Paris’in Yanı Başındaki Ayrı Dünyaların İnsanları

Ülkeler
Sıra sıra yiyeceklerin satıldığı tezgâhlar ve yükselen Arap müzikleriyle bu pazar yeri daha çok Kuzey Afrika’daki pazarlara benziyor. Buradayken, gelecek ayki Fransa cumhurbaşkanlığı seçim...
EMOJİLE

Sıra sıra yiyeceklerin satıldığı tezgâhlar ve yükselen Arap müzikleriyle bu pazar yeri daha çok Kuzey Afrika’daki pazarlara benziyor.

Buradayken, gelecek ayki Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi, adeta dünyalar kadar uzaktaymış gibi geliyor. CD satıcısı Rabbah, "Kimsenin buralarda kampanya yürüttüğünü görmedik." diyor.

Yöredeki sosyal görevli Laurence Ribeaucourt, Clichy-sous-Bois’da yaşayanların ülkede bir seçim yapılacağının farkında olduklarını ama olaya sanki başka bir ülkede olacakmış gibi baktıklarını söylüyor.

Banliyöde dışlanmışlık duygusu çok derin. Clichy, Fransa’nın göçmen nüfusun yaşadığı, adı çıkmış banliyölerinden biri.

2005 Ekim’inde Clichy’de iki gencin öldürülmesi ardından üç hafta süreyle ayaklanmalar patlak vermiş, Fransa’nın birçok yerindeki sosyal konut bölgelerinde yağmalamalar ve araba yakma olayları yaşanmıştı. Bu olayların üzerinden geçen 6,5 yıl sonra, Clichy sakinleri her zamanki gibi ihmal edilmiş hissediyorlar kendilerini.

Laurence Ribeaucourt (Sosyal görevli)

"Problemler o kadar büyük ki, küçücük bir kıvılcım herşeyin parlayıvermesi için yeterli."

Clichy’nin, her yanı dökülen ama yine de kalabalık alışveriş merkezinde buluştuğum 38 yaşındaki Batı Afrikalı Birama Fofana, "Kimse bizim sorunlarımızdan söz etmiyor. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, ayaklanmaların anısı hala canlıyken, herkes banliyöleri konuşuyordu. Şimdiyse kimse konuşmuyor. Unutulduk biz." diyor.

‘Yanlış yerden geliyor olmak’

Bazıları, ayaklanmaların durumu daha da kötüleştirdiği inancında.

Bir başka göçmen, Diabe Sy’ye göre, Clichy, insanların iş bulma umudunun çok az olduğu, anlamsızca şiddet eylemlerine giriştiği bir simge haline geldi. "Clichy’de oturuyorum dediğinizde, işverenler size suçlu gözüyle bakıyor." diyor.

Fransa’nın banliyölerinde gençler arasında işsizlik oranı genelde yüzde 40’ı buluyor.

2008’de Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, "Fransa’da başarılı olmanın, yaptığınız işe değil de, sosyal kökenlerinize, yaşadığınız mahalleye, adınıza veya derinizin rengine bağlı olduğu" yolundaki yaygın görüşe, öfkeli tepki göstermişti.

Ancak Sarkozy’nin beş yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında pek az şey değişti. Laurence Ribeaucourt, istihdam alanındaki ayrımcılığın hala çok büyük olduğunu vurguluyor.

Ribeaucourt, bir fırında staj olanağı buldukları öğrencinin durumunu örnek gösteriyor. Öğrenci fırına geldiğinde, fırın sahibi, gencin siyah olduğunu görür görmez kapıyı göstermiş.

Ayrımcılığın yanı sıra, banliyö sakinleri yoksulluk, uyuşturucu madde kullanımı, dağılan aileler gibi bir dizi sosyal sorunla da boğuştuğu için, ilerleme kaydedilemiyor.

Ulaştırma alanındaki eksiklikler yüzünden Clichy’den, 16 km. uzaklıktaki Paris’e ancak iki saatte gidilebiliyor. Dolayısıyla birçokları buraya hapsedilmiş hissediyor kendisini.

Ribeaucourt, "Durum biraz 2005 isyanları öncesini andırıyor. Problemler o kadar büyük ki, küçücük bir kıvılcım herşeyin parlayıvermesi için yeterli." diyor.

Aynı hamam aynı tas

Hakça davranmak gerekirse, bölge tamamen de ihmal edilmedi Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı sırasında. Clichy ve komşusu Montfermeil’i çevreleyen konut projelerine 380 milyar euro tutarında yenileme yatırımı yapılmakta. 1960’ların sıkıcı apartmanlarının yerini renkli, alçak binalar alıyor.

Ocak ayında da İçişleri Bakanı Claude Gueant, Clichy-Montfermeil bölgesini kapsayan yeni emniyet binasının açılışını yaptı. Suç oranının çok yüksek olduğu, polisin gitmeye cesaret ya da aldırış etmediği bu bölgenin sakinlerinin nicedir talep ettiklerini birşeydi bu…

Ama bu gelişmeler, büyük bir değişim yaratacak gibi görünmüyor. Parlak yeni binaların yanı başında eski yüksek apartman bloklarının birçoğu bomboş duruyor öyle.

