‘Gülen hareketi kimliğini saklayıp kimliksizleşti’

Olaylar
Son dönemde dershane ve 17 Aralık operasyonuyla ilgili oldukça dikkat çeken yazılara imza atan yazar-düşünür Yusuf Kaplan ile 17 Aralık süreciyle birlikte eşiğine sürüklendiğimiz kaos ortamını ve bu s...
EMOJİLE

Son dönemde dershane ve 17 Aralık operasyonuyla ilgili oldukça dikkat çeken yazılara imza atan yazar-düşünür Yusuf Kaplan ile 17 Aralık süreciyle birlikte eşiğine sürüklendiğimiz kaos ortamını ve bu süreçte Gülen grubunun yerini Haber10.com’a anlattı. Cemaat’te, bazı insanlar tarafından Fethullah Gülen’in ‘mehdi’ olarak görüldüğünü gözlemlediğini ifade eden Yusuf Kaplan, insanların, kimliklerini saklaya saklaya kimliksizleştiklerini ve takiyye anlayışının ikiyüzlü bir insan tipi ve davranış biçimi ürettiğini söyledi. Kaplan, cemaatin zihin dünyasının izini sürerek, bundan sonra olabileceklere dair öngörüsünü paylaştı bizimle.

İşte Hülya Özkan’ın Yusuf Kaplan ile gerçekleştirdiği söyleşinin birinci bölümü:

TABANIN MİDESİ BULANDI

17 Aralık’tan bu yana devam eden süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

17 Aralıktan beri sanki yeni bir 28 Şubat yaşıyoruz. Çünkü benzer olayları 28 Şubat’ta yaşamıştık. Tanık olduğumuz en bitmeyen geceler ve gündüzler yaşandı. Son bir aydır bunu cemaatin mensuplarının daha çok yaşadığını tahmin ediyorum. Müthiş bir hayal kırıklığı var. Özellikle cemaatin tabanında bunu görmek mümkün… Tabanın bazı kesimleri söylenenleri emir olarak telakki ettiği için robot gibi hareket ediyor. Hikmetinden sual olunmaz diye hareket ediyor. Cemaatin ana gövdesini tabanın kafası çok karıştı. Midesi bulandı. Olup biten şeylere anlam veremiyorlar. Fethullah Gülen’in, cemaatin, asıl tepenin bu olup bitenlerdeki rolünü bir taraftan inkâr etmesine rağmen öte yandan öyle bir şey yapılıyor olmasını taban kabul etmiyor, izah edemiyor.

KAYBETMEYE MAHKÛMLAR

Bu olaylar durulacak mı ya da cemaat geri adım atacak mı?

Ülkede her kesim bir karabasan hali yaşıyor. Son birkaç gündür biraz yatıştı gibi. Nedeni de devam eden çatışmada cemaatin vuruşarak geri çekilmeye başlamasıdır. Sürekli kaybediyorlar. Kaybetmeye de mahkûmlar. Bu başarı odaklı zihinle, Anglosakson pragmatizmin hâkim olduğu bu zihin yapısı başarıyı fetişleştirdiği için asıl hakikate yoğunlaşmak yerine başarıya yoğunlaşılıyor. Bu son derece Protestan, modern, seküler bir şeydir. Müthiş bir tedirginlik ve rahatsızlık var.

TAŞLAR YERİNDEN OYNADI

Son olaylar taşları yerinden oynattı. Buna rağmen daha paradoksal bir şey söylemek istiyorum. Ben bunun bir lütuf olduğunu düşünüyorum. Geldiğimiz noktada ortada bir hadise var ve vaki olanda hayır vardır. Çünkü sonuçta kudret eli her şeyin üstündedir. İnsanlar istedikleri kadar çırpınsınlar sonuçta Allah’ın dediği oluyor. Hele de İslam dünyasının perişan bir vaziyette olduğu bu dönemde, Avrupa’nın küresel bir kriz yaşamasına rağmen Türkiye’nin her şeye rağmen ayakta durması, hatta yürüyor, önalıyor olması son derece önemlidir. Türkiye ekonomisini büyüttü. Krizden etkilenmedi. Siyasi manevra alanlarını genişletti. Oradan stratejiler geliştirmeye başladı. Bölgesel ve küresel stratejiler geliştirdi. Eksen çoğalttı ve ölçek büyüttü. Bunların hepsi niceliksel ama sonuçta bir duvarın örülmesi gerekiyordu. Bu ülkede ipler bu ülkenin çocuklarının elinde değil hala. Önceden, Avrupa’nın kriz yaşadığı zamanlarda Türkiye’nin ekonomisi zaten çökerdi. Göbekten bağımlı olduğu için Türkiye’nin ekonomisinin etkilenmemesi söz konusu bile değildi. Türkiye’nin büyümeye başladığı, İslam dünyasının umudu olmaya başladığı bir zaman diliminde tam da ikinci aşamaya, niteliksel bir sıçramaya geçilecek bir zamanda Türkiye’nin içerden vurulması, bir takım İslami kaygılarının var olduğunu zannettiğimiz bir “şebeke” tarafından vurulması aslında hiç anlaşılacak bir şey değil.

TAM BİR AHLAKSIZLIK

Cemaat niye bu kadar gözü kara şekilde saldırdı ve hala da saldırmaya devam ediyor?

İşin trajikomik tarafı –trajikomik diyorum ama bu durumu biraz hafifletmek olabilir daha güçlü bir şey bulmak gerekir- cemaat operasyonda herhangi bir yeri olmadığını bunun ispat edilmesi gerektiğini söylüyor. Olayların cemaatle ilişkisini kuran insanlara acayip tehditler savuruyorlar. Bizzat Fethullah Gülen’in avukatları kendisi adına acayip davalar açıyor. Hükümete, özellikle de Erdoğan’a ölesiye saldırıyorlar. Tam bir medyatik savaş veriyorlar. Sonra da bizim ne alakamız var operasyonlar, diye konuşabiliyorlar. Bu medyatik savaşı neden veriyorsunuz o halde? Neden cepheden saldırıyorsunuz, peki? Yaptıkları yayınlar ortada. İnsanları aptal yerine koyuyorlar. Tam bir ahlaksızlık var burada! Bu kadarına da pes doğrusu! Pes yani!

BANA 50 BİN TL’LİK DAVA AÇMIŞLAR! VİCDANSIZ BUNLAR!

Bana da bizzat Fethullah Gülen adına avukatı 50 bin liralık dava açmış, yazılarımdan, röportajlarda söylediklerimden ötürü. 50 bin TL! Dile kolay! Bendeniz, dünyevî kaygıları elinin tersiyle itmiş, ev-park, para-pul, makam-mevki gibi dünyevî dertleri olmayan bir adamım. Kendimi sadece hakikate kilitlemiş, ülkemin, Müslümanların ve insanlığın varoluşsal sorunları üzerine kafa patlatmaya vakfetmiş, öncü kuşak yetiştirmeye adamış, insanlığa sunabileceğimiz medeniyet fikrine yoğunlaşan, bunu da 12 ciltlik henüz tamamladığım bir kitapla belli bir noktaya ulaştıran, hasbelkader imal-i fikirle uğraşan bir yazarım. Önce tehdit edildim, kimliğini gizleyen kişiler tarafından. Şimdi de Cemaat’le ilgili samimi ikazlarımdan, uyarılarımdan ve tespitlerimden ötürü böyle bir dava açmışlar…

BANA DAVA AÇMAZLAR DİYE DÜŞÜNÜYORDUM…

Size dava açılmasına şaşırmış gibi bir haliniz var. Böyle bir şey beklemiyordunuz anladığım kadarıyla…

Evet. Aynen öyle. Açıkçası bana dava açmazlar diye düşünüyordum. Hem yazdıklarımın seviyesi ortada olduğu için hem de özellikle dershane tartışması sürecinde bir yandan bütün zaaflarına, düşünmekten yoksun robot gibi bir insan tipi yetiştiren, seküler eğitim kurumları olmalarına rağmen devletin sömürgeci eğitim sistemine karşı genç kuşağın İslâm’la ilişkisinin neredeyse sıfırlanmak üzere olduğu bir ortamda en azından pisliğe, uyuşturucuya, türlü ahlaksızlıklara, kötü alışkanlıklara bulaşmayan insanlar yetiştiren dershaneleri savunduğum için hem de her ne suretle olursa olsun Cemaat’in hukukunu sonuna kadar savunduğum, cemaatin tabanına zarar verilmemesi gerektiği çağrıları yaptığım için bana dava filan açmazlar diye düşünüyordum.

ORTADA KÜRESEL BİR PROJE VAR; SUSAMAYIZ; SUSARSAK HESABINI VEREMEYİZ BUNUN

Ama bu arkadaşların ikaza, uyarıya ihtiyaçları yok. Bu arkadaşlarda kardeşlik duygusu, vefa duygusu diye bir şey yok. Sadece kendi müstakbel “imparatorluk”larını, sadece kendilerinin çeki düzen verdikleri, küresel sistemin günahlarına, zulümlerine ses çıkarmayacak kendi hakimiyetlerini düşünüyor bu arkadaşlar. Yapılan ikazları da, bu ikazları yapan insanları da, samimiyetine, yüreğinin yangın yerine dönmesine, yapılan ikazların doğruluğuna, çapına filan aldırış etmeksizin, egemenliklerine giden yolu tıkayan bir takoz olarak bakıyorlar! Çok yazık.

Bizim gibi insanları susturamazlar. Çünkü ortada sadece Türkiye’nin yürüyüşünü sakatlayacak bir operasyon yok; aynı zamanda İslâm’ın geleceğini ipotek altına alacak, İslâm’ı küresel sistemin maşasına dönüştürecek, İslâm’ı tanınamaz hâle getirecek küresel bir proje var. Böyle bir ortamda susamayız. Susarsak hesabını veremeyiz bunun.

CEMAATİN ZİHİN YAPISI

İnsanların cemaatin bu işi asla yapmayacağına inandıklarını düşünüyor olamazlar mı?

Herkes biliyor ki bu yaşananlar cemaat ile iktidar arasında bir iktidar kavgası. Gazetelerinin sadece bir günlük yayınlarına, televizyonlarındaki tek bir haber bültenine baktığınızda bile bunu görebilirsiniz. Cemaat operasyonların daha hızlı ve etkili bir şekilde sürdürülmesi için kışkırtıcı yayınlar yapıyor. Tetikçilerini televizyonlarda dolaştırıyor ne dediğini anlamayan, ne dediğinden habersiz tuhaf sözcülerini, papağan gibi aynı şeyleri söyletip duruyor. Bu kadar da olmaz! İşte bu aslında cemaatin zihin yapısını açıkça ele veriyor. Cemaatin neden böyle bir intihar saldırı gerçekleştirdiğini izah ediyor bu davranış biçimi.

BU YETKİYİ SİZE KİM VERDİ?

Cemaatin intihar saldırısı olarak tanımladığınız davranış biçimini biraz izah edebilir misiniz?

Cemaatin dış bağlantıları zaten zihin yapısının bir sonucudur. Cemaatin İslam algısı, kendilerini benimsemeye sürükledikleri hizmet anlayışı, dış güçlerle, iç ve dış şer odakları ve şebekeler ile ilişki kurmalarını zaten icbar ediyor. En azından kolaylaştırıyor. Cemaat kendisini hakikatin temsilcisi olarak görüyor. Fethullah Gülen hakikatin sözcüsü olarak görüyor kendisini. Diğer İslam algılarının kendilerine tabi olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Kendilerine kim verdi bu yetkiyi? Bu nasıl bir algılama biçimi!

GÜLEN’E MEHDİ GÖZÜYLE BAKIYORLAR

Bu bir mehdiyet inancından kaynaklanıyor olabilir. Ben bunu daha önce de söyledim fakat işlerine gelmedi. Oysa en azından Cemaat’in bir kısmının Gülen’e mehdi gözüyle baktığını çok iyi biliyoruz. Sanırım bu algılama biçimi nedeniyle çok fütursuzca saldırıyorlar. Bu kişinin davranışlarından biz kendisinin mehdi olup olmadığını anlayabiliriz. Bunun İslami kriterleri var. İster mehdiyi terminolojik anlamda kullanalım ister İslam’ı anlatan tebliğ eden bir öncü anlamında kullanalım. Fethullah Gülen bunların hiç birine uymuyor. Bu kadar fütursuzluk olmaz. Bir insan, bir cemaat kendi ülkesine bu kadar maddî-manevî zarar veremez.

BAŞLANGIÇTA ÇIKILAN YERLE ULAŞILAN SONUÇ

Bir Müslüman hareket kendi ülkesine bu kadar zarar veremez. Müslümanların başkalarına zarar vermek gibi bir yükümlülükleri, görevleri yoktur. Cemaatin kendisini oturup sorgulaması lazım… Bu mehdiyet inancını besleyen bir başka şey ise cemaatin zihin yapısıdır. Oradaki en önemli şey takiyyecilik. Yani bir şekilde kendilerini insanlardan gizlemeleridir. Niyetlerini, amaçlarını, hedeflerini gizlemeleri… İnsanların yavaş yavaş her duruma adapte olabilecek tiplere dönüşmesi, başlangıçta çıkılan yerle, sonuçta ulaşılan yer arasındaki irtibatın kopmuş olması… Böylesine ürpertici gayr-ı İslâmî bir paradoks var ortada…

KİMLİKSİZLEŞİYORLAR

Takiyye, çıkılan yolda, kişilerde veya gruplarda nasıl bir değişime yol açıyor?

İnsanlar kimliklerini saklaya saklaya kimliksizleştiklerini göremiyorlar. Takiyyecilik tam anlamıyla ikiyüzlülüktür. Takiyyeciliğin devası takvadır. Takva, ikiyüzlülük ile yüzleşme cesareti göstermektir. Hakikate teslim olmaktır; teslim almak değil! Yani bir şekilde kişinin inandığı şeyin izini sürmesidir. İslam dünyasının perişan halde olduğunu, iki yüzyıldır yaşananlar yüzünden kendilerini gizlemek zorunda olduklarını iddia ediyorlar ama bunların artık hiçbir anlamı yok. Çok saçma şeyler bunlar. Artık herkes biliyor İslam dünyasının ne durumda olduğunu. Yine de insan her şeye rağmen olup bitenlere hüsn-ü zanla yaklaşmak istiyor. Böylesi bir ortamda çok açık bir şekilde oynayamayacaklarını iddia ediyorlar. Bunları bir yere kadar anlayabiliriz ama bu takiyyeciliği mutlaklaştırmayı gerektirmez. İnsanların niyetlerini, yöntemlerini, iddialarını gizlemelerini gerektirmez. Davranışlarına bunun yansıması gerekir.

HER DURUMDA KIRK TAKLA ATIYORLAR

Mesela kardeşlik bilinci diye bir şey yok. Maalesef kendilerine kardeşler. Ümmet bilinci ise sıfır. Bediüzzaman’dan geldiklerini iddia ediyorlar fakat Bediüzzaman’da hem güçlü bir ümmet bilinci, ittihad-ı İslâm fikri vardır; hem de muazzam bir kardeşlik fikri mevcuttur. Öyle ki, Bediüzzaman, “fena fi’llah”ı, “fena fi’l-ihvan” yapmıştır. Her şeyi işlerine geldiği gibi kullanıyorlar. Bediüzzaman’ı da sadece işlerine geldiği yere kadar, işlerine geldiği şekilde kullanıyorlar. Oysa bunun izah edilebilecek, tevil edilebilecek bir tarafı yok. O yüzden bu çelişki, izah edilmeye çalışıldığında izah edilemiyor. Takiyyecilik sürekli takla attırıyor insana. Her durumda kırk takla atıyor takiyyecilik virüsü bulaşan insanlar.

