Kendi çocuklarımız bize silah doğrulttu

Olaylar
Engin Dinç’in haberi Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi, “Umran Toplantıları” adı altında düzenlediği toplantılar serisinde bu kez 28 Şubat postmodern darbesini farklı boyutlarıyla e...
EMOJİLE

Engin Dinç’in haberi

Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi, “Umran Toplantıları” adı altında düzenlediği toplantılar serisinde bu kez 28 Şubat postmodern darbesini farklı boyutlarıyla ele alan bir toplantı düzenledi.

İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü Yerleşkesi konferans salonunda gerçekleştirilen 28 Şubat Binyılın Sonu başlıklı toplantı, 28 Şubat’tan bugüne yaşananları anlatan bir sinevizyon gösterisiyle başladı.

AMAÇ 28 ŞUBATÇILARLA HESAPLAŞMAK DEĞİL
Toplantının açılış konuşmasını Araştırma Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Can gerçekleştirdi. Prof. Dr. Can, Umran ailesinin düzenlediği toplantının Türkiye’deki temel problemlerin tespit, teşhis ve çözüm yollarının tespitini amaçladığını söyledi. Umran kelimesinin İslam medeniyetini tanımlayan yegane kavram olduğunu belirten Prof. Dr. Can, Türkiye’nin temel sorunun da bir medeniyet tercihi olduğunu söyledi. Kendisinin de 28 Şubat sürecinde görevden alındığını ve DGM’lerde sorgulandığını kaydeden Prof. Dr. Can, amaçlarının geçmişle hesaplaşmak değil, yüzleşmek ve ileriye doğru daha doğru bir yöneliş gerçekleştirmek olduğunu ifade etti.
27 Mayıs darbesinden 27 Nisan e-muhtırasına kadar darbe yapma alışkanlığının nereden kaynaklandığının sorgulanması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Can, “Bütün darbeler hükümetler ülkeyi sattılar söylemiyle gerçekleştirildi. Oysa bütün darbelerden sonra darbeleri yapanlar uluslararası anlaşmalara sadık kaldıklarını açıklamışlardır” diye konuştu.

Bütün darbelerin sebebini anlamak için Lozan Antlaşmasına bakılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Can, Lozan’da kurulan sistemin Türkiye’de yetişen insanların kendi kültür ve medeniyetine yabancılaşması üzerine kurulduğunu söyledi. Türkiye’deki darbelerin arkasında uluslararası güçlerin büyük bir payı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Can, ABD, İngiltere, İsrail ve NATO’nun darbecilerin arkasında yer alan güçler olduğunu vurguladı. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik öneminden dolayı büyük önem arzettiğini ve bu konumundan dolayı Türkiye’ye ait üç önemli kimliğin tekrar güç kazanmamasının istendiğini kaydeden Prof. Dr. Can, bu kimlikliklerin Türk kimliği, İslam kimliği ve Osmanlı kimliği olduğunu ve bu üç kimliğin yeniden hayat bulup Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir güç olmasının istenmediğini dile getirdi.

Tüm dünyada İslami hareketlerin yükselişte olduğunu belirten Prof. Dr. Can, bu tehlikeyi ABD ve batılı güçlerin İslami hareketleri sisteme dahil edip, bölüp başarısız kılmak istendiğini söyledi. 28 Şubat’ın da bu amaca hizmet ettiğini belirten Prof. Dr. Can, Rahmet Necmettin Erbakan’ın da bu gerçeği görerek kendilerine iktidar yolunun açıldığını ve bir süre kendilerini perişan ederek, “İslamcıları başarısız kılmak” istediklerini ifade ettiğini kaydetti.

