İç kavgaları bitirirsek bambaşka bir ülke olacağız

Olaylar
Ajans Aylık Siyaset ve Analiz Dergisi cezaevinde bulunan eski Emniyet Müdür Hanefi Avcı ile görüştü. Ajans Dergisi’nde yer alan röportaj şöyle: Türkiye’de Yargı çok büyük bir imtihan veriyor. Da...
EMOJİLE

Ajans Aylık Siyaset ve Analiz Dergisi cezaevinde bulunan eski Emniyet Müdür Hanefi Avcı ile görüştü. Ajans Dergisi’nde yer alan röportaj şöyle:

Türkiye’de Yargı çok büyük bir imtihan veriyor. Darbeleri kanıksamış, ancak bir o kadar da darbe söylemlerini endişe ile izleyen toplumda hâl böyle olunca herhangi bir kişiye ya da kuruma karşı yapılan operasyonu meşru hale getirmek için cümlenin içerisine darbe kelimesini serpiştirmek gerekiyor. Ergenekon, Balyoz gibi davaların gerekçesi de darbeydi. Darbeye niyetlenilmiş miydi bilmiyoruz çünkü hukuki süreç devam ediyor. Ancak suçu ispatlanmadan uzun süre tutuklu yaşamak zorunda kalan pek çok isim var. Bunlardan biri de eski Emniyet Müdür Hanefi Avcı. Avcı’nın başına ne geldiyse “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabını yazdıktan sonra oldu. Hanefi Avcı, Devrimci Karargah Örgütü’ne yardım etmek suçundan hapis cezası aldı. Bu çok tartışmalı dava Bugünlerde Anayasa Mahkemesi’nde tekrar görüşülecek. Hanefi Avcı’yı tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nde ziyarete gittik. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı cezaevinde Avcı’yla görüşmek için göz taraması da dahil olmak üzere pek çok kontrol noktasında tam 2 saat geçirmek zorunda kaldık. Nihayet Hanefi Avcı’yla buluştuk ve kendisiyle 4 saat konuşma imkanımız oldu. Avcı Ergenekon ve Balyoz davaları, 17 Aralık operasyonu, MİT yasası ve üç buçuk yıldan bu yana yaşadıkları ile ilgili ilginç şeyler söyledi.

Hükümetle cemaat arasında 17 Aralık’tan sonra zirve noktasına ulaşan, 30 Mart’tan sonra da devam eden ciddi bir kriz var. Süreci nasıl okuyorsunuz?

Aslında adını koymak zor, böyle bir olayın literatürde yeri, adı yok. Siyasi mücadele, siyaset kurumları ile siyasi aktörler arasında olur. “Cemaat ne? Bunun hukukta, siyasette yeri ne? Toplumsal mânâda rolü ne, ne olmalı, ne amaçla hükümetle mücadele ediyor?” gibi soruların verilecek cevabın ölçüsü ne? Garip bir olay, hiç olmaması gereken bir anormallik. Cemaatler eskiden beri var, bir çok ülkede de var. Ama bizdekinin bugünkü rolünü oynaması son 10-15 yıllık bir sürece dayanıyor. Geçmiş siyasi faaliyetleri, belli bir partiyi destekleme ve diğer faaliyetleri kendine yönelecek olaylara karşı duyarlılık kabul edilecek seviyede iken, maalesef hükümetin kendine ait yetkileri cemaate kullandırarak, kendi hataları ve verdiği destekle, polis ve yargı başta olmak üzere bir çok devlet kurumunda otorite olarak kamu görevlerini kendi doğrultusunda yönlendirir hale getirerek, hem kendisinin hem ülkenin başına bela hale getirdi. Cemaati bu kadar güçlendiren de hükümetin kendisi oldu. Zaman içerisinde cemaat hükümet, hatta devlet politikalarını beğenmeyerek kendi politikalarını uygulamaya kalkıyor. Geçmişte kendine mani olanlar ile bugün kendisine mani olacak herkesi Özel Yetkili Mahkemeler ve Polis marifetiyle bertaraf ettiği gibi şimdi de yine polis ve yargıyı kullanarak icraatlerle ilgili açıklar ve hükümetin önemli yöneticilerinin özel hayatlarıyla ilgili mahrem bilgileri kullanarak hükümeti sarsmaya çalışıyor. Hükümet üyelerinin karıştığı iddia edilen yolsuzluklar ayrı. Onun üzerine hukuki olarak mutlaka gidilmeli, siyasi bedeli de ödemeli ama yolsuzluk olmasa da, olsa da cemaatin her şeyi kullanarak rakip gördüğü hükümete yönelik faaliyetleri ayrı. Cemaat yolsuzluk, hukuk için değil sadece rakip gördüğü için hükümete saldırıyor. Yoksa asıl hukuksuzluğu, adaletsizliği 6-7 yıldır cemaat yapıyor, hem de zülüm edercesine.

