Sykes-Picot, Orta Doğu’ya nasıl bir miras bıraktı?

Ülkeler
Sykes ve Picot, “imparatorluğu içselleştirmiş kişiler.” Her ikisi de sömürge yönetiminde yetişmiş, bölge halkının Avrupa imparatorluğu altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanan aris...
EMOJİLE

Sykes-Picot,

Sykes ve Picot, “imparatorluğu içselleştirmiş kişiler.” Her ikisi de sömürge yönetiminde yetişmiş, bölge halkının Avrupa imparatorluğu altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanan aristokratlar.

Her ikisi de Orta Doğu’ya dair derin bilgilere sahip.

Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı karmaşanın ortasında alelacele yürüttükleri müzakerelerde varılan anlaşmanın prensipleri bugün de Orta Doğu’yu etkilemeye devam ediyor.

Sykes-Picot’un düz çizgileri, 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere ve Fransa’ya önemli ölçüde yardımcı olsa da, bu çizgilerin bölge halkına etkisi çok daha farklı oldu.

Gizli anlaşma

İki kişinin çizdiği bu harita, 16’ıncı yüzyılın başından beri Osmanlı idaresinde olan toprakları parçalayıp yeni ülkelere böldü ve siyasi oluşumları iki etki alanına dâhil etti:

Irak, günümüzde Ürdün’ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine

Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi

Sykes ve Picot’a, Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin de sınırlarını yeniden çizmeleri için yetki verilmedi. Ama bölünen etki alanları orada da varlığını gösterdi. Mısır İngiltere yönetimine girdi, Fransa Mağrip’i kontrolü altına aldı.

Sykes-Picot Antlaşması’yla oluşan yeni jeopolitik düzende üç farklı sorun ortaya çıktı.

İlk olarak, Arapların bilgisi dışında gizlice varılan bir antlaşmaydı. Ve, İngiltere’nin 1910’lu yıllarda Araplara, Osmanlılara karşı ayaklanırlarsa ve Osmanlı İmparatorluğu çökerse, bağımsızlıklarına kavuşacakları yönünde verdikleri sözü de boşa çıkarmış oldu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bağımsızlık gerçekleşmedi. Bu sömürgeci güçler 1920’li, 30’lu ve 40’lı yıllarda Arap dünyasındaki nüfuzlarını kullanmaya devam edince, Kuzey Afrika ve Akdeniz’in doğusundaki Arap siyaseti yönünü, (Mısır, Suriye ve Irak’ın 20’inci yüzyılın son 10 yılında tanık olduğu gibi) liberal anayasal yönetim inşasından, asıl amacı sömürgecilerden ve sömürgeci sistemden kurtulmaya çalışan milliyetçiliğe çevirdi.

Birçok Arap ülkesinde 1950’lerden 2011’deki Arap isyanlarına kadar olan süreçte askeri rejimlerin yükselmesindeki kilit faktör de buydu.

Mezhepsel hatlar

İkinci sorun da, haritada düz çizgi çizme eğiliminde yatıyor.

Sykes-Picot, Levant’ı mezhepler temelinde bölme eğilimindeydi:

Lübnan, başta Maruniler olmak üzere, Hristiyanlar ve Dürziler için sığınacak bir liman olarak öngörülmüştü

Filistin’de büyük oranda Yahudiler de yaşıyordu

Her iki ülkenin sınır bölgesindeki Beka Vadisi Şii Müslümanlara bırakılmıştı

Bölgede en büyük mezhepsel demografiye sahip Suriye’de de Sünni Müslümanlar vardı

Coğrafya da bu mezhep temelindeki ayrışmaya yardımcı oldu.

Sykes-Picot,

Fakat Sykes-Picot’un ardındaki düşünceler uygulamaya dönüşmedi. Yani yeni yaratılan sınırlar, sahadaki mevcut mezhepsel, aşiretler veya etnik ayrımlarda karşılığını bulmadı.

Bu farkların üzeri, ilk olarak Arapların Avrupalı güçleri bölgeden çıkarma mücadelelerinde, daha sonra da Arap milliyetçiliği dalgasını bölgeden süpürürken örtüldü.

1950’lerin sonundan, 1970’lerin sonuna doğru, özellikle Mısır’da Cemal Abdül Nasır’ın en parlak döneminde (1956’daki Süveyş Krizinden 1960’ların sonuna kadar) Arap milliyetçiliği, birleşik bir Arap dünyasının, halklar arasındaki sosyo-demografik farklılıkları hafifleteceği fikrine çok büyük bir ivme kazandırdı.

Arap dünyasının güçlü liderleri, Levant’ta Hafız Esad ve Saddam Hüseyin, Kuzey Afrika’da da Albay Muammer Kaddafi gibi, 1980’li ve 1990’lı yıllarda farklılıkları, sıklıkla gaddarlık ve zulümle bastırdı.

Fakat bu farklılıkların tırmandırdığı gerilimler ve hırslar ne kayboldu, ne de hafifledi.

Bu ülkelerde, ilk başta güçlü liderlerin yok olması, daha sonra da bazı Arap cumhuriyetlerinin, küçük grupların ekonomik çıkarları tarafından kontrol edilen kalıtımsal derebeyliklerine dönüşmesi ve son olarak da 2011’deki isyanlarla eski ihtilaflar, hayal kırıklıkları ve yıllar boyunca gizlenen umutlar tekrar gün yüzüne çıktı.

Kimlik sorunu

Sykes-Picot,

Sanayileşmedeki büyük ilerlemelere rağmen, üst orta sınıf ve toplumun geri kalan geniş kesimi arasındaki eşitsizlik devam etti.

Arap milliyetçiliğinin güçlü liderleri, toplumun büyük desteğiyle beraber, farklı bir (sosyalist ve zaman zaman militarist) anlayışı savundu. Ama bu, sivil ve siyasi özgürlüklerin yitirilmesini de beraberinde getirdi.

Son kırk yılda Arap dünyası, toplumsal dokusundaki zıtlıklarla mücadelede ulusal bir proje sunamadı veya ciddi bir girişimde bulunamadı.

Devlet yapısı patlamaya hazır haldeydi ve tetiği çeken de demografik yapının değişmesi oldu.

Sykes-Picot,

Orta Doğu’nun yaşadığı bu mevcut değişim, daha iyi bir gelecek arayan yeni bir kuşağa ve bölgeyi seneler boyu büyük bir kaosun içine sürükleyebilecek bir tehlikeye de işaret ediyor.

Mısırlı yazar Tarık Osman’ın bu yazısı, 14 Aralık 2013’te BBC Radio 4 için hazırladığı ‘Modern Arap Dünyası’nın oluşumu’ adlı belgeselden derlenmiştir.