Prof. Dr. Can, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bugün keser dönmüş, sap dönmüş ve hesap dönmüştür. 28 Şubat kuşatmasından, 28 Şubat’ın kuşatılması noktasına gelinmiştir. Bugün yapmamız gereken şey bir özeleştiri yapmak. 28 Şubat ve sonrasında 28 Şubat’ın hedeflediği liberalleşmiş, dünyevileşmiş ve İslam unsurundan vazgeçmiş bir insan unsurunun ortadan kaldırılması noktasında hangi noktaya gelindiğinin özeleştirisinin yapılması lazım. Ve yine bugün gelinen nokta itibariyle “fillerin ehilleştirilmesi politikası”nın bir kez daha gözönüne alınması lazım. 28 Şubat’a kadar bizler ABD emperyalizmi ve siyonizme, küresel sermayeye  karşı olan bir ailenin mensuplarıydık. 28 Şubat’a kadar bütün bunları savunanlar, 28 Şubat’tan sonra tam bir makas değişimi yaşamıştır. Şimdi soru şudur: Dış güçlerin bu darbeleri yapması normaldir. Anormal olan kendi çocuklarımızın bize silah doğrultmasıdır. Bu çocukları, kendi anne babalarından, kendi dininden, kendi imanından, kendi kültür ve medeniyetinden kim çalmıştır? NATO’da aldıkları eğitimin, bunların zihin dünyası üzerinde yaptıkları tahribin, Türkiye’deki ordunun aldığı eğitim nedir ve genel olarak herkesin aldığı eğitim nedir? Bugün bunun tartışılması, konuşulması ve gündeme getirilmesi lazım. Tek tip insan yetiştirme faciasından vazgeçilmesi lazım. Kaybettiğimiz çocuklarımızı yeniden kazanabilmek, bize silah doğrultanları dahi kazanabilecek bir şefkat ve merhamet çığırı açmak, Hz. Peygamberin Mekke’ye yürürken, “Bugün intikam günüdür” diyen komutanı değiştirip, “Bugün barış günüdür” ibaresini kullanmasını göz önüne alarak, Türkiye’nin muhtaç olduğu birliğe, beraberliğe, kardeşliğe, af ve merhamete katkıda bulunmak bu toplantının temel amacıdır. Onun için Kur’an-ı Kerim diyor ki; “İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen en güzel olan bir tarzla kötülüğü uzaklaştır. O zaman görürsün ki, seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dostun oluvermiştir. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz.” Onun için hepimizin bu sabrı gösterecek basireti ve ferasete sahip olmasını diliyorum.”

28 ŞUBAT, İSLAM’I KÜRESEL DEĞERSİZLEŞTİRME PROJESİYDİ

Açılış konuşmasının ardından oturum başkanlığını Abdurrahman Babacan’ın yaptığı panele geçildi. Panelde ilk olarak İlahiyatçı Yazar Mustafa İslamoğlu, ‘28 Şubat ve Türkiye’de dindarlığın seyri’ konulu bir konuşma yaptı. 28 Şubat’ın 28 Şubat’ta başlamadığını ifade eden Mustafa İslamoğlu, küresel güçlerin İslam’ı yok etmek değil, kullanılabilirliğini test etmeyi amaçladıklarını ve 28 Şubat’ın aslında bir küresel değersizleştirme projesi olduğunu ifade etti. 28 Şubat’ı yapanların dindarlardan dini görünürlükten rahatsız olduğunu dile getiren Mustafa İslamoğlu, “28 Şubat’ı yapanlar İslami camiaların vitrinine bir taş attılar ve vitrini kırdılar. İslami çalışmalarını vitrin olsun diye yapanlarda hiçbir şey olmadığı anlaşıldı” diye konuştu. 28 Şubat’ta İslami camiaların teslim, tev’il ve tavizsiz tavır olmak üzere başlıca üç tavır takındığını belirten Mustafa İslamoğlu, bu süreçte taviz verenlerin aslında kendilerini vermiş olduklarını ve kendilerini verdikten sonra hiçbir şeylerinin kalmadığını ifade etti. 28 Şubat’ı yapanların affedilmesi gerektiğini ancak bu anların unutulmaması gerektiğini söyleyen Mustafa İslamoğlu, unutmanın cezasının aynı şeyi ikinci kez yaşamak olduğunu söyledi. 28 Şubat’ta verilen zayiatın aslında çok olmadığını, ancak Müslümanların sırtlarında sopa varken yakınlaştığını, ellerinde havuç varken de uzaklaştığını kaydederek, “Havuç 28 Şubat’ı, yani bugün daha zor” diye konuştu.

İslam’ın geleceğinin çok parlak olduğunu söyleyerek konuşmasını sürdüren Mustafa İslamoğlu, “Bu çağ bir nihilizm çağı. İslam bugün parlayan bir güneş gibi doğuyor” dedi. İslam’la Müslümanları eşitlemediğini, İslam’ın babamızdan miras olmadığını kaydeden Mustafa İslamoğlu, İslam’ı bir geline benzeterek, “Bu mübarek geline kim mehir bedelini öderse ona sahip olur” diye konuştu. Son olarak önümüzdeki 1000 yılı düzenleyecek bir zamandan geçildiğini belirten Mustafa İslamoğlu, yeniden bir Kur’an nesli inşa edilebilirse, büyük bir ailenin kayıp çocuklarının öz yuvasına döndürülebileceğini söyledi. Mustafa İslamoğlu, “Büyük ailemiz 7 milyardır. Bizim bir kişiden bile vazgeçme lüksümüz yoktur. Biz insanları şuraya buraya çağırmıyoruz. Kendimizi çağırdığımız yere 7 milyarı çağırıyoruz, Allah’ın çağırdığı yere…” diyerek sözlerini noktaladı. 

DİLİPAK ‘EŞİMİ BIRAKACAK BİR KİŞİ BİLE BULAMADIM’

‘Bir tecrübe ve yaşanmışlıklar olarak 28 Şubat’ başlıklı bir konuşma yapan Gazeteci Yazar Abdurrahman Dilipak ise 12 Eylül ve 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını anlatarak o döneme ilişkin canlı tanıklıklarını dile getirdi. 12 Eylül darbesi sırasında, askerler kendisini ararken eşini bırakacak bir tek kişi bile bulamadığını söyleyen Abdurrahman Dilipak, çok az insanın desteğiyle o zor şartları atlatmak zorunda kaldığını söyledi. 12 Eylül’de kendisini arayan darbecilerden saklanmak için askere gittiğini ve daha sonra GATA’ya yattığını anlatan Abdurrahman Dilipak, bu süreçte askerlerin kendisini bulamadığını ifade etti. 28 Şubat’ta oturduğu sokakta herkesin pencerelerine Atatürk resmi ve Türk  bayrağı astığını belirten Abdurrahman Dilipak, büyük bir korku psikolojisinin topluma hakim olduğunu söyledi. Bu süreçte kendisinin de dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’na bir mektup yazarak, görüşmek istediğini anlatan Abdurrahman Dilipak, bu devirde ABD Büyükelçisi, CIA ve Graham Fuller gibi isimlerin bile kendisiyle görüştüğünü ancak Genelkurmay’ın kendisiyle görüşmek istemediğini ifade etti. O dönemde açılan davalar sebebiyle evinin satışa çıkarıldığını, ölüm tehditleri nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını belirten Abdurrahman Dilipak, 500 yıla yakın hapis cezasıyla yargılanmasına rağmen tek bir davadan bile cezaevine girmediğini kaydetti.

DİYANET’E PSİKOLOJİK HARP UZMANI ASKERLER YERLEŞTİRDİLER

AK Parti Milletvekili Yaşar Karayel ise “Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu” ekseninde bir değerlendirmede bulundu ve ilginç anekdotlar verdi. Bütün darbelerin anasının İttihat ve Terakki zihniyeti olduğunu ifade eden Yaşar Karayel, demokratik ülkelerde darbe olamayacağını ifade etti. 28 Şubat’ı tanımlayan Yaşar Karayel, “28 Şubat nedir? Şöhretli generaller, siviller, medya, bürokrasi, sermaye, mafya, üniversitenin birlikte yaptığı bir zulüm ve işkence dönemidir” diye konuştu. Türkiye’de yapılan 4 darbeye karşın başarıya ulaşmamış 29 darbe girişimi bulunduğunu ifade eden Yaşar Karayel, 28 Şubat’ta yaşanan olaylardan örnekler verdi. Başbakan Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki icraatları sebebiyle asılsız bir ihbarla İSTON, İGDAŞ gibi şirketlerde yolsuzluk suçlamasında bulunulduğunu ve bu sebeple Yeni Şafak gazetesine baskın yapılması örneğini veren Yaşar Karayel, bu dönemde yapılan fişleme ve andıçların kurumların kendi personelini fişlemesine kadar vardığını söyledi. Yaşar Karayel, 28 Şubat’ta Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kurulan Diyanet Araştırma Merkezi adı altında bir birim oluşturulduğunu ve bu birimde daha önce Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi’ndeki Psikolojik Harp biriminde çalışmış emekli askerlere görev verildiği bilgisini verdi. Kudüs Gecesi ve dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın Hocaefendilere verdiği iftar yemeğinin 28 Şubat darbesinin temel gerekçesini oluşturduğunu belirten Yaşar Karayel, bu darbeye 28 Şubat tarihinden çok önce Gölcük’te dönemin önde gelen generallerinin katılımıyla yapılan bir toplantıda karar verildiğini ifade etti. Yaşar Karayel, son olarak YÖK’ün yaptığı fişlemeler hakkında bilgi vererek, o dönem yurtdışında yüksek lisans ve doktora çalışması yapan bin 500 öğrencinin geri çağrıldığını, yurtdışındaki harcamaları nedeniyle borçlandırıldıklarını ve denkliklerinin iptal edildiğini söyledi.

