Amerika’da Donald Trump’ın başkan olması ile siyasette çok önemli değişimler yaşandı ve daha büyük değişikliklerin vuku bulacağı öngörülüyor. The Intercept’ten Glenn Greenwald, son makalesinde Demokrat Partililerle ittifaklarının Trump’ın başkan olmasıyla hızlandığını belirterek bu ittifakı değerlendirdi. Mustafa Doğan, söz konusu makaleyi Haberiyat için tercüme etti.
ABD SİYASETİNDE ÖNEMLİ İTTİFAK
Amerikan iç siyasetinin en az tartışılan maddelerinden birisi Demokrat Parti ile ülkenin en radikal ve en itibarsız neocon’larıyla (yeni muhafazakarlar) tekrar birlik olmaları. Neocon’ların nefret ettikleri Donald Trump’ın iktidara gelişi, bu ittifakı hızlandırsa da bu gelişmenin daha da eskiye giden bir evveliyatı var. Bu ittifaka zemin hazırlayan ise müşterek görüşlerden çok Trump düşmanlığı.
Bu ittifakın en canlı ispatı ise kendilerine “Demokrasiyi Kollama İttifakı” (Alliance for Securing Democracy) adını veren ve Rusya ile diğer ABD düşmanlarına karşı daha şedit bir politika yanlısı olan yeni bir grup. Grup kendini “bi-partizan”, yani hem Demokrat Parti’ye hem de Cumhuriyetçi Parti’ye eşit mesafede olan bir transatlantik teşebbüsü olarak tanıtırken Amerikan demokrasisine zarar verici faaliyetler içinde olan Rusya ile diğer devletlere karşı ülkeleri adına savunma ve caydırma amaçlı, etraflı stratejiler geliştireceğini beyan ediyor. Grubun bir diğer vaadi de Vladimir Putin’in, Amerikan ve Avrupa demokrasilerine karşı yıkıcı faaliyetlerini de ifşa etmek.
Aslında bu bir nevi, Demokrat Partili ana akım dış politika yetkilileriyle dünyanın en militan ve en militarist neocon’larının evliliği.
Grubun başında demokrat Laura Rosenberg ile Cumhuriyetçi Jamie Fly bulunuyor. Rosenberg daha önce Barack Obama’nın iki ulusal güvenlik yetkilisinin özel kalemliğini yaparken, 2016 Başkanlık Seçimleri kampanyasında ise Hillary Clinton’un dış politika müşavirliğini yaptı. Fly ise son dört yılını Senato’nun en militan mensuplarından olan Marco Rubio’nun iç ve dış güvenlik danışmanı olarak geçirirken George Bush hükümeti zamanında da Pentagon ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nde (National Security Council) farklı sıfatlarla çalışmıştı.
Bilhassa Fly’ın neocon geçmişi etkileyici. Obama’nın başkanlık yıllarında, “Weekly Standard” dergisi için Obama’nın Irak ve terör örgütlerine karşı güttüğü politikayı eleştiren onlarca makale kalame almış; askeri güç kullanmayı reddetmesi sebebiyle sabık başkana “dünyaya yakışmayan bir ABD Başkanı” yakıştırmasında bulunmuştu (Kaldı ki o Obama, başkanlığı esnasında yedi Müslüman ülkeyi bombalatmıştı. Sırf 2016 yılında ABD bir günde ortalama 72 bomba fırlattı.)
Demokratların yeni partneri Jamie Fly, 2010 yılını ise Bill Kristol ile beraber İran’a savaş açılması tavsiyelerinde bulunarak geçirdi. Weekly Standard dergisinde Kristol ile birlikte kaleme aldıkları bir makalede Fly, İran’ın nükleer programını engellemenin tek yolunun kaba kuvvet olduğunu savunarak şunu ifade etmişti: “İran’ın nükleer programını durdurulması adına Kongre’nin ABD ordusunu yetkilendiren tezkereyi geçirmesinin vakti gelmiştir.”
Kristol-Fly ikilisi, “İran meselesini diplomatik yollarla çözmeyi saplantı haline getirmekle” itham ettikleri Obama ve Bush devri yetkililerini de sık sık tiye aldılar. 2012’de Kongre’ye olan “İran tezkeresi” çağrılarını yinelediler.
Marco Rubio’nun dış politika danışmanı olmasının yanında Fly, Kristol ve diğer önde gelen neocon’lar Robert Kagan ve Dan Senor’la beraber kurdukları “Dış Politika İnisiyatifi”nin de (The Foreign Policy Initiative) direktörüydü. İnisiyatif, bildik neocon propagandalarını tekrarlayıp daha güçlü bir Amerika talep ediyordu.
Yukarıda bahsettiğimiz bu yeni teşekkül eden gruba gelirsek, demokratların en radikal neocon’larla giriştiği bu yeni ittifak, grubun lider kadrosundan çok danışman kadrosunda tecessüm ediyor. Demokratların bayraktar dış politika uzmanları ile ülkenin en radikal neocon’ları bir arada: Demokratlar safında Jake Sullivan (Joe Biden ve seçim kampanyasında Hillary Clinton’un ulusal güvenlik danışmanı), Michael Morrell (Obama’nın iki kez vekaleten atadığı CIA direktörü) ve Michael Mcfaull (Obama’nın Rusya büyükelçisi) yer alırken, neocon’lar tarafında ise Mike Chertoff (Bush’un iç güvenlik sekreteri), Michael Rogers (şimdilerde aşırı sağ yayınlar yapan bir radyo programının sunucusu, aşırı sağcı eski Kongre vekili) ve Bill Kristol.
Hasılı, nasıl ki Soğuk Savaş zamanı bazı neocon’lar kritik dış politika meselelerinde Demokrat Parti