında niye çalışmıyordu? SGDF’liler parka girişte aramaya karşı çıktılar mı.. Alana giren çarşaflı kimdi ve arandı mı? O bombadan hemen önce oradan ayrılan sarışın hanım, engelli erkek kimdi. “İstihbarat zaafiyeti var” diyorlar da, MİT’in, askeri birliklerin, bölgedeki istihbarat elemanlarının eğitim kampını yer adı vererek deşifre etmeye çalışan Demirtaş’ın kendisi değil mi? MİT TIR’ları olayı da aynı konuyla ilgili değil mi idi.. Demirtaş; PKK ve kendi çevrelerindeki CIA, MOSSAD bağlantılı ajanlar konusunda neden sesini çıkartmaz.. Bu konuda Paralel Yapı, PKK, Derin Devlet birlikte çalışıyor sanki. Uluslararası koalisyona evet ama, Türkiye’nin bölgede istihbarat çalışmalarına, askeri hareketine hayır. Bunun anlamı ne! Uluslararası koalisyon ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerden oluşmuyor mu? Bu senaryoda İsrail’in belirleyici bor rolü yok mu? Bölgede DAEŞ bahanesi ile Türkmen ķöylerinin çevresini vurup, Türkmenleri Türkiye’ye göçmeye zorlayıp, uluslararası koalisyonun gölgesinde Türkmen köylerinin PYD’nin işgalinin ardından, Arap milliyetçileri ve DAEŞ militanlarının PYD’ye saldırısına karşı koalisyonun tekrar devreye girerek bir bakıma çatışmayı Türkiye sınırına doğru sürmeye çalışıyorlar.

Sahi bu sırada Cemal Bayık’ın “halkımız kendini savunmak için hazırlık yapmalı” açıklaması ne anlama geliyor.. Demirtaş’ın sözleri ve bu ifadeler birlikte düşünüldüğünde nasıl bir anlam çıkıyor? Gösterilerde ele geçen silahlar, bombalar, molotoflar, AK Parti  merkezlerine yönelik saldırılar ne anlama geliyor.. Yoksa birileri yeni bir Gezi ya da Diyarbakır’daki Kobani eylemi gibi bir şey mi planlanıyordu.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Tamer Korkmaz-Yenişafak

Yenişafak gazetesi yazarı Tamer Korkmaz’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

uç’taki bombalı saldırının perde arkasındaki güç merkezi, Bağımsız Müslüman Türkiye’ye karşı savaşıyor.
Kaostan fal tutan bu provokatif saldırı üzerinden hangi mesajları verdiler?
Evvela, Ankara’ya “Suriye politikanı değiştir!” diyorlar!

Türkiye’nin “milli menfaatlerini gözeten” mevcut Suriye politikası, ABD ve İsrail’in aleyhinedir. Haçlı-Siyonist İttifakı’nın bölgedeki mevcudiyetini zora sokuyor, bilumum “fırıldaklarını” berhava etmeye yarıyor!
İçerideki Batıcı etki ajanlarının “Türkiye’nin Ortadoğu’da ne işi var?” diye bağırıp çağırmalarının, ayrıca Ankara’ya IŞİD iftirası atmalarının temelinde işte bu faktör var!
*
Suruç’taki kanlı saldırı üzerinden, AK Parti Hükümeti’ne “Koalisyonu MHP ile değil CHP ile kur!” mesajının verildiği de görülüyor!
“AKP, koalisyonu MHP ile kurarsa bu bir savaş kabinesi olur” şeklindeki manipülatif değerlendirmeler hafızalarımızda tazeliğini koruyor. HDP’nin Eş Genel Piyonu Mister Demirtaş’ın Davutoğlu’na “Koalisyonu CHP ile kurmalısınız” dediğini de hatırlayalım!
*
Suruç’taki bombalı saldırının ardından gelişen olaylara da baktığımızda, aynı zamanda bir iç savaş provasının yapıldığını görüyoruz.
PKK teröristleri; Adıyaman’da bir askerimizi, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde iki polisimizi, Diyarbakır’da da bir polisimizi şehit etti.

Gladio’nun taşeron örgütünün canlı bombası üzerinden; Ankara’ya ve AK Parti Hükümeti’ne “PKK’nın ve Paralel Yapı’nın üzerine gitmeyin!” mesajının da yollanmış olduğunu görmek zor değildir.
Ankara’nın; bütün bu kirli-kanlı Batıcı mesajlar karşısında geri adım atması veya boyun eğmesi söz konusu dahi olamaz.
Bağımsız Müslüman Türkiye’nin Haçlı Siyonist İttifakı ile hayati mücadelesi hız kesmez. İşbu ittifakın içerideki piyonları olan “Casusluğu Tescilli” Paralel Suç Örgütü ve PKK-KCK terör örgütüyle kıyasıya mücadele daha da ileri boyutlarda seyreder.
Her iki Gladio örgütünün de patronu aynı güç merkezidir

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Burhanettin Duran-Sabah

Sabah gazetesi yazarı Burhanettin Doğan bugünkü köşe yazısında “Bu Peçeyi Kaldırın Artık!” başlığını kullandı.

Burhanettin Doğan’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

KöşeSuruç katliamının acısı yüreklerde tazeyken korktuğumuz başımıza geldi. İki polis memuru ve DAİŞ bağlantılı olduğu iddia edilen bir vatandaşımız PKK tarafından “misilleme” olarak öldürüldü. Terör teröre kan kana bulaştı. Teröre karşı birleşmesi gerek kamuoyu “gerçek suçlu” avına çıkan gladyatörlerin arenası haline dönüverdi. En kolaycı argümanlar AK Parti’ye yönlendirildi: “Desteklediniz, göz yumdunuz işte böyle oldu, katil sizsiniz.”
Hükümetin DAİŞ ile mücadele çerçevesinde sadece son altı ayda 600 militanı gözaltına aldığı hatırlanmadı. ABD’li yetkililerin Türkiye’nin DAİŞ ile mücadelede elinden geleni yaptığını açıklaması duyulmadı bile. Zira yürünmüş bir yol vardı. AK Parti “İslamcıydı” ve “Türkiye’yi bir tür IŞİD devletine” çeviriyordu. Suriye iç savaşının aldığı vahim hal de AK Parti’ye hâkim olan “yeni-Osmanlıcı”, “neo-İttihatçı zihniyet” sebebiyleydi.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı, Türkiye’nin gerçekliklerini ve geleceğindeki sıkıntıları görmemizi engelleyen bir “peçeye” dönüştü. Bu peçeyi kaldırın atın! Yaşadığımız her sorunu açıklamanın anahtarı haline gelen bu “malzemeye” bağımlılıktan kurtulalım artık. Aksi takdirde muhalifleri AK Parti’den kurtulur belki ancak oluşan siyasal boşlukta Türkiye’nin yapısal ve konjonktürel sorunlarını çözmemenin maliyeti hepimize ve yarınlarımıza çıkar. 

***

Suruç saldırısını ve PKK’nın Çözüm sürecini açıkça bozan infazlarını daha geniş bir pencereden anlamaya ihtiyacımız var. Türkiye, 2013 Nevruzundan itibaren gittikçe daralan bir sarmalın içinde. Suriye iç savaşına çözüm bulmayan uluslararası sistem ve bu sistemin büyük güçleri Ortadoğu’yu mezhepsel ve etnik bir çatışmanın içine attı.
Türkiye, ABD’yi bu iç savaşın, şimdi gerçekleşen, ağır maliyetleri konusunda ikna edemedi. Suriye’nin terör örgütlerinin ve devlet altı aktörlerin mücadele alanı haline geleceğini tahmin etmek için strateji dâhisi olmaya da gerek yoktu. Bölgesel güçlerin nüfuz alanlarını genişletme gayreti de yeni milislerin ve karşıtlarının oluşmasını besledi. DAİŞ de böyle bir ortamın ürünü. PYD de iç savaşın fırsatlarını en iyi değerlendiren aktör olarak bu çatışma ortamının mamulü.
Bir konuyu netleştirelim: Güncel politik kaygılarla Suriye iç savaşının bu hale gelmesinin sorumluluğu abartılarak Türkiye’ye yükleniyor. Bahsettiğim konjonktür, güç mücadeleleri ve yerel aktörlerin tercihleri göz ardı edilerek… Türkiye’nin Suriye’deki yangını söndürebilmek için neler yapabileceği (kapasitesi) ile yüklenen sorumluluk arasında orantısızlık var.
Arap baharı başladığında demokratikleşme yerine sivillere katliamı tercih eden Esed’in karşısına durmak Türkiye için kaçınılmazdı. 2 milyonu aşkın mülteciye kucak açmak da… Yabancı savaşçıların sınırdan geçişini engelleyememenin faturasının altında Türkiye’den ziyade birçok Batılı ülkenin imzası mevcut…
Suriye politikamızın baştan sona aynı kalması da elbette mümkün değil… Yeni aktörlerin ve risklerin gerektirdiği dinamizmle Türkiye, Suriye ve DAİŞ politikasında modifikasyonlar yapmakta. ABD ile varılan yeni uzlaşma bu yolda bir adım… Lakin bu değişikliğin anlamı Türkiye’nin DAİŞ ile mücadeleyi büyük ölçüde üstlenen öncü ülke olması değildir.
Obama’nın Ortadoğu politikası sebebiyle bölgesel güçlerin mücadelesi ve konu bazlı değişen ittifakları devam edecek. ABD genelkurmay başkanının DAİŞ ile mücadelenin 10-20 yıl süreceğini söylediği yerde Türkiye’ye bu sorumluluğu yıkmak doğru değil. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız