AK Parti sosyolojik değişimin partisi

Olaylar
“AK Parti’deki oyların yüzde 55kadınlara ait. Bu şunu gösteriyor. AK Parti Türkiye’deki sosyolojik değişimin partisi. Bu değişim, kadınları öne çıkartan bir değişim. Bu değişimde top...
EMOJİLE

“AK Parti’deki oyların yüzde 55kadınlara ait. Bu şunu gösteriyor. AK Parti Türkiye’deki sosyolojik değişimin partisi. Bu değişim, kadınları öne çıkartan bir değişim. Bu değişimde toplamda İslami kesim kazançlı çıktı.”

Hükümet içte Ergenekon, yoksulluk, yolsuzluk, kadına şiddet, eğitim, temel haklar gibi konularla uğraşırken dış politikada AB, Mısır, Filistin, Suriye, PKK, Kıbrıs, Irak politikalarıyla uğraşmak zorunda. Önceden her şeye özgüven ve iyimserlikle yaklaşan hükümet son iki ayda daha rasyonel ve politik hamleler yaptı. Bunu “tevazünün geri gelmesi” olarak tanımlayan Etyen Mahçupyan’la Kürt sorunundan Uludere/Roboski’ye, AK Parti’deki kadın-erkek dengesinden muhafazakâr kadının değişimine, Kıbrıs’tan Arap Baharı’na pek çok şeyi konuştuk.

BÜROKRASİ HÜKÜMETİ ARKADAN VURABİLİR

AK Parti, söyleminde halkın içine zerk edilmiş milliyetçi-hamasetçi duyguları onaylayan bir dil kullanırken resmiyette, devleti demokratikleştiren adımlar da atıyor. Mesela 4. Olağan Kongre’de şarkılı, şiirli, Türk-İslam imajı öne çıktı.  Fakat o gün dağıtılan kitapçıkta son derece demokratik reformlar var. İkili bir siyaset tarzı doğru mu?

İkincisinden başlayalım. Normatif açıdan çok doğru değil. Ama işlev açısından karşılığı var. Normatif açısından daha doğal bir siyaseti ilkesel olarak tercih ederiz. Keşke Türkiye’deki tüm siyasetçiler neyi, niçin istediklerini açıklıkla sergileyebilseydi. Daha şeffaf düzlemde fikirler karşı karşıya gelseydi. Türkiye, değişim-dönüşüm içerisinde olduğu için bir kısım taktiksel eylemleri ön plana çıkıyor. Bu da AK Parti’nin tavrını işlevsel kılıyor. AK Parti bir çeşit devleti reforme etmek zorunda. Kendi iktidarını korumak içinde bunu yapmak zorundadır. Devlet bürokrasisinin hükümeti arkadan vurma ihtimali de var. Mesela Uludere’de olduğu gibi. AK Parti oylarını korumak için popülizm ve hamaset üzerinden gidiyor. Eğer sadece reformlar üzerinden gitseydi, bu ikili siyasete ihtiyaç kalmayabilirdi. Yani laik kesimden biraz oy alır, oyunu korurdu. Ama o zamanda Kürt meselesini çözdüğü takdirde bu mümkündü. Kürt meselesi çözülmediği için AK Parti devlet bürokrasisine yaslanmak zorunda kalıyor. Devlet bürokrasisine yaslandığında reformları yavaşlatıyor. Reformları yavaşlattığı zaman demokratların ve laik kesimden dengeleyicilerin desteğini kaybediyor. O zamanda onun yerini doldurmak için milliyetçi oylara yöneliyor. Böylece adı hamasetçi bir siyaset oluyor.

AK PARTİ ORDUNUN DİRENCİNDEN ÇEKİNDİ

Uludere/Roboski demişken… AK Parti Uludere’de tuzağa düştüğünü söyleyip, bu noktada hatası olanlara soruşturma açıp, bu kişileri açığa alsaydı ne olurdu? Halk AK Parti’ye daha çok sahip çıkmaz mıydı?

Eğer dediğiniz gibi hükümet davranmayı kabul etseydi, muhtemelen ordu içinde başa çıkamayacağı bir direnç ortaya çıkacaktı. AK Parti onunla yüzleşmektense topluma yönelik bu aksaklığı taşımayı tercih etti. Çünkü Başbakan bence toplumu idare edebileceğine daha çok inanıyor. Ama eğer Başbakan bu Genelkurmay Başkanını kaybederse, bu orduyla çok fazla ne yapabileceğini bildiğini sanmıyorum. Uludere’de kasıtlı bir cinayet var. Oradaki diğer yaralayıcı olay da AK Parti’nin bir aczidir. Çünkü o köylüleri giderken görüyorsun, gelirken görüyorsun. Karakolu arayıp konuşuyorlar. Bir telefonla o insanların ölmemesi mümkün. O telefon ediliyor. Karakol, ‘bu insanları tanıyoruz’ diyor ama sen onları öldürüyorsun.  Peki, neden özür dilenmedi? Erkekler, karılarından özür diliyor mu? Kaç kişi özür diliyor? Dilemezler. Bizim karılarımızdan özür dilememiz çok zordur. Devlet ataerkil bir yapıda. Maalesef özür denen şey bu hale geldi.

Eskiden AK Parti’ye yönelik ordudan sürekli söylemler-brifingler geliyordu. Ama ordu şuan suskun. Bu sükut ikrardan mı geliyor?

Şuan AK Parti gelip ordunun bu kadar sahip olduğu iktidarı gasp etmiş olan bir siyasi organ. Şuan AK Parti’nin gücü ve kamuoyu nezdindeki prestiji çok önemlidir. Bunun bitmesi içinde ordu içindeki isteklilik-hareketlilik halen bitmiş değil. Bu ordu sosyolojik olarak değiştiğinde o zaman demokrat olur. Yani 20 yıl sonra belki gerçekten demokrasinin ordusu çıkabilir. O zamana kadar ordu kendine alan yaratma hevesinden vazgeçmeyecektir. Şuandaki Genelkurmay Başkanı’nın görüntüsü bizi yanıltmasın. Genelkurmay Başkanı gittiğinde onun arkasındaki zihniyetin birdenbire değişme ihtimali yok.

SOSYOLOJİK DEĞİŞİMİN PARTİSİ

AK Parti’nin 10 yıllık iktidarında kadın ve muhafazakâr kadın olgusu çok tartışıldı. Kocasına boşanma davası açan AKP’li bir bayan vekilin eşi, “Milletvekili olduktan sonra beni beğenmemeye başladı” serzenişinde bulundu. Bu beğenmeme sorunu tabandan tavana her yerde problem olarak ortaya çıkıyor. Neden böyle?

AK Parti en fazla kadın seçmen kitlesine sahip. AK Parti’deki oyların yüzde 55’i kadınlara ait. Bu şunu gösteriyor. AK Parti, Türkiye’deki sosyolojik değişimin partisi. Bu değişim, kadınları öne çıkartan bir değişim. Eğer AK Parti değişime öncülük edecekse o zaman kadınların kimliğini, haklarına riayet eden onları kollayan, bunu yapamadığında bunu açıklayan bir parti olmak zorunda. Öte yandan ataerkillik devam ediyor. Doğal olarak AK Parti erkeklerin yönettiği bir parti olmaya devam ediyor. Ama bu geçiş dönemi. AK Parti, reformda nasıl ikili bir dil kullanıyorsa bu ikili dili burada da görüyoruz. Tüm bunları yapıyor ama başörtülü birinin vekil olması 10 yıl geçmesine rağmen halen mümkün olmadı. Bir sürü denge var. AK Parti bütün dengeleri birlikte götürmeye çalışıyor.

AK Partili kadınlar, AK Partili erkeklere göre daha demokrat ve daha duyarlı gibime geliyor. Çünkü AK Partili erkekler daha bürokratik karakterler taşıyor? Sizce nasıl?

Söylediğin doğru. Şuanda İslami ve laik kesime toplam olarak baktığımızda en demokrat akımlardan birisi başörtülü kadın hareketidir. Burada hem demokratik bir dönüşüm hem de aileden gelen bir geleneğin dönüşümü var. Bugün kadınlar, erkeklere nazaran demokrasiyi, eşitliği, özgürlüğü daha çok savunuyorlar. Bir söylem olarak kullandıkları bir şey değil gerçekten savunuyorlar. Bu kendi varlıklarını da pekiştiren bir olay. Son 15 yıldaki İslami değişime baktığımızda, İslami kesim toplamda kazançlı çıktı. Ama erkek-kadın düzleminden baktığımızda erkekler yenildi. Erkekler yeni normların altında kaldı. O milletvekilinin sabık eşi de geç uyananlardan biri olmuş.

DEĞİŞİMİ KİMSE DİZGİNLEYEMEZ

Bülent Arınç’ın Behzat Ç. dizisine, Başbakan’ın Muhteşem Yüzyıl’a yönelik söylemi, son olarak Diyarbakır AK Parti Diyarbakır İl Başkanı’nın istifası… Bunlar AK Parti ve demokrasi denkleminde neye karşılık geliyor?

AK Parti bu değişimi kontrol etmeye sahip bir güce sahip değil. İslami kesimdeki değişim hızını kimse dizginleyemiyor. Bu sadece ahlaki anlamda değil birçok yönde değişiyor. Ahlak sadece yalan söyleme, uyuşturucu kullanma meselesi değil. Ahlak beraber yaşamadaki kodlardır. Bu yaşantının birinci hali kadın-erkek beraberliğidir. Böyle baktığımızda AK Parti’nin erkek kanadı kültürel muhafazakârlığı kabul eden ve ondan kolayca uzaklaşmayan bir kesim. Bu da AK Parti’de sıkıntı yaratıyor. AK Parti’nin kadın seçmeni çok ama yönetenlerin çoğu erkek. Kurulların hemen hemen hepsinde erkekler var. Ve bunlar gündeme geliyor. Bu, düdüklü tencereye benziyor. Alttan gelen basınç, üstten ses çıkartıyor.  Bu tür refleksler sürekli gaz kaçırtıyor. Sonuçta AK Parti öyle demokrat kimlikli parti değil. Biraz muhafazakâr, biraz milliyetçi biraz demokrat, epeyce dindar, kendiliğinden ortaya çıkan bir partidir. O nedenle çelişkiler yumağı. Gitmek istediği yer ile durduğu yer bir türlü dengelenemedi. O nedenle bu son şeyler bence gaz alma olayı olarak görünüyor.

İslami kesimdeki değişim hızı diaspora Müslümanlarını da etkiliyor, Arap Baharı da nasibini alıyor. AK Parti dış politikalarında bir dönem yalnız kaldı. Ama son iki aydır biraz daha rasyonel bir politikaya yöneldi. Bu değişim fırtınasından AK Parti nasıl çıkacak?

Türkiye’nin Kürt siyasetinde çok değişiklik yok. Burada sağduyu hâkim. Bunun esas aktörü Barzani. Türkiye’nin Ortadoğu’daki en önemli partneri Kuzey Irak Kürdistan’ı. Bu on sene evvel hayal bile edilemezdi. Bu sebeple orada sorun yok. Ama Türkiye’nin, Osmanlı hayallerini hatırlatan bir geleneği var. Bu kendisine sorulmadan bu bölgeyle ilgili hiçbir kararın çıkmamasını isteyen bir hayal ile ilgili. İşte bu Arap Baharı’nda sanki bunu ispatlamış gibi algıladılar. Biraz fazla iyimser, biraz fazla özgüvenli davrandı. Kendisi bu tutumuyla biraz naif kaldı. Oradan şuanda geri adım atıldı. Bazıları bunu yenilgi gibi algıladı. Ama ben bunu tevazünün geri gelmesi olarak algılıyorum. Mesela Mursi’nin Filistin’e müdahalesini Türkiye arka planda izledi. Bazıları Türkiye’nin rolü çalındı gibi eleştiriler yaptı. Ama zaten Türkiye bu iddiada değildi. Önemli olan sorunun çözülmesi noktasıydı. Türkiye olumlu bir adım attı.

EN BÜYÜK ENGEL GÜVEN ORTAMI

Tarık Haşimi’ye Barzani sahip çıktı. Altan Tan’ın dediğine göre Barzani, Kerkük’te Davutoğlu’ndan yana tavır aldı. Üstelik Taner Yıldız’ın uçağına da vize verilmedi. PKK eskiden İran, Maliki, Esad için nötr bir tavır sergilerken şimdi Barzani’nin yanında duracağını açıkladı. Üstelik Türkiye Ortadoğu’da Kürtlere karşı bir yumuşamaya doğru, bir muhatap almaya doğru da yol alıyor. Sizce?

Bu güven ortamıyla alakalı. Kürt meselesindeki en büyük engel güven ortamıdır. Bu da muhataplık meselesini probleme dönüştürüyor. Güven olmazsa kimi muhatap alacağınızı bilemiyorsunuz, muhatap aldığınıza da zaten güvenmiyorsunuz. Böylece konuşma ortadan kalkıyor. Burada, devlet ve halk arasındaki ilişkiden değil siyasi aktörlerden bahsediyoruz. Hükümet siyasi aktör, Barzani siyasi aktör, PKK siyasi aktör olmak üzere birçok aktör var.  Bunların konuşması işin ruhu. Burada Barzani çok kritik bir öneme sahip. Barzani yükselen en önemli liderlerden oldu. Bu biraz Türkiye sayesinde oldu. Fakat Türkiye kendi çıkarı için bunu yaptı. AK Parti, Barzani’yle ilişkisini sağlıklı yürütürse ve yine Öcalan faktörünü karşılıklı bir anlayış üzerinden devreye sokabilirse hem Türkiye’de hem de bölgede Kürt meselesini çok mantıklı bir çizgiye getirir. Çünkü reformlar konusunda Türkiye’nin yapmak istemediği bir şey yok.  Hükümet bu reformların boşa gitmesinden korkuyor.  Siyaset, hak-hukuk meselesini siyasi bir araç olarak kullanma durumuna girdi. İki tarafta öyle kullanıyor. ‘Reform olursa bile şiddet sorunu çözülmezse’ sorusu çok yakıcı olarak duruyor. Hükümet taktiksel olarak şunu istiyor; bu reformların hepsi olsun ama hiç olmazsa bu şiddet olayı ortadan kalksın.

Burada Öcalan’ın faktörü ne kadar etkili? Çözüm potansiyeli var mı?

Bu potansiyel var. Bu potansiyel sadece Öcalan’a bağlı değil Öcalan-AK Parti ilişkisine de bağlı. Eğer Öcalan, AK Parti ile bu ilişkiyi kurup kendi ayağı üzerine basabilirse, bu sadece siyasi aktörler için değil genel Kürt halkı içinde anlamlı olur. Çünkü insanlar, “Bu mesele çözülsün ve çözüme gidilecekse bu iş yapılsın, desteklensin” diye bekliyor. Bu potansiyel var ama bu potansiyeli nasıl kullanacakları yaşadığımızla ortaya çıkacak. Artık bu aktörlerin yaptıklar hataları-sevapları çok önemli olacak. Bu süreçte titizlikle gidilmesi gerekir. Geri adım atmadan gidilmesi gerekir. Eğer zikzak yapılırsa bütün çekiciliğini kaybeder. Dolayısıyla bunun doğru yoldan gidilmesi gerekir. Doğru yol nedir? Temel ve evrensel olan bütün hakların bütün vatandaşlara koşulsuz olarak tanınmasıdır. Kürt –Türk ayrımı yapılmadan bir yerel yönetim reformu yapılmalıdır. Bu, yerelin belirli bir çerçevede kendi haklarını kullanabilmesidir. İlla federasyon gibi kelimelerle ifade edilmesi gerekmeyen bir şeydir. O kadar geniş bir varyetesi var ki…  Amaç silahın bırakılmasıdır. Bu koşulları sağlamak çok zor değil. Çünkü herkesin istediği budur. Herkesin istediği aynı şey iken sorunu çözemiyorsanız, o zaman hakikaten kendimizi sorgulamamız lazım. Biz demek ki bu işi bilmiyoruz. Bilmediğimiz şey ise; konuşmaktır. Bu olayın konuşarak çözülmesi gerektiğini, konuşurken de şantaj, rüşvet gibi yollarla değil gerçekten çözümü öne alan siyasi bir bakışa ihtiyaç olduğunu idrak etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu sadece AK Parti’nin yapacağı bir şey değil. Kürt siyaseti de akıllıca davranmadı. Son dönemde Oportünistçe davrandılar. Bu tutumlarla bu iş olmuyor.  Herkes uygun bir üslup ve anlayışla konuşmalıdır.

Kitabınızda CHP’yi “Kaybedenler Kulübü” içinde görüyorsunuz.  Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Kemal Kılıçdaroğlu gibi demokrat söyleme sahip olanlar ile ulusalcı bir söyleme sahip olanlarınyolu nasıl ilerleyecek?

CHP sıkıntılı bir parti. Laik kesim yenilgi hissi yaşıyor. Bu yenilgiye cevap vermek gerekir. CHP’de sert bir çekirdek var. Siyasetle bu yenilgi birleşince bu ulusalcı kanadın sağlam durmasına yol açtı. Öte yandan CHP de doğru dürüst bir ideolojik birliktelikte yok. Beğenelim beğenmeyelim bu parçalı yapıda en sağlam duruş ulusalcılara ait. Böylece CHP, ulusalcı adımların dışında adım atmakta zorlanıyor. Mesela Kürt raporunu aylardır yazıyoruz diyorlar. Ama bir türlü çıkmadı. CHP’nin Daha önce yazılmış çok iyi bir var. Bu gün o rapora bile sahiplenemiyor. Sadece CHP değil tüm laik kesim kırılmış durumda. Onların oyunu CHP, yüzde 20 laik kesimin oyunu almak istiyorsa hiç bir şey söylememesi gerekir. Çünkü söylediği her laf eksi olarak yazılıyor. Bu ak partinin işine geliyor. AK Parti’nin yaptığı iyi şeyler var ama kötü şeyler yapmasına rağmen kazanıyor. AK Parti hatalarının bedelini ödemeyen bir parti.

Ya MHP?

MHP, küresel dünyada ancak daralarak ayakta kalan bir parti olmak zorunda. Konjüktöre göre iniş çıkışları var. PKK, asker öldürünce MHP’nin oyu artıyor, barış döneminde azalıyor. Burada da siyasete ihtiyaç yok. Hiç siyaset yapmadan dalgalanan bir parti var.

AK Parti önümüzdeki süreçte AB, Ortadoğu, Kıbrıs politikasında neler yapacak?

İyi bir dönem geliyor. AB ile ilişkiler İrlanda’nın devralmasıyla iyiye gidiyor. Fransa, boykotunu geri çekecek. Şuanda AB’de böyle bir irade var. Güney Kıbrıs’ta şuan ki başkan seçimi kaybedecek. Muhtemelen seçilmesi tahmin edilen yeni başkan, Annan planına “evet” demiş bir isim. Bu Türkiye’nin elini rahatlatacak. Yeni bir diyalog kanalı açılacak. Limanlar vs. açılacak sanırım. AK Parti tam seçime gireceği sırada önüne bir sürü imkân geliyor. Avrupa Konseyi, Türkiye’yi davet etmek üzere. Yani Avrupa’ya yakınlaştırmak için bir irade var. Avrupa’dan bakınca tüm bunların odak noktasını yargı reformu oluşturuyor.  Bu çok önemli bir faktör. Çünkü AK Parti kabinesine baktığımızda en ilerici Adalet Bakanlığı’dır. Bütün bunlar seçime girerken reformist bir hava oluşturacak. Bence AK Parti bunları seçimde kullanacak. Yüzde 50’yi yakalamak ve Cumhurbaşkanlığı seçimi için düze çıkacak. Eğer Türkiye bir yıl içinde Suriye’de bir çözüme gidilirse bu tüm tablonun değişmesi demek. AK Parti önemli bir eşikte. Bu söylediklerimin hepsi birer potansiyel ama gerçekleşmesi siyasetin nasıl davranmasına bağlı.

Hrant Dink davasını da merak ediyorum. Sizce hükümet cinayetin arka planını ortaya çıkara bilir mi?

Bu sadece Hrant’la çıkmaz. Hükümet Hrant’ı genel bir tablonun bir unsuru olarak görüyor. Eğer diğer davalarda ilerleme olursa, bu dava da onlara bağlı olduğu için ilerleyecektir. Ama diğerleri olmadan sadece bu davanın ilerlemesi çok zor görünüyor.

Köşe yazarlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Eskiden başka yazarlarla aranızda polemik olurdu? Polemiğin yararı-zararı hakkında bize ne anlatmak istersiniz?

Kendi hakkımda yazılan çoğunu artık okumuyorum. Kim yazmış diye soruyorum. Anlamlı bulmadığım insanlarla tartışmaya girmiyorum. Polemik okuyucuya anlamlı geldiğinde çok yararlı bir şey. Esas muhatabım okuyucudur. Kendi egon için polemik yapmak istediğinde bir yazı yazarsın o kadar. Öbürü saygısızlıktır.

Ama eskiden mizahi yazılar yazardınız. Bunlar aynı zamanda politikti. Bahçeli tuhaf hesaplamalarla 40 buldu, sonra “püskevit” dedi. Bu onu sempatik kıldı. Siyasetimizde mizah nerede duruyor?

Mizah, siyasetçiyi insanileştiriyor. Mizah sadece kırıcı yakıcı bir şey değil. Mizah, bizi normalleştiren ve tevazu getiren bir olaydır. Ama biz kültür olarak buna uzağız. Ataerkil kültür, suskun ve nesiller arası konuşmayı budamış bir kültür. Tamamen saygı üzerine kurulan, had bildiren bir kültür. Burada sadece siyasetçi için değil, hiçbirimiz kendimiz için dalga geçebilecek olgunlukta değiliz. Oysa Avrupa’daki siyasilerin geçmiş olduğu yol bunu onlara öğretmiş. İngilizler kendileriyle dalga geçmeden başkasına laf etmezler.

Milat