Cemaat Bizantinist bir projeye teşne oldu

Olaylar
Yazar Yusuf Kaplan, Haber10.com’dan Hülya Özkan’a konuştuğu röportajın ikinci bölümünde Gülen grubunun zihin yapısı, örgütlenme biçimi ve eylemleri üzerine önemli tespitlerde bulundu. Gülen grubunun İ...
EMOJİLE

Yazar Yusuf Kaplan, Haber10.com’dan Hülya Özkan’a konuştuğu röportajın ikinci bölümünde Gülen grubunun zihin yapısı, örgütlenme biçimi ve eylemleri üzerine önemli tespitlerde bulundu. Gülen grubunun İslâm’a Karşı İslâm stratejisinin ikinci ayağı ise “Ilımlı İslâm” projesinde kullanıldığını savundu. Kaplan, Cemaatin zihin yapısının, örgütlenme biçiminin, hareket tarzının, eylemlerinin protestanize edilmiş İslam söylemine uygun olduğunu söyledi. Kaplan ayrıca cemaatin asıl hedeflerinden birisinin de çözüm süreci olduğunu ifade etti.

İşte Kaplan’la birlikte gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci bölümü:

İSLAM’A KARŞI İSLAM

Gülen hareketi nasıl ortaya çıktı? Gelişimi ve yaşadığı İslami duyarlılıktaki kırılmalar nelerdir?

Aslında soğuk savaşın bitirilmesinden sonra “İslam’a karşı İslam” stratejisi geliştirildi. 1970’lerde bunun teorik altyapısı oluşturuldu. Bunun başını da Bernard Lewis çekti. Hala da, 11 Eylül’den sonraki süreçte çok etkili biri Bernard Lewis. “İslam’a karşı İslam” diye bir şey geliştirdiler. Şunu çok net bir şekilde biliyoruz ki, Osmanlı durdurulunca İslam küresel bir aktör olarak tarihten çekildi. Müslümanların temsilcisi bin yıldır Araplar değil, biziz. Bin yıldır Selçuklular ve Osmanlılar ile birlikte yapılan bir tarih söz konusu. 20.yüzyılın başında Osmanlı’nın durdurulmasıyla birlikte İslam’ın bir aktör olarak tarihten çekildiğini görüyoruz. Batılılar buna kesin kanaat getirmiş durumdalar. Zaten Birinci Dünya Savaşı’nı da onun için çıkardılar ama İkinci Dünya Savaşı başlarına bela oldu. İkinci Dünya savaşı ile Avrupa fiilen çöktü aslında ve bir şekilde tarihe girmeye çalışıyor. İslâm’ın kesin bir şekilde tarihten çekildiğine inanmışlardı Batılılar. Ancak sömürgecilik sonrası dönemde Fas’tan Malezya’ya kadar kültürel olarak, sosyal olarak, entelektüel olarak İslâm’ın Müslüman toplumların omurgasına yerleşmesi Batılıları çıldırttı. Çünkü onlar bu iş bitmişti diye düşünüyorlardı. Benzer şeyleri başka kültürlere, coğrafyalara da yaptılar. Mesela Japonları kapitalistleştirdiler ve bitirdiler. Çin’e ve Hindistan’a aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar.

İSLÂM, RUHUNU YİTİRMEDİ

Osmanlı kapitalistleşmediği için bilfiil çöktü. Ama Osmanlı kapitalistleşmediği için bil-kuvve yaşıyor. Asıl mesele budur. Böylelikle, İslâm, ruhunu yitirmemiş oldu. Osmanlı deyip geçemeyiz; bu, İslâm dünyasıdır. İslâm’ın gelişi -primitif bir şekilde de olsa- durdurulmadığı sürece küresel sistem çok büyük bir darbe yiyebilirdi. Bunu iyi hesap edebildiler. Küresel sistemin önündeki en büyük tehdit İslam’dır denildi açıkça. Bizzat dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Cleas, “küresel sistemin önündeki tek tehdit İslâm’dır” dedi. Bu, şaka değil. Küresel sistem, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çatışmayı, yani sistem içi çatışmayı, sosyalizmi dize getirerek halletti ve bu kez, sistem dışı en güçlü aktör olarak İslâm’ın tarihe girişini sağlayacak gelişini durdurmayı yegâne stratejik tehdit olarak belirledi. Uygarlığımıza karşı bir saldırı var şeklinde tanımladılar bunu. Bu yüzden, Soğuk Savaş bitirildi. Zaten kendi içlerinde birbirlerini dengeleme savaşıydı kapitalizm ile sosyalizm arasında yaşanan şey.

Batılılar, Soğuk Savaş sonrası süreçte, bütün stratejilerini İslâm dünyasının tarihe girişini önlemek ve İslâm’ı sisteme entegre ederek bitirmek şeklinde geliştirdiler. “İslam’a karşı İslam” stratejisi, bunun adıdır. Önümüzdeki yüzyılın en önemli küresel projesidir bu ve bu stratejinin üç önemli ayağı var.

Nedir bunlar?

Birincisi İslâm’ın terörle özdeşleştirilmesidir. Panikle bunu oluşturmaya başladılar ve İslamafobi denen şey ortaya çıktı. El Kaide diye bir heyula icat ettiler. El Kaide’nin küresel ölçekte küresel sistemle savaştığını düşünenler var; oysa bu, tam bir karartma, hedef saptırma operasyonudur. Çünkü El Kaide, esas itibariyle Müslümanlar ile savaşıyor. Tam bir İngiliz aklıdır bu. Bu tür hareketlerin önünün nasıl açıldığına bizzat tanık oldum Londra’da yaşadığım uzun zaman zarfında. Mesela önce, bir takım selefî hareketlerin önünü bir şekilde açtılar, hilâfet ayartısıyla bazı saf Müslümanları kışkırttılar ve sonrasında da, aradan on, on beş sene ya geçti ya geçmedi, bu adamları kurşuna dizdiler gözlerinin yaşlarına bakmadan! Özetle, İslâm’ı terörle özdeşleştirdiler ve tuttu bu planları. Bunu başardılar, doğrusunu söylemek gerekirse. Bu başarının kahramanı, küresel sisteme çalışan El-Kaide şebekesidir!

İslâm’a Karşı İslâm stratejisinin İkinci ayağı ise “Ilımlı İslâm” projesidir. Ilımlı İslâm projesi, İslam’ın protestanlaştırılması, küresel sisteme entegre edilmesidir. İslâm algısının protestanize bir İslam algısına dönüştürülmesi, İslâm’ın hayattan uzaklaştırılması, sonuçta küresel sisteme itiraz etmeyen bir İslâm algısının bütün İslâm dünyasında yaygınlaştırılması gibi sonuçta İslâm’ı bitirtecek son derece sinsi ve tehlikeli bir proje sözkonusu burada.

SEKÜLER VE MODERN BİR KAFA

Cemaatin İslam’ı yeni dünya düzenine entegre etmeye çalıştığını düşünüyor musunuz?

Cemaatin zihin yapısının, örgütlenme biçiminin, hareket tarzının, eylemlerinin protestanize edilmiş İslam söylemine uygun olduğunu görüyoruz. Başarı odaklı gidilmesinin, araçların amaçların önüne geçirilmesinin İslâmî hiçbir temeli, yönü yoktur. Müslümanların hedefi, insanları hidayete erdirmek değildir. Böyle bir hedef koyamayız biz kendimize. Kaldı ki, âyette, Efendimiz’e sarih bir şekilde, “senin vazifen sadece tebliğ etmektir; hidayete erdirmek değil” diye buyuruluyor. Bizim vazifemiz anlatmaktır. Gerisi, takdir-i ilâhîdir. Ama cemaatin yaptığı bu değil. Tam seküler, protestanize bir şey. O yüzden araçları amaçların önüne geçiriyorlar. Böyle olunca da, “amaca götüren her yol mübah” olarak görülüyor. Bunun İslâmî bir temeli, yönü var mıdır? Tam seküler, modern, faydacı, gücü putlaştıran zihin savrulması yaşayan bir kafa bu. O yüzden Türkiye’deki bazı liberal, seküler adamların yanında çöreklenmiş durumdalar.

Bunu yaparken yakın durdukları kesimlere göre İslâm’ı bir nevi törpülediklerini söyleyebilir miyiz?

Tabi ki. Mesela Şahin Alpay gibi tipler… Cemaati savunduklarını zannediyorlar. Yazdıklarına bakınca cemaatin ne kadar seküler, küresel sisteme entegre olmaya teşne ve küresel sistem tarafından kullanılmaya müsait bir hareket olduğunu buradan tahmin edebiliyorsunuz. Bu tür adamlara yazdırdıkları yazıları Batı’ya, Batılılara sunarken “biz buyuz” diyorlar ama Müslümanlara döndüklerinde ise “biz bu değiliz, takiyye yapıyoruz” diyorlar. Bu, Müslümanca bir tavır değil. Asil bir tavır değil. Çok ahlaksızca, ikiyüzlü bir davranış biçimi bu… Ne iseniz o’sunuzdur. İslâm dünyasında böyle hareketler olmadı. Bu, bir tür “ılımlı İslam” projesi ama bu proje, cemaati açıklamaya yetmiyor bence.

MÜSLÜMANLIK AMERİKANLAŞACAK

Benim “Bizantinizm” olarak adlandırdığım olgu cemaatin durumunu daha iyi açıklayabilir. Konstantin’in Hristiyanlaşması, Bizans’ın Hristiyanlaşmasını doğurdu ama sonuçta Hristiyanlık Bizanslaştı, Romalılaştı. Bu cemaatin durumuna çok benziyor. Çünkü o zamanlar Hristiyanlar, Paganların acayip bir şekilde işkencelerine maruz kalıyorlardı. Konstantin, Hristiyanlaşınca rahat nefes alabildiler Hıristiyanlar. Cemaat de böyle düşünüyor olabilir. Sanıyorlar ki biz küresel sisteme entegre olunca Müslümanlar rahat nefes alabilecekler. Ama yok böyle bir şey. Nasıl ki Hıristiyanlık Bizanslaştıysa sonuçta “Amerika da Müslümanlaşacak.” Müslümanlık da dolayısıyla Amerikanlaşacak. Çünkü hâkim gücün gücünü pekiştirmekte, çıkarlarını meşrulaştırmakta dinin araç olarak kullanılmasıdır Bizantinizm. Sonuç olarak da ortada din diye bir şey kalmayacaktır. İslam’ın protestanlaştırılması projesi tam da sanki cemaat için planlanmış, programlanmış gibi. Eğer Cemaat, “böyle bir şey bühtandır, bunu kabul etmeyiz” diyorsa, derhal böyle bir kaygılarının olmadığını, İslâm’ın küresel sistem tarafından kullanılmasına izin vermelerinin sözkonusu olmayacağını açıkça deklare etmelidir. Ama Cemaat’in ortaya koyduğu tavırlar, yaptığı İsrail yanlısı açıklamalar, Batı ittifakı yanlısı açıklamalar, Amerika’da “diyalog ve hoşgörü” adı altında bazı esrarengiz -özellikle de Yahudi- güç odaklarıyla kurdukları ilişkiler, Cemaat’in böyle bir projeye teşne olduğu izlenimini güçlendiriyor. Batı’daki kaynaklarına baktığınız zaman bunu rahatlıkla görebilirsiniz.

EHLİSÜNNET OMURGA ÇÖKERTİLMEK İSTENİYOR

“İslam’a karşı İslam” stratejisinin üçüncü ayağı ise Ehl-i Sünnet omurganın çökertilmesi projesidir. Asıl hedef bu. Bin yıldır bu omurga bizi koruyor, ayakta, dimdik tutuyor hâlâ. Ehl-i Sünnet omurga direnç ve diriliş kaynaklarımızı dinç ve diri tutuyor. 11 Eylül’den sonraki sürece bakıp Şii ve Sünnilerin tavırlarını karşılaştırmak gerekiyor. İsrail’e karşı Lübnan’da verilen mücadele var. İyi niyetle bakıldığında takdir edilecek gibidir. Bir de işin öteki tarafı var. Ehl-i Sünnet omurganın çökertilmesi için İran’ın ön plana çıkartıldığını görüyoruz. Amerika’nın son yirmi beş otuz yılda yerleştiği bölgelerden sürekli kazançlı çıkan iki aktör var. Bunlar İngilizler ve İranlılardır. İran, varlığını İsrail’e borçludur. İsrail de meşruiyetini İran’a borçludur. Bunu göremiyoruz. Asıl mesele bu. İran, İslâm’ın temsilcisi konumuna yerleştiriliyor.

Burada mezhebi bir analiz mi yapıyorsunuz?

Hayır. Bu kesinlikle mezhebi değil. Mezhebî bir analiz yapmaktan Allah’a sığınırım.

Bahsettiğiniz Ehl-i Sünnet omurgayı çökertme projesine Lübnan iç savaşını örnek olarak gösterebilir miyiz? O dönemde Sünni gruplar İsraillileri Lübnan’dan çıkartacakken Lübnan’ın Sünnileşmesi korkusu ile İran’ın desteklediği aşiretler Sünnilerin önünü kesiyor.

Evet, kesinlikle. İzlenen iki yöntem var aslında. Birincisi, makro düzlemde mezhebî olarak, ikincisi ise mikro düzlemde meşrebî olarak Müslüman toplumları birbirine düşürmektir. İzlenen yöntem bu… Cemaat burada özellikle ikincisinde işlev görüyor ama bunu ne kadar farkediyorlar, bilmiyorum. 17 Aralık’tan bu yana devam eden süreçte bu ilk defa bu kadar net bir şekilde fark edildi ve konuşulmaya başlandı. Ülkenin ekonomisi yüzde on küçüldü. Bu, yüzde 20-30 civarında yansıyacaktır topluma. Fakir fukara çekecek bunun ceremesini. Böyle bir insafsızlıkla ilk defa karşılaşıyor bu toplum.

Geldiğimiz noktada Türkiye’deki çatışma, özellikle “ılımlı İslam” ile “siyasal İslam” çatışması şeklinde izah ve lanse edildi. Bunu cemaatin yayın organları yazmaya başladı. Oyuna geldiklerini inşallah kendileri de fark eder ama toplumun geneli bunun ne kadar tehlikeli, ürpertici olduğunu gördü.

Oysa Türkiye’nin asıl meselesi, yolsuzluk operasyonu üzerinden sahnelenen iktidar / güç çatışmasıyla gözardı ediliyor. Türkiye’nin asıl meselesi, genç kuşakların İslâm’la ilişkilerinin sıfırlanmak üzere olduğu yakıcı gerçeğidir. 1980’ler ve 1990’lara baktığımızda üniversitelerin omurgalarını İslâmcı gençliğin oluşturduğunu görüyoruz. Buradan nereye geldik… İslâmî duyarlılıkları sıfırlanmış bir genç kuşakla karşı karşıyayız. Bu çok tehlikeli bir şey Türkiye’nin geleceği açısından. İslâmî kesimlerin çocuklarının İslâm’la ilişkilerinin de arızalandığı ontolojik bir savrulma süreci bu. “Memleket nereye gidiyor, biz ne yapıyoruz, nelerle uğraşıyoruz?” diye kendimize sormamız lazım oysa.

Peki bu işin çözüm yolu nedir?

Bir şekilde öncü kuşağın oluşturduğu kurucu sütun ile öncü kuşağın geliştirdiği fikriyatı tatbikata dökecek, kültürü yaşayacak ve toplumun geri kalanına taşıyacak omurga sütun yok bu ülkede. Bu iki sütunun olmadığı bir toplum varlığını sürdüremez. Bu iki sütunun derhal, daha fazla vakit kaybetmeden var edilmesi, inşa edilmesi için hazırlıklara başlanılması gerekiyor. Kısa, orta ve uzun vadeli kalıcı, köklü projelerle. Yoksa başka türlü bu toplum bırakınız dünyaya esaslı şeyler verebilmeyi, varlığını bile idame ettiremez. Bu toplumun dünyaya esaslı şeyler verebilmesi, sekülerlik üzerinden olmaz. Bizdeki seküler kültür, ithal ve sığ bir kültürdür; üstelik de Batı’da ithal edilen kültürün posası çıkmış halidir bu… Batı’dan veya herhangi bir yerden ithal edilmiş bir kültürden çığır açıcı, ilham verici yolculuklar gerçekleştiremeyiz. Bunun medeniyetler tarihinde örneği yoktur! Kaldı ki, Türkiye’de Batı kültürü filan da yoktur; sadece Batı hayranlığı vardır! Bu sürecin bize kazandıracağı en önemli şey nereye gidiyoruzu sorup, muhasebe yapmamızdır. Bizim İslâmî geleceğimizi kendi ellerimize almamızdır. Müslümanların kendi varoluşsal sorunlarını, kapsamlı bir medeniyet perspektifiyle masaya yatırıp, uzun soluklu bir medeniyet fikri üzerinde kafa patlatmaktan başka çıkar yolumuz yok. Eğer bunu yapamazsak, her şeyin çığırından çıkması mukadderdir. Çünkü Türkiye’nin sorunları siyasî, ekonomik sorunlar değil, varoluşsal sorunlardır.

ESKİDEN LAİK KESİMLER ŞİKAYET EDERDİ ŞİMDİ CEMAAT

Cemaatin özellikle İHH’ya yönelik saldırılarının nedeni nedir?