O halde Ergenekon davası ile başlayan ve pek çok kişinin sanık olarak yargılandığı davalar süreci hükümet kontrolü dışında mı gerçekleşti?

Türkiye’de tüm davalarda hükümetin dolaylı etkisi olsa da asıl olarak yargı-polis işbirliği ile yürür. Bugüne kadar normal soruşturmalar çoğunlukla yargının kararlarıyla desteklediği bir çalışma ile yürütüldü. Doğrudan doğruya yargının inisiyatifinde ilerleyen çok az dosya var. Bana göre Ergenekon ve benzeri davalarda hükümet desteği varsa da asıl soruşturma Yargı ve polisi yönlendiren cemaat tarafından yapıldı. Cemaat polis ve yargıdaki elamanları vasıtasıyla hükümeti bilgilendirerek desteğini aldı ama hükümete tam doğru bilgi verilmedi. Yapmak istediği işe kendi hedeflerine göre bilgi verildi, hükümetten alınmak istenen desteğe göre bilgiler aktarıldı. Hükümet kendisinin bilgi ve desteğinde yürüdüğünü zannetti ama hükümete yanlış, eksik bilgiler verilerek istenildiği gibi yönlendirildi. Hükümetten bu surette destek alındı. Sadece hükümet de değil kamuoyu da yine cemaatin plan ve hedeflerine göre bilgilendirildi. Sahte delil uyduran bir yapı doğru bilgi aktarır mı? Aslında bu soruşturmaların hukuka uygun olmadığını, geniş bir çevre de biliyordu ama “ortada yargı, yargı kararları var” diyerek veya karşı olunacak done olmadığı için bir şey diyemiyordu. İlker Başbuğ olayında olduğu gibi bir bahane ortaya çıktığında tüm İstanbul ağır ceza mahkemeleri bir anda tavır değiştirdi ve dosyaları teferruatlı inceleme yapmadan Ergenekon sanıklarını tahliye ederek tavrını ortaya koydu.

HÜKÜMET 7 ŞUBAT’TA ELİNE GEÇEN FIRSATI TEPTİ

Anlattıklarınızdan cemaatin devlet içerisinde çok geniş bir hinterlandı olduğunu anlıyoruz. Peki, hükümet “paralel yapı” olarak adlandırılan organizasyonun devlet içerisinde örgütlenmesini neden engelleyemedi?

Hükümetin paralel yapı denen devlet içerisinde cemaat örgütlenmesini engellemek için değil güçlenip kuvvetlenmesi ve tüm devlete, kamuya hakim olması için ciddi destek verdi. Hükümet desteğiyle paralel yapı bu kadar güçlendi. Hükümet 7 Şubat darbesi veya operasyonuna kadar karşı duramadı. 7 Şubat’tan sonra da yine açıktan tavır almaktan çok dolaylı yöntemler, arayı düzeltme çabalarıyla olayı atlatmak istedi. Ancak 17 Aralık 25 Aralık operasyonları sonrasında artık bıçak kemiğe dayandı.

