Türkiye’nin sarsıntılı ve kaotik bir ortama itilmek istendiği günlerdeyiz. Demokratik işleyişi ve ekonomik istikrarı bozmayı amaçlayan girişimin öncülüğünü yapan Gülen grubunun sergilediği saldırgan tutum ise pek çok kesimi hayli şaşırttı. Gülen grubunun kendisini İslâm’a izafe ettiği dönemden farklı olarak bütünüyle siyasî bir çatışma dilini benimsemesi üzerinde dikkatle durulması gereken bir durum.
Prof. İhsan Süreyya Sırma Yeni Şafak’tan Nil Gülsüm’e konuştu.
Son dönemde Gülen hareketinin Başbakan Erdoğan’a ve hükümete çok şedit bir biçimde saldırdığı görülüyor. Siz bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Ben meseleye, bir Müslüman ve bir insan olarak bakıyorum. Müslüman olarak baktığımda da şunu görüyorum: Müslümanların Müslümanlarla ilişkilerinde nasıl davranacaklarını Allah’u Te’ala Kur’an-ı Kerim’de, ‘Kafirlere karşı ciddi, sert; ama kendi aralarında merhametlidirler’ ayetiyle belirtiyor. Ama ortama baktığımızda durumun bu ayette belirtildiği gibi olmadığı görülüyor. Meselâ, Fethullah Gülen’in bedduası her Müslümanı deriden üzdü. Keşke o sözleri söylemeseydi.
Bu saldırının asıl amacı size göre nedir?
Son yaşanan olaylar, dışarıda planlanmış ve Türkiye’yi bitirmeyi hedefleyen bir tezgâh görüntüsü vermektedir. Bu saldırı, mevcut iktidarın ötesinde Türkiye’yi hedef almaktadır. Türkiye’nin büyümesini çekemeyenler var. Bunların başında da İsrail geliyor. Türkiye’deki hükümetlerin, eskiden olduğu gibi askeri darbelerle indirilemeyeceğini anlayanlar, sivil bir darbe yapmak için birleştiler. Hükümeti indirmek isteyen koalisyon, ‘Bu sivil darbe, kapitalistlerle, büyük lobilerle ve Müslümanların içerisinden bir grupla desteklenirse, bu hükümet gider’ şeklinde düşünerek harekete geçtiler.
Mesele yolsuzluk değil yani…
Mesele yolsuzluk filan değil. Bundan 10, 15 sene önce de yolsuzluk vardı. Azalmış olsa da bu gün de vardır. Fakat burada amaç, yolsuzluğu önlemek değil, yolsuzluğu bir araç olarak kullanmaktır. Yolsuzlukların hepsi on beş güne mi sığdı?
KİBİRDEN DE ÖTE…
Cemaat hükümete yönelik bu sivil darbeyi mi destekliyor?
Belki desteklemekten de çok öte. Mesela çok pervasızca konuşuyorlar. Ve medyaları aracılığıyla bu tavrı sürdüreceklerini de ortaya koyuyorlar. BBC röportajında bu cemaatin başında olan şahıs, ‘başbakan’ demeyi kendisine yediremiyor da ‘arkadaş’ ifadesini kullanıyor. Bu ifade ve tavır, kibirden de öte bir şeydir. Bu şekilde bir konuşmanın bir kanaat önderi tarafından yapılamayacağına inanıyorum. Çünkü kanaat önderi olmak için Müslümanlar için iyi kanaat sahibi olmak lazım.
O BENZETME VİCDANSIZLIK
Erdoğan’a yönelik ‘Yezid’ benzetmesi yapıldı. Buna ne diyorsunuz?
Ben siyasetçi değilim, ama sözlerimi de sakınmam. Tayyip Bey gibi Davos’ta bütün dünyanın gözleri önünde İsrail’in burnunu sürtmüş olan birisine Yezid yaftasını vurmak tamamen vicdansızlıktır ve kötü niyetliliktir.
Siz cemaatten böyle bir saldırı bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum. Zannediyorum ki, hiç kimse beklemiyordu. Derin bir hayal kırıklığı yaşadım. Bu ne ihtiras! Bu ne kendinden başkasını insan yerine koymama? Maalesef açıkça bir savaş yaşanıyor ve bu bana olduğu gibi bütün aklıselim sahibi Müslümanlara hem hüzün hem de ürküntü veriyor? Açıkça menfur bir ‘psikolojik savaş’ yaşanıyor.
İnanan insanlar hem şaşkın hem de üzüntülü. Bir İslâm âlimi olarak ne tavsiye edersiniz?
Müslümanlar, inançlarını gözden geçirmeli. İnandıklarımızın Kur’an’a ve Resûlullah’ın sünnetine uygun olup olmadığını bilmek zorundayız. Müslümanlar İslâm’ı bilseler, bu kafa karışıklığı yaşanmaz. Kur’an, Müslümanların ‘kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı merhametli’ olması gerektiğini söylüyor. ‘Acaba ben böyle miyim?’ diye kendi kendimize sormamız gerekiyor. ‘Dinlerarası diyalog’ projesiyle İslâm düşmanlarıyla sükûnet içinde oturup konuşurken, Müslümanlara karşı haşin ve saldırgan bir üslup kullanmak, kabul edilecek bir durum değildir.
Ecevit’i hiç Stalin’e benzetmedim
Başbakan Erdoğan’a ve onu destekleyen bütün cemaatlere yönelik çok ağır hakaretlere şahit oluyoruz. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Ben sol partilere oy vermedim hiç. Ama Ecevit’i, Kılıçdaroğlu’nu Stalin’e veya Hitler’e de benzetmem. Ama bu çevreden kimileri tutup bu ülkenin, Müslümanlığı bütün dünyaca müsellem başbakanını ‘Yezid’le özdeşleştiriyorlar veya o anlama gelecek sözler söylüyorlar. Bunlar herhalde Yezid’in kim olduğunu bilmiyorlar. Bu gibi sıfatları Müslümanlara yakıştırmak dinen câiz değildir. Gençler belki bilmez, bir zamanlar bu ülkede ‘Müslümanım’ demek ayıp ve suç olarak görülüyor, Müslümanlar hiçbir dinî kitap okunamıyordu. Ama bugün liselerde Peygamber Efendimizin hayatı demek olan Siyer ve Kur’an okunuyor. Şimdi bunu gerçekleştirenlere karşı çıkmak vicdansızlık değil midir?
Tarih boyunca cemaatin bugün geldiği nokta gibi dinî kökenli olan ama siyasete yön vermeye çalışan yapılar var mıydı?
Dünya tarihine baktığımızda maalesef sadece Müslümanlar arasında değil, Yahudilerin ve Hristiyanların arasında da zaman zaman din adına hareket ettiğini iddia eden, fakat aslında dinin özüne, ruhuna karşı hareket eden gruplar olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminde de birçok dini cemaat ortaya çıkmıştır. Bu yapılar devlet tarafından ortadan kaldırılmışlarsa da, senelerce devleti meşgul etmişlerdir.
Cemaate ait otele gitmeye korkar olduk
Kasetler de bir süredir savaşın bir parçası oldu. Mahremiyetin ifşa edilmesi Müslümanlıkta nasıl karşılanan bir tavırdır?
Benim bu süreçte en çok üzüldüğüm hususlardan birisi de kişi veya aile mahremiyetinin ortaya çıkarılmasıdır. Peygamberimizin hayatını, Sîretini etüt ettiğimizde 23 senelik peygamberlik hayatında bir tek Müslümanı devlet dışına sürdüğünü görüyoruz. O da ‘Hakem’ ismindeki birisiydi. Bunun suçu, Müslümanların kapısından, penceresinden içeriye bakmaktı. Yaptığı ahlaksızlık buydu; ancak aile mahremiyeti o kadar kutsaldır ki, bu kişi Hz. Peygamber tarafından Taif’e sürülmüştür.
HZ. EBUBEKİR ÜLKEYE ALMADI
Akıbeti ne oldu bu kişinin?
Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra Hz. Ebubekir’den Medine’ye dönmek için izin istiyor. Hz. Ebubekir ‘Resulullah’ın sürdüğü birini Medine’ye sokmam’ diyor. Hz. Ömer döneminde bunu Hz. Ömer’in mizacı sebebiyle teklif bile edemiyor. Hz. Osman geldiğinde 4-5 sene direniyor ama daha sonra bu şahsın dönmesini kabul ediyor. Müsaadenizle bu kelimeyi kullanayım, bu ahlaksız adam ve oğlu Mervan, daha sonra Hz. Osman’ın şehadetine sebebiyet verenler arasında yer almışlardır.
Bu tarz bir eylem başka bir iyilik, ibadet veya iyi niyetle örtülebilir mi?
Mümkün değil efendim. ‘Belki ileride bize lazım olur’ diye insanların mahremine gireceksiniz, görüntülerini alacaksınız; böyle bir şey olamaz! Bizim dinimizde böyle bir şenaat yoktur. Bu ülkeye öyle bir korku saldılar ki, bir Müslüman, hanımını alıp dinlenmek için sayfiye yerinde bulunan bir otele, özellikle de cemaate ait bir otele gidemeyecek hâle geldi. Hiç kimsenin insanlar arasında böyle bir korkuyu yaratmaya hakkı yoktur.
Sünnet ehli takiyye yapmaz
İslâm’a hizmet gâyesi güttüklerini söyleyerek ‘kaset’ işleri yapanlar var. İslâm’ın bu hususta ölçüsü nedir?
Cenab-ı Allah diğer suçlardan farklı olarak, zina için dört şahit şartı koymuştur. Hz. Ömer döneminde bir kişi hakkında zina isnadında bulunuluyor. Dört şahitten üçü ‘biz gördük’ diyor. Dördüncü şahit ‘ben tam görmedim’ diyor. Bunun üzerine diğer şahitlere dayak atılıyor; çünkü İslam’a göre bu kişilere, iftira attıkları için dayak atılması gerekiyor. Peki, yarın Allah bu kasetçilerden şahit istese, bunlar ne yapacaklar? Yani İslam hükümleri cari olsa, bu gibi kasetleri yapanların, darp edilerek cezalandırılmaları gerekir.
Bu fiili işleyenler cezalandırılmayı hak ediyorlar öyleyse…
İslâm ahkâmı söylüyor bunu. Çünkü aile mahremiyeti çok önemlidir. Mahremiyet üzerine bir hususu daha paylaşmak isterim; hilafeti döneminde bir kişi Hz. Ömer’e gelerek bir şahsın evinde içki içtiğini söylüyor. Hz. Ömer de o kişinin evine girerek ‘Sen nasıl içki içersin?’ diyor. O şahıs, ‘Sen benim içkime karışmadan önce benim evime, benim iznimi almadan nasıl girersin’ diye soruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer özür dileyerek geri çekiliyor. Aile mahremiyeti İslam’da bu kadar önemlidir.
SAHABE NE İSE OYDU
Cemaatin bazı şartları gerekçe göstererek kendini belli etmeyecek bir biçimde davranmaları tartışma konusu. Kimliğin ve niyetlerin saklanmasına dayalı bu davranış biçimini nasıl değerlendirirsiniz?
Ehl-i Sünnete göre böyle bir takiyye anlayışı yoktur. Eğer öyle olsaydı, sahabe onca eziyete katlanmazdı. Onlar, her türlü sıkıntıya rağmen ‘Biz Müslümanız’ diyorlardı. Buna istisna bir örnek var. Mekke’nin fethinden sonra Hevâzin Devleti Müslümanların üzerine yürüme hazırlığındayken Peygamber Efendimiz o bölgeden gelen bir sahabeyi onların arasına casus olarak gönderiyor ve ona, ‘Kimseye Müslüman olduğunu söyleme’ diyor. Bunun dışında benim hatırladığım bir örnek yok.
Bugün Gülen hareketinin Başbakan’a ve diğer cemaatlere yönelik hücumunu Sıffin hadisesine benzetenler var. Sıffin’de ne olmuştu?
Sıffin’de olan şudur: Suriye valisi Muaviye, meşru halife olan Hz. Ali’ye biat etmesi gerekirken, isyan ederek onun halifeliğini tanımadı. Görünüşte Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasını isteyen Muaviye’nin tek derdi, devleti ele geçirmekti. Meşru olmayan bir biçimde isyan eden Muaviye, hileli yollarla hilafeti ele geçirmeye çalıştı. Ve bilindiği gibi Sıffin hadisesi yaşandı. Sıffin’de isyancı Muaviye taraftarları savaşı kaybedeceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını astılar. Bu bir hile idi ve Kur’an’ı kullanmaktı. Daha sonra hile ile Muaviye’nin nasıl halife ilan edildiğini de biliyoruz. Bugün kim Hz. Ali’ye karşı Muaviye’yi savunuyorsa, ya olayın mahiyetini bilmiyor, ya da bile bile ‘Ali düşmanlığı’ yapıyor!
GÜLEN CEMAATİ RİSALEYE AYKIRI DÜŞTÜ
Risale-i Nur ile irtibatlandırılan Gülen cemaatinin tavrı ile Bediüzzaman’ın hizmet çizgisi bağdaşıyor mu sizce?
Benim ilk tanıştığım kitaplar Said-i Nursi’nin kitaplarıydı. Onun kitaplarına ve hayatımıza baktığımız zaman şunu net olarak söyleyebiliriz: O asla Müslümanlarla çatışmazdı. Yazdığı kitaplar ortadadır. Onun eserlerinde Müslümanlara karşı herhangi bir şey bulamazsınız. Son olaylarda Gülen cemaatinin Müslümanlara karşı takındığı tavır Risalelere aykırı düşüyor. Bediüzzaman’ın tek kaygısı imanını kaybetmiş kişilere imanı hatırlatmaktı. Asla siyasetle ve siyasilerle uğraşmıyordu. Gülen cemaati, her ne kadar ona atıfta bulunsa bile Üstad’ın o çizgisinden farklı bir yola sapmış görünüyor. Bediüzzaman’ın idealindeki dünya ayrı, bunların peşine düştükleri dünya ayrı. Ben öyle görüyorum.
Hükümete ve hükümeti destekleyen diğer cemaatlere yönelik saldırı Gülen grubunda da bir bölünmeye yol açar mı?
Ben cemaatin yapısını çok iyi bilmiyorum. Ama malumunuz dünyayı çok geziyorum. Bu cemaatin dünyanın birçok yerinde okulları var. Orada çok fedakârane çalışan gençler var. Ben o çocuklara çok acıyorum. Onlar melek gibi çocuklar ve bu olaylardan da hiç haberleri yok. Büyük ihtimalle onlar da çok büyük bir üzüntü içindedirler. Ama görünen o ki, üst kademede yer alan bir çekirdek kadro, kendilerini hükümete ortak olacak seviyede görüyorlar. Bu da hiçbir devletin kabul edeceği bir şey değildir.
DİĞER MÜSLÜMANLARI MUTEBER GÖRMÜYORLAR
Cemaatin diğer İslâmî yapılara karşı tavrını sorunlu görenler bir hayli fazla. Siz de böyle bir durum görüyor musunuz?
Tarihin çeşitli dönemlerinde meşrep taassubu görülmüştür. Bu taassup, kendileri dışındaki Müslümanları muteber saymama neticesini doğurur. Bugün de böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Gülen cemaatine ilişkin yaygın eleştirilerden birisi de, bu grubun kendilerinden olmayanlara karşı dışlayıcı ve hatta yok edici yöntemler kullandıkları yönünde. Bu yöntemlere siz de şahit oldunuz mu?
Tabi! Benim gibi bütün üniversite mensupları, bu yapılanların farkındalar. Üniversitelerde, kendilerinden olmayan hiç kimseyi kadrolara kabul etmiyorlar. Bırakın başka cemaatleri, Risale-i Nur’un diğer kollarını bile kabul etmediler. Üniversiteler akademik kurumlardır ve buralarda ilmi ehliyete sahip olanlar yer almalıdır. “Bizden değildir” diyerek ehil insanları akademik kurumlardan uzaklaştırmak yobazlıktır, ilmi tanımamaktır.
Son olarak tavsiyeleriniz nedir?
Son olarak şunu söyleyeyim: Mevcut hükümetin ve mevcut Başbakanımızın hataları yok mu? Elbette vardır. Zaten başta bendeniz olmak üzere hangimiz hatasızız ki? Ama sevelim, sevmeyelim, milletin meşru yollarla seçtiği bir hükümet ve o hükümetin başı olan bir inançlı Başbakan vardır. Biz seçtiğimize göre, hatalarını gördüğümüzde ikaz etmek vazifemizdir ve her birimizin bu vazifeyi yerine getirmesi gereklidir. Ama bu ikazımız bugün yapıldığı gibi ‘hükümeti yıkmak’, ‘Başbakanı bitirmek’ şeklinde entrikalar çevirerek olmamalıdır! Bu hataları İslamî edep ve metodlar çerçevesinde dile getirmeli, doğruları söylemeli, yanlışlardan uzak durmalarını tavsiye etmeliyiz. Buna rağmen yanlışta ısrar ederlerse onları Allah’a havale ederiz. Biz böyle yapıyoruz. Bu ikazlarla yetinmeyenler varsa, devletin yönetim usulü öyle gerektiğinden, onlara düşen, Başbakana ve onun hükümetine karşı bir parti kurmak ve seçime gitmektir; kazanırlarsa, onlar hükümet olur, yapılmasını istedikleri şeyleri yapma imkânına sahip olurlar. Rahmetli Hocam Muhammed Hamidullah bana şöyle derdi: “En günahkâr Müslüman kardeşimiz, bize kâfirden daha yakındır.”