Operasyonun geldiği son noktada İHH’nın TIR’larına kadar gelmesi, Türkiye’nin teröre destek veren, terörü besleyen ülkelerin arasında yer aldığı imajının oluşturulması, Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Unutmayalım, imaj, gerçekten daha gerçektir ve gerçekten daha tehlikelidir. Yalanı bir şekilde düzeltebilirsiniz ama oluşturulan imajı asla düzeltemezsiniz. Today’s Zaman’ın bu bağlamda yaptığı yayınlar yüzkarasıdır. Daha önceleri laik kesimler Türkiye’yi Batı’ya şikâyet eden, köle ruhlu bir tavır takınıyorlardı. Şimdi bunlar yapıyor bunu! Yazıklar olsun, diyorum sadece! Bu, kabul edilemez. Başbakan Brüksel’e gitmeden önce acayip bir lobi çalışması yaptılar. Başbakan’ı köşeye sıkıştırmak için yaptılar bunu. Ortada Türkiye sınırlarını aşan ölçekte bir savaş var. Bunu Today’s Zaman’ı açıp baktığınızda çok açık bir şekilde görebilirsiniz.

Sürekli olarak Türkiye’yi karalama çabası içindeler. İHH’nın üzerine gidiliyor. İHH’yı hedef almaları gerçekten iğrenç.

Burada asıl önemli şey şu: İHH bizim ilk küresel hayır kurumumuzdur. İslam dünyasına umut olduğumuzu gösteren, yaptığımız en önemli iştir. Belki de Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmış küresel en somut ilk iş budur. Kimsesizlerin elinden tutmak basit bir şey değildir. Bunun üzerine nasıl gidilebiliyor, anlayamıyorum gerçekten… Yetimin, kimsesizin sesi olmuş bir hayır kurumunun üzerine gidenleri çok büyük bir belanın beklemesinden korkarım ben. Bu insanları baş tacı yapmaları gerekirken kendilerine rakip olarak gördüler. Bu yapılan ahlaksızcadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “diktatör” ve “El Kaideci” biri olarak lanse eden tiplerden her şey beklenir! Ve korkulur!

SÜRECİN ÜZERİNE GİDECEKLER

Paralel yapının operasyonlarının çözüm sürecine nasıl bir etkisi olacak?

Asıl hedef, aslında Çözüm süreci. Brüksel’de Başbakan’ın görüşmelerinden önce yapılan kara propaganda tutmuş olsaydı kesinlikle çözüm sürecinin üzerine gidilecekti. Ben hâlâ bu sürecin akamete uğratılması için yoğun çaba gösterildiğini düşünüyorum. Oysa Doğu ve Güneydoğu’da insanlar hiç kimsenin beklemediği kadar sürece sahip çıkıyorlar. Bu yüzden oradaki insanlar bu barış sürecinin bozulmasına kolay kolay izin vermezler. Çünkü bu yıllarca arayıp da bulamadıkları bir şeydi. Bölge halkının oyunlara gelmemesi gerekiyor. Şimdiye kadar birçok kışkırtma oldu ama hiç birine gelmediler. Bölge halkı, toplumun, Türkiye genelinin gördüğünden çok daha fazla bu sürece sahip çıkıyor. Tabiî Türkiye’nin genel halkı da çok sahip çıkıyor. Ama bu sürecin üzerine gidecekler. Bunu bilelim ve ona göre hareket edelim. Ayrıca bölgedeki insanlar cemaatin genel “milliyetçi” söylemlerinden çok rahatsızlar. Cemaat, bir kardeşlik bilinci üzerinden, bir ümmet bilinci üzerinden oradaki insanlara kucak açmış olsa daha farklı olabilirdi.

Emniyet-Sen Genel Başkanı İrfan Çelik Gezi’de paralel polisin parmağından söz etti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Cemaatin Gezi’de parmağı var mı?

Gezi sürecinde de arka planda gizli kapaklı oyunlar tezgâhlayanlar olduğunu sanıyorum. Ben çadırların yakılması sürecinde “burada bir tezgâh mı var acaba” diye şüphelenmiştim. Bazı çevreler, açık oynamıyorlar. Düşmanınız bile gerçekten ahlaklı olacak. Bu kadar sinsi, bu kadar gizli ve gayr-i İslami bir husûmet olamaz.

Gezi’de çok gizli, sinsi bir örgütlenme vardı. Bu pek görülemedi. Bu gerçekten korkutucu… Yarın nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Açıkçası, bu tür şebekeler korkutuyor beni. O yüzden üzerine gidilmeli, çökertilmeli. Ama Cemaatin tabanı rencide edilmemeli. Bu konuda azami hassasiyet gösterilmeli. Onlar bu olup bitenlere hiç bir şekilde anlam veremiyorlar. Dünyaları yıkılmış durumda. Anadolu’ya yoğun olarak gidiyorum. Gördüğüm manzara bu. Çok yazık gerçekten.

Teşekkür ederiz yaptığınız bu zihin açıcı açıklamalardan ötürü.

Ben Teşekkür ederim.

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..