TAM BİR YAHUDİ PSİKOLOJİSİ

Zihin haritasının ikinci önemli hususu ise eziklik psikolojisidir. Bu tam bir Yahudi psikolojisidir. Gücün mutlaklaştırılması ve gücün ele geçirilmesi ile her şeyin halledilebileceği zannediliyor. Oysa İslam’ın böyle bir derdi, kaygısı, hedefi yoktur. İslam’ın güç gibi, iktidar gibi bir beklentisi, talebi yoktur Müslümanlardan. Teslim olacaksın. İslam Allah’ın iradesine teslim olmaktır. Gücü, iktidarı ele geçirmek kaygısını hedefe koyduğunuz zaman siz o güce teslim oluyorsunuz demektir. Siz güce ulaşmadan önce güç sizi zaten teslim almıştır. Zihnen işiniz bitmiş demektir. Yani dolayısıyla gücü ele geçirinceye kadar bütün güç odaklarına boyun eğmek, gücü ele geçirdikten sonra herkesi kendisine boyun eğdirmek psikolojisi tam manasıyla cemaatte var. Dış bağlantıları buradan kendiliğinden çıkabilir. Böyle bir psikolojiye sahip cemaat veya örgütlenme biçimi, bütün bu tuhaf, karmaşık ilişkileri kaçınılmaz hale getirir. İhlas diye bir şey bıraktırmaz insanda. İhtirası kamçılar yalnızca. İhtiras da herkesle, en gizli güç odaklarıyla gizli ilişkiler kurmayı zorunlu hale getirir. Nitekim bunu yaptılar ve bunu ispat etmemizi istiyorlar. Ben bunu çok rahat ispat edebilirim. En açık örneği Wall Street Journal’deki röportajdır.

Onlarca yayın organı ısrarla kendileriyle görüşmesini isterken Gülen’in WSJ’deki konuşması yeterince her şeyi açıklıyor. Çünkü WSJ küresel sistemin kilit noktasını tutan Yahudi şebekesini yayın organıdır. Gülen, nereye, ne tür bir mesaj vereceğini çok iyi biliyor.

İNSANLARIN İMANLARI ZEDELENDİ

Türkiye’ye ciddi zarar verildi. Yaşanan bu pespaye durumdan, İslâm adına verilen iktidar kavgasından ötürü İslam ile ilişkilerini gözden geçirmeye sürüklüyor kitleleri. Bu süreç İslam ile doğrudan ilişkisi olmayan laik kesimlerin bile “İslam bu kadar insanların iktidarın peşinde koşmasına sebep olacak bir şey mi” diye şüphelenmelerine sebep oldu. İnsanların imanlarını zedeledi. İnsanların İslam’a olan güvenleri zedelendi. İslami kesimlerin de bir birilerine olan güvenleri zedelendi. Onun için ben son iki yüzyılın en büyük felaketi olarak görüyorum bu yaşadıklarımızı. Helaket sebebi olacak kadar büyük, varoluşsal bir felaket bu. Bunu, zaman biraz geçince daha iyi göreceğiz.

Neden en büyük felaket?

Çünkü ilk defa iki yüzyıldır yaşadığımız fetret dönemi zaten bizim İslam ile olan ilişkimiz zedeledi ve Batı ile olan ilişkimizi ise simülatifleştirdi, sığlaştırdı. Böylesi bir dönemde gelinen nokta, bu sığlaşmanın tam anlamıyla zıvanadan çıktığını gösteriyor. Tam bir birikme halidir bu. Yani krizin zirveye çıktığı haldir.

RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..