İsyancılara karşı çelik duvarlarla korunan bir kale izlenimi yaratan yeni emniyet binası, Clichy-Montfermeil’e daha da gerçeküstü bir hava katıyor.

Pazardaki satıcılardan Jean-Pierre Marchand, "Görüntü değişiyor belki ama, sorunlar aynen duruyor." diyor.

25 yaşındaki Cezayirli göçmen Linda’nın durumu bir diğer örnek. Şimdi yeni binada oturuyor. 18 ay önce yaşadıkları köhne apartmanın tersine, burada asansör çalışıyor, ama verilen daire pahalı ve aile için küçük. Annesi, babası, kocası, 7 aylık oğlu, kızkardeşi ve genç yeğeniyle yaşıyor burada. Tüm ailenin tek geliri Linda’nın babasının aldığı maluliyet maaşı…

Çalışma izni olmadığı için iş bulamıyor Linda. Geçici oturma izni yakında sona erecek olan kocası Muhammed de aynı nedenle işsiz. Oğulları Fransa’da doğmuş olmasına rağmen bebeğe Fransız vatandaşlığı verilmemiş.

"Hepimizin en önemli derdi resmi belgeler." diyor Muhammed. Bölgede güvenlik önlemlerinin artırılmasına da pek aldırış etmiyor. İşgüzar polisin kendisi gibi genç erkekleri daha çok durdurup, sorguya çektiğini anlatıyor.

 Her ikisi de, göç ve göçmenler konusundaki tavrını giderek sertleştiren Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye düşmanlık duyuyor.

"Sarkozy bizi sevmiyor." diyor Linda. "O zenginlerin yanında, fakirlerin değil. Verdiği sözlere rağmen hiçbir şeyi değiştirmedi. Herşeyi daha da kötüleştirdi." diye sürdürüyor.

Sığır eti ve İslamiyet

Bu tür duygular, Sarkozy’nin 2005’te İçişleri Bakanı’yken, "sosyal konutları yoğun tazyikli hortumla temizleyeceğim" dediğinin hala unutulmadığı banliyölerde yaygın.

Ama buralarda ortanın solundaki aday François Hollande’a da fazla bir ilgi ve destek görülmüyor.

Gençlerle çalışan ve Montfermeil belediyesinde görev yapan Ahmed Hadef, Sosyalistlerin ağırlıkta olduğu Senato’nun yakınlarda, baş örtüsü ve türban da dahil dini simgeleri çocuk yuvalarında yasakladığını; hatta evde başkalarının çocuklarına bakan ve devletten para alan kadınların bile başlarını örtmelerine izin verilmeyeceğini hatırlatıyor.

Ahmed Hadef, İslamiyete saldırıda bulunmayan tek aday diye nitelediği, Avrupa Birliği’ne kuşkulu bakan ve Fransız siyasetinin ana akımında yer almayan Nicolas Dupont d’Aignan’a oy vermeyi düşündüğünü söylüyor.

Bu yılki cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyalarında İslamiyetle ilişkili konular öne çıktı. Üzerinde etiket bulunmayan ‘helâl’ etlerin aslında yaygın şekilde kullanıldığı öne sürüldü.

Bu, Fransa’daki birçok Müslümanı çok kızdırdı. Montfermeil Müslüman Kültür Derneği’nin başkanı Amar Brahmi, özellike Fransa gibi lâik bir ülkede, dinin, siyasetin dışında bırakılması gerektiğini savunuyor; Müslümanların da Fransız olduğunu ve helâl et konusunun gündeme getirilmesiyle, seçimde oy toplamak uğruna, ulusun bir bölümünün dışlandığını kaydediyor.

Müslümanların ulustan ayrı bir toplum oluşturduğu kaygıları, sadece oy peşindeki politikacıların söylemi değil. Geçen Ekim’de İslam uzmanı Gilles Keppel, ki kendisine bağlı araştırma ekibi Clichy ve Montfermeil’da bir yıl süreyle araştırma yürütmüştü – banliyölerde "Müslüman kimliğinin yoğunlaştığı ve bu toplulukların, kendilerini ihmal eden Fransız toplumundan giderek daha fazla koptukları" saptamasını yapmıştı.

Keppel raporu toplumda tartışma yarattı. Ancak 2012 seçimlerindeki cumhurbaşkanı adayları ile Clichy sakinleri arasındaki karşılıklı umursamazlık havası, rapordaki bazı bulguları doğrular nitelikte.

20 yıldır bölgede yaşayan, çalışan sosyal görevli Laurence Ribeaucourt, yaşanan durumu "Ayrı dünyaların insanlarıyız" sözcükleriyle özetliyor..

BBC Türkçe