Hükümet nerede hata yaptı?

Başta devlet yetkisinin ve gücünün devlet organları dışında cemaate kullandırarak en büyük hatayı yaptı. 7 Şubat’ta hatasını anladı ama gerçek devlet tavrını gösteremedi. Eğer o gün devlet ve hukuk adına tam tavır koysaydı bugün bu kadar yıkıcı tesirlerle karşı karşıya kalmayacaktı. 7 Şubat’ta cemaat hükümet savaşının alenileşmesine rağmen gerekli adımlar atılmadı. Aksine daha kuvvetli bir darbe vurulması için, bilgi belge toplanması ve ortamın hazırlanmasına imkan verildi. Hükümet bugün de paralel yapıyla mücadele edeceği yerde kavga ediyor! Stratejik hareket etmediği gibi elindeki imkanları da iyi kullanamıyor.

YAŞANANLAR KRİZDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL

Sürecin sonunda toplumsal bir krizle karşı karşıya kalacağımız iddia ediliyor. Sizce ne olacak, nereye kadar gidilecek?

Şu an zaten ciddi bir krizle karşı karşıyayız. İçerisinde bulunduğumuz durum tam bir kriz değil mi? Hükümet devletin en hayati kurumlarının devlet dışı bir gücün kontrolünde olduğunu söylüyor. Toplum ve devlet yaşamında her çelişki ve anlaşmazlığın çözümünde adaleti ve ölçüyü bulacak adalet kurumunun kendisinin olayın tarafı ve ya adaletsizliğin sağlayıcısı olduğu söyleniyor. “Et kokarsa tuzlanır, ya tuz kokarsa ne yapılacak?” halini yaşıyoruz. Yargının aldığı bazı kararlara adaletsizlik oluşturacağı, bunların hakka hukuka uygun olmadığı, kasıtlı yapıldığı için uyulmuyor. Bir kısım yargı inanılmaz cezalar verirken diğer genel yargı bir günde ağır suçlu denen kişileri üç günde serbest bıraktı ve tüm toplum adalet yerini buldu anlayışına sahip oldu. Değer yargılarının bu kadar değiştiği kurumların kendi içinde birbirleriyle karşı karşıya kaldığı olay kriz değil mi, hükümet ve tüm kamuoyu hükümet karşı kaynağı belli ama belirsiz kabul edilen yeni bir saldırı bekliyor hem de adını mahiyetini bile bilmiyor! Tüm bunlar kriz değil mi? Bence krizin tam göbeğindeyiz. Sürecin gideceği yeri de hükümet ve olayın diğer taraflarıyla toplumda etkin olan diğer aktörlerin rolleri belirler. Hükümetin bir kavga anlayışıyla hukuk ve sistemin temel değerlerini sarsarak, özgürlükleri sınırlayarak değil, cemaatten gerçekten zarar gören kitlelerin desteğini de alarak, yapılan hukuksuzlukları ortaya çıkararak, internete konacak iki belgeye-görüntüye mani olmak yerine, internete girilmesini topyekun engellemek gibi anormallikler yerine o resmi koyanlardan hesap soracak bir anlayışla hareket etmesi gerekir.

17 Aralık operasyonu devletin pek çok mekanizmasının by-pass edildiği şeklinde yorumlandı. Devlet kendinden bağımsız bir grubun gerçekleştirdiği bu operasyonla ilgili neden reflex göstermedi?