28 ŞUBAT İSLAMİ SERMAYEYİ YOK ETMEK İSTİYORDU

Panelin ilk bölümünün son konuşmacısı ise 28 Şubat döneminde MÜSİAD’ın Genel Başkanlığını üstlenen Dr. Ömer Bolat oldu. Dr. Ömer Bolat, 28 Şubat’ın ekonomi-politik zemini ve getirdiği iktisadi yıkım hakkında bilgi verdi. Sözlerine “Mazlumun ahı indirir şahı” diyerek başlayan Dr. Ömer Bolat, bugün 76 milyonluk Türkiye nüfusunun 40 milyonunun 28 Şubat’ı bilmediğini veya hatırlamadığını söyledi. O günlerin kendisi adına yaşadığı en cesur ve mücadeleci yıllar olduğunu ifade eden Dr. Ömer Bolat, şu anda 28 Şubat’ı yapanların hepsinin perişan ve zelil olmuş durumda olduğunu kaydetti. Türkiye’de bir halkın kendisinin bir de halkı küçük görenler olmak üzere başlıca iki kesim olduğunu belirten Dr. Ömer Bolat, halkın yüzde 75’lik kesiminin bunlara itibar etmediğini söyledi. Darbeciliğin bir virüs olduğunu, damardan girdiği zaman bir daha çıkmayacağı benzetmesini yapan Dr. Ömer Bolat, 12 Eylül 2010 referandumu olmasıydı askeri ve yargı vesayetinin kalkmayacağını söyledi. Dr. Ömer Bolat, 28 Şubat’ı yapan askerlerin bugün tutuklandığını ama onları öne sürenlerin soruşturma bile geçirmediğini söyledi.

Türkiye’de her zaman bir darbe tehlikesinin var olduğunu vurgulayan Dr. Ömer Bolat, kimsenin bu konuda rehavete kapılmaması gerektiğini, darbecilerin büyük bir intikam hırsı içinde olduklarını ve iktidar fırsatı bulduklarında bu intikam hırsıyla herşeyi yapabileceklerini kaydetti.

28 Şubat’ın siyasi amacının RP’yi iktidardan indirmek, sosyal amacının İslami çevreleri kamusal alandan çıkarmak, ekonomik amacının da dindar sermayeyi yok etmek olduğunu ifade eden Dr. Ömer Bolat, bu süreçte yaşanan toplumsal yıkıma 1999 yılında vuku bulan 17 Ağustos ve Düzce depremlerinin gerçekleştirdiği fiziki yıkımın da eklendiğini söyledi. Türkiye’nin yaşadığı en büyük ekonomik krizin 28 Şubat sonrası şartlarında 21 Şubat 2001’de meydana geldiğini dile getiren Dr. Ömer Bolat, bu süreçte 25 özel banka ve 4 kamu bankasında 53,3 milyar doların batırıldığını, Türkiye’nin yüzde 50 oranında fakirleştiğini, esnafın sokaklara döküldüğünü, Bakanlar Kurulu’nun bu şartlar altında 4 ay boyunca toplanamadığını anlattı.

28 Şubat’ta MÜSİAD’ın da büyük bir baskı altında olduğunu belirten Dr. Ömer Bolat, bu konuda örnekler verdi. Dindar işadamları tarafından 1998 yılında kurulan Dost Sigorta’ya bir gece yarısı 600 polisle bir baskın yapıldığını, 24 işadamının sorgusuz sualsiz evden alındığını, tutuklanmadıklarını ancak sindirildiklerini söyledi. Dr. Ömer Bolat, bu baskınlarla ilgili haberler boy boy gazetelerde yayınlanınca MÜSİAD olarak yönetimde yer alacak kimseyi bulamadıklarını ve 1025 üyelerini kaybettiklerini ifade etti. Darbe döneminde Mazlumder, İHH, TGTV gibi STK’larla omuz omuza, birlikte çalıştıklarını kaydeden Dr. Ömer Bolat, bugün makam , mevki ve ihale peşinde koşarken yaşanan ihtilafların İslami çevreler için en büyük tehlike olduğunu söyleyerek sözlerini noktaladı.

Panele daha sonra saat 14.00’da başlayan ikinci oturumla devam edildi. Doç. Dr. Mustafa Tekin’in başkanlığını yaptığı ikinci oturumda ise, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, 28 Şubat süreci ve daha genelde Türkiye’de hukukun işlevselleştirilme meselesini; Sibel Eraslan, başörtüsü süreci üzerinden Türkiye’deki kadınların 28 Şubat’a dair yaşadıklarını; Doç. Dr. Alev Erkilet, 28 Şubat sonrasında İslamcılığın seyrini; Cevat Özkaya ise Türkiye’de darbe geleneği içerisinde 28 Şubat postmodern darbesini anlattı.

Hukuk ve özgürlükler arasındaki bağlantıyı açıklayarak sözlerine başlayan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, daha sonra Türkiye’de gerçekleştiren darbeler sırasında hukukun nasıl araçsallaştırıldığı üzerine örnekler verdi. 28 Şubat sürecinde yaşanan hukuksuzluklara da değinen Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, 28 Şubat’ta yaşanan olaylarla ilgili izlenimlerine yer verdiği 28 Şubat Günlüğü adlı kitabından şu pasajı okuyarak sözlerine son verdi:

“28 Şubat süreci diye anılan dönem, Türkiye’nin siyasal sistemi üstünde çalışanlar için birçok bakımdan öğreticidir. Bu dönem siyasi partiler, cumhurbaşkanı, silahlı kuvvetler, MGK, Anayasa Mahkemesi, üniversiteler, meslek teşekkülleri ve medya gibi siyasal sistemimizin başlıca aktörlerinin hem sistem içindeki gerçek rollerini hem de özel olarak ülkeyi olağan dışı sürece sürüklemekteki katkılarını anlamamız bakımından bir tür labarotuar gibidir. 28 Şubat süreci bu işlevi açısından ayrıca mesela 27 Mayıs 1960 darbesini de anlamamızı kolaylaştıracak bir takım ipuçları taşımaktadır. Başka bir ifadeyle adım adım 28 Şubat sürecine götüren şartların oluşmasında oynadıkları meşum rol bakımından özellikle medyanın ve üniversitelerin konumu her iki olayda da birbirine çok benzemektedir. Ben bu kitapta 28 Şubat süreci olarak döneme tanıklık ederken, siyasette, medyada ve akademyada ve toplumun diğer kesimlerinde ortaya çıkan buyruk almaya hazır, uysal ve hatta dalkavukça tutumların bir askeri vesayet rejimini nasıl besleyip büyüttüğünü anlamaya vesile olacak birçok malzemeyi de okuyucunun dikkatine sunuyorum. Umuyor ve temenni ediyorum ki, Türkiye günün birinde gerçekten normal bir rejime geçerse, bu karanlık sürece sadece açıkça destek olanların değil, aynı zamanda baskılar karşısında sessiz kalmak suretiyle 28 Şubat sürecine dolaylı olarak destek verenleri de toplum olarak hatırlarız.”

Daha sonra söz olan Doç. Dr. Alev Erkilet ise 28 Şubat sürecinden sonra İslamcı çevrelerde yaşanan dönüşüme değindi. 28 Şubat’tan önce İslamcı çevrelerde kullanımda olan kimi kavramların artık kullanımda olmadığını söyleyen Doç. Dr. Alev Erkilet, bu konuda ‘tağut’ kavramını örnek olarak verdi. 28 Şubat sonrasında aslında kendisini Müslüman olarak tanımlayan, Müslüman kimliğini öne çıkaran bir iktidarın var olduğu dönemde İslamcılığın gerilediğini ifade eden Doç. Dr. Alev Erkilet, “İslamcı gelenek 2000’li yıllara gelinceye kadar varolan statükoyla ilgili problemlerini sadece askeri vesayet rejimlerine yöneltmemişti. Kapitalist, liberal statükonun, düzenin topyekün kendisine yöneltmişti. 2000 yılından iç toplumsal statükoya olan eleştirel tutumun kaybedildiğini düşünüyorum” diye konuştu. Bu süreçte İslamcı çevrelerin ümmet bilincinden uzaklaştığını ifade eden Doç. Dr. Alev Erkilet, “Meseleye yaklaşımımız bir ümmet probleminden ziyade uluslararası sistemdeki BM merkezli yahut AB merkezli temel hak ve hürriyetler bağlamında bir savunma şekline dönmüştür. Ümmet bilincinden ciddi anlamda ciddi bir gerileme var. Bu bakımdan bundan 10 yıl önce herkesin gündeminde olan ama artık hiç umursanmayan coğrafyalardan birisi Çeçenistan’dır.” Diye konuştu. Doç. Dr. Alev Erkilet, İslami uluslararası STK’ların da eskiden ümmet perspektifiyle hareket ederken artık harekat alanlarına reel-politiğe göre belirledikleri eleştirisini yaptı.

Toplantının ikinci oturumunda söz alan Yazar Cevat Özkaya ise Cumhuriyetten sonra kendilerini Türkiye’nin sahibi kabul eden elit bir grubun, habire yanlış yola giden ahaliyi ‘doğru yola çağırmak’ için ağır askeri araçları, hukuku ve üniversiteleri kullanıp, darbe yaparak bunu sağladığını söyledi.  Halkla bu kesimler arasında bir uzlaşma meydana gelmediği sürece darbelerin olmayacağından yüzde 100 emin olmanın yanlış bir şey olacağını belirten Cevat Özkaya, “Turgut Özal’ın iktidarından sonra bir daha darbe olmaz dedik ama 1997 yılında 28 Şubat süreciyle karşılaştık” diye konuştu. 28 Şubat’ta halkın büyük bir kesimine karşı yürütülen psikolojik savaşta Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz ve Aczimendiler gibi isimlerin kullanıldığını söyleyen Cevat Özkaya, “ 28 Şubat’ta Müslümanları bile kendi Müslümanlığından utandıracak bir psikolojik savaş yürütülmüştür” dedi. 

Yasin Aktay’dan ödünç aldığı bir tanımla “28 Şubat’ı bir kötülük” olarak tanımlayan Cevat Özkaya şunları söyledi: Sermayenin işin içinde olduğu, basının işin içinde olduğu, hukukçuların işin içinde olduğu, üniversitenin işin içinde olduğu ve milletin büyük bir kesimine karşı açılmış bir psikolojik savaşın hikayesidir 28 Şubat. Darbeci askerlerin yargılandığı bu dönemde 28 Şubat’ın basın ayağı, üniversite ayağı ve sermaye ayağı ortaya çıkmazsa darbeci askerlere yazık olacak. Yazık olur derken onlara çok acıdığımdan değil ama asıl hikayeyi götüren sermaye sahipleri, 1 numaralar serbestçe gezerken askerlerin hapse girmesi hakikaten adil olmaz. Öbürlerinin de yargılanması gerekir. Yargılamanın sonunda beraat ederler veya hapse girerler. O hukukun vereceği bir karar. Ama böyle bir yargılamanın yapılması lazım. İntikamcı olmak gerekmiyor ama unutmamak gerekiyor.” 

Panelde son sözü alan Yazar Sibel Eraslan ise 28 Şubat sürecinde özellikle Müslüman kadınlar üzerine kurulan baskıdan söz etti. Merve Kavakçı’nın aday adayıyken engellenebileceğini ama engellemediğini, adayken engellenebileceğini ama engellenmediğini söyleyen Sibel Eraslan, “Ne zaman ki mazbatasını aldı ve vekilliği kesinleşti, işte o zaman haddi bildirildi. Merve’nin özelinde bütün Türkiye’deki kadınlara hadleri bildirildi.” diye konuştu.  28 Şubat ve kadın dendiğinde ikna odaları da çok önemli bir kavram olduğunu söyleyen Sibel Eraslan, “Üniversiteli kızları ya da kamudaki arkadaşlarımızı uyarırken önce uyarı, arkasından kınama, uzaklaştırma gibi cezalar geldi. Bu süreçte artırılan cezalarla sizi ikna etmeye çalışıyorlardı.” diyerek bu süreçte yaşananlara değindi. Sibel Eraslan, 28 Şubat sonrası kurulan kadın dernekleri ve mücadelelerinden örnekler vererek konuşmasını tamamladı.

on5yirmi5.com