Operasyonu yöneten anlayış devlet dışında da olsa fiiliyatı yapan devletin kurumları yani birileri sizin elinizi kolunuzu kullanarak zarar veriyor. Tamamı dışarıdan gelse karşı koymak belki kolay ama birileri kendi elinizi kolunuzu kullanıyor ve size hükmediyorsa, zarar veriyorsa kabahati biraz da kendinizde aramanız gerekir. Hükümet de devletin kendi organları olan, Güvenlik birimlerini ve Yargıyı yöneten cemaatin tesirinden kurtarmaya çalışıyor ancak bunu yaparken kullandığı yol ve yöntemlerde sorunlu, sorunlu olmaya da mecbur. Çünkü birincisi bunca uyarıya ve olaylara rağmen cemaatin devlet içinde etkin olması, örgütlenmesi için tam destek vermiş, tahkim etmiş, güçlendirmiştir. İkincisi bu yapıların kendisi aslında yanlışlıkları düzeltecek, bozulanı tamir edecek mekanizmalara sahip. Ancak sistem kendi hatalarını düzeltemeyecek kadar bozulmuş, bunları düzeltecek kurum ve birim yok. Onun için anormallikle karşı karşıyayız. Haksızlığa uğrarsanız mahkemeye gidersiniz ya haksızlığı yapan mahkeme ise, siz mahkemeyle karşı karşıyaysanız nereye gidecekseniz? İyi ki Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yolu açıldı ve Balbay, Başbuğ olaylarında hakkın hukukun yanında aldığı kararlarla topluma, adalete, hükümet nefes aldırdı. Yoksa kriz daha da derin olurdu. Cemaat etkisindeki yargının hukuksuzluklarını bir nebze durdurdu, veya durdurulmasına uygun ortamı sağladı.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KARARI ÖYM ANLAYIŞINI YIKTI

Zamana ve zemine en uygun, paralel yapı denen anlayışa en uygun stratejik karşı cevabı verecek ve onu geriletecek adım neydi?

Bence AYM’nin verdiği üç karar. AYM bu kararları elbette bu amaçla vermedi, hak ve hukuk adına verdi. Ama bozulan hukuku düzeltecek her uygun işlem aslında hakkı sağlarken zararlıyla mücadeleyi de dolaylı olarak sağlıyor. AYM aldığı kararlarla “Ben hukuksuzluğu yaparım kimse de bana bir şey diyemez” diyen Özel Yetkili Yargı anlayışını yıktı. Buna karşılık Özel Yetkili Yargı’da yapılan hukuksuzlukların yine yargı kanalı ile ortaya çıkarılması kadar önemli olacak asıl fırsatı hükümet kullanamadı. Eğer cemaatin yönlendirdiği tamamen hukuksuz davaları normal yargıya götürüp adil bir yargı organında yeniden yargılamaların yapılmasını sağlasaydı o zaman cemaatin polis ve yargıyı kullanarak yaptıklarının hepsi tescillenmiş olur böylece hem adalet yerini bulur, hem cemaat organizeli polis ve yargının hukuksuzluğu ortaya çıkar ve o yapı yaptığı hukuksuzlukların hesabını hukuk önünde verirdi. Paralel yapı da her türlü haksızlığı ile ortaya çıkar konuşacak hali kalmazdı. Ama hükümet elindeki bu büyük fırsatı kendisi tepti.

TÜRKİYE’DE İSTİHBARAT ZAAFİYETİ HEP VARDI

Tüm bu yaşananlar bir istihbarat zafiyeti olduğunu mu gösteriyor?

Türkiye de her zaman istihbarat zafiyeti var. Zaten yeterli ve etkin bir istihbarat kurulsa bir çok sorunumuz daha kolay hallolur. Ancak bu bir toplumsal bünye devlet yapısı sorunu. İstihbarat devletin kurumlarıyla orantılı istihbarat yapısıyla yürütülebilir. Ama anlayış, düşünce çalışma felsefesi teknik imkanları vs. bir bütün haliyle daha ciddi istihbarat teşkilatlarına acil ihtiyacımız olduğu bir gerçek.

MİT kanunu değişti. Yeni kanunla birlikte MİT ifade ettiğiniz tarzda bir yapıya kavuşacak mı?

MİT ciddi manada güçlendirilmesine ihtiyaç olduğu açık. Diğer kurumların MİT’e bilgi desteği vermesi görevleri esnasında ona destek olması bir görevdir bunun kanundan çok özel emirlerle sağlanması mümkün. Ancak yaşanan süreç dolayısı ile MİT’i etkinleştirecek işlemlerin kanunla yapılması gerektiği problemin temel kaynağıydı.

Böyle bir değişiklik gerekli miydi?

Asıl olarak 7 şubat darbesi denen olay hem devlet hem de MİT açısından çok sıkıntı oldu. Dışarıda bakınca görülmeyen ama MİT içerinde hissedilen çok ciddi etkileri var. Şimdiden sonra kanuni yetki olmadan hiçbir MİT mensubu riskli görevleri yapmaz. Yarın bir iki polis bir savcı kalkar tahkikat açarsa, bundan hesap sorulursa “Beni kim koruyacak?” der, ya görev yapmaz ya da her riskli olayda yazılı emir ister ama istihbaratın doğası buna uygun olmayınca işler aksar. Asıl önemlisi özellikle istihbarat ve benzeri güvenlik birimleri verilen emir değil kendileri araştırarak görevlerini oluştururlar. Bu görevle ilgili üstlerinden veya hükümetten, siyasi iradeden yetki, o işin yapılması için irade, izin, kaynak beklerler. İşte her görevde haklı haksız birilerinin gelip onu işinden dolayı adli olarak yargılayacağı ihtimali olursa kimse kendine görev aramaz, işini kendi yapmaz, her şey iyi, sorunsuz görünür ama devlet istihbarat olarak körleşir bunu herkes fark edemez. Asıl sorun da bu. Bu konuda cemaatin devlete polis ve yargıyı kullanarak yaptığı en büyük tahribatın neticesi TSK, MİT, polis içerisindeki insanları görev konusunda ürkütmesi, onları hiç bir şeye karışmayan, sorunlardan ve riskli işlerden kaçar hale getirmesinin tesirini kaldırmak kolay değil. Her aksi olayda haksız suçlanma riski herkesi riskli görevlerden uzaklaştırır. Yarın ciddi bir riskli kararla karşı karşıya kalındığında kimse karar vermez ve risk almaz. Bu, devleti ciddi anlamda pasif hale getirir. Görülmeyen asıl zararlar bunlardır. Ama bu sorunları halletmek için de anti-demokratik kanunlar çıkarmak makul olmayan yetkilerle teşkilat inşa etmek belki belli süreler için elzem olsa da orta vadede bunların çok zararlı neticeleri meydan gelir.

HİÇ KİMSEYE KIRGIN DEĞİLİM

Ergenekon tutuklularının bir kısmı tahliye oldu. İlerleyen günlerde başka tahliyelerin de olacağı konşuluyor. Sizin de tahliye olma hususunda beklentiniz var mı?

ÖYM’lerde hukuka aykırı yargılamaların yapıldığı herkesçe aşikar. Başta Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, Oda TV, şike, Cübbeli davaları olmak üzere bence tüm davalar ve kararlarda ciddi hukuki sıkıntılar var. Ergenekon davasında yapılan hukuksuzlukların birinci bölümü haksız tutuklamalar AYM’nin Balbay ve Başbuğ kararları, İstanbul Asli Ceza Mahkemesi’nin (ACM) kararları ile kısmen düzeltildi. ÖYM’lerde devam eden diğer davalar da ACM’ye giderek en azından bu süreden sonra hukuk ihlallerine karşı sanıklar hukukî güvenceye kavuştu. Ancak son zamanda karara bağlanan Ergenekon, Devrimci Karargah, Bazı KCK davaları gibi hâlâ Yargıtay’da olan davalarda ilk yargılamada ÖYM’lerde hukuka aykırı yargılama olmuş. Buralarda paralel yapının etkisinin olduğu bir gerçek. Ancak bu hataların düzeltilmesi Yargıtay’da temyizle olmaz, deliler hukuka uygun değil ise yargının kendisi hukuk dışı bir yapıyla bağlantılı iddiaları dillendiriliyor ve buna toplumun çoğu inanıyor ise, bu sebeplerden mahkemeler kaldırılmış ise, mutlaka bu davalar ilk derece mahkemede yeniden yargılanmalı, deliler yeniden değerlendirilmeli ve yeniden hükme bağlanarak Yargıtay’a girmeli. Çünkü delileri değerlendirmek onlara göre vicdanî kanaati vermek ilk derece mahkemesinin görevi. Yanlış toplanmış delillere dayanan, cemaatle irtibatlı oldukları ayyuka çıkmış mahkemelerin verdiği kararlarla adalet olmaz. Balyoz davasının acilen yeniden yargılanması, hukuka aykırılıkları ayyuka çıkmış böyle bir davanın acilen her türlü şaibeden arınmış olarak adil bir yargıda yenilenmesi gerekir. Hem paralel yapı iddiası, hem “orduya kumpas kurdular” sözleri, hem de hukuka aykırı delillerinin kitaplarla ifade edildiği, 28 şubat gibi fiili icraatları sokakta gözüken bir davanın tüm sanıkları serbest olması hukukla bağdaşmaz.

Devrimci Karargah Örgütü’ne yardım etmek iddiasıyla yargılandınız. Belki de yakın çevrenizin, arkadaşlarınızın vefasızlığına şahit oldunuz. Hükümete, sizi olması gerektiği gibi savun(a)mayan çevrenize kırgınlığınız var mı?

Kesinlikle yok. Bu süreçte yaşananların Allah’ın takdiri, belki de lütfu olduğuna inanıyorum. Hapiste olmasam, burada yaşadıklarımdan çok daha vahim durumlarla karşı karşıya kalabilirdim. Kısmet böyleymiş.

Yaşananların bir turnusol kağıdı olduğu, devletin kendi içinde büyüttüğü derin bir yapı ile yüzleştiği ve olayların nihayete ermesinden sonra Türkiye’de demokrasi adına daha kararlı adımlar atılacağı ifade ediliyor. Bu polemiğin neticesinde Türkiye ne kazanacak, ne kaybedecek?

Tabii ki yaşanan olaylardan ders alınması toplum için önemli kazanımlar doğurur. Ama Türk toplumu tarihten ders almayan bir anlayışa sahip. Yüzyıllar önce söylenen “ …üstte gök delinmedikçe, altta yer yarılmadıkça senin ilini ve töreni kim bozabilir?” gibi sözlere rağmen yakın tarihimiz hep iç kavgalarla geçti. Daha düne kadar sağ-sol, sonra laik-anti laik, şimdi de cemaat-hükümet veya uzun süredir güneydoğu olayı… İç kavgalarımızı bitirsek bambaşka bir ülke olacağız ama maalesef bitiremiyoruz.

Kimdir?

Hanefi Avcı, 1956 yılında, Karabıyıklı, Pazarcık, Kahramanmaraş’da dünyaya geldi. Ortaokulu Gaziantep’de bulunan Karşıyaka Okulu’nda okuyan Avcı, lise öğrenimi için ise Ankara’da bulunan Polis Koleji’ni tercih etti. Polis Koleji’nin ardından Emniyet Teşkilatı için yönetici yetiştiren Polis Akademisi’nden mezun olan Avcı, ayrıca Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimi de aldı. 2003 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’na getirilen Avcı, 2005’te geçici olarak, 2006 yılında ise asaleten Edirne İl Emniyet Müdürü oldu18 Haziran 2009 tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürü olarak atandı. 4 terör örgütüne yardım etmek suçundan hapis cezasına çarptırılan Avcı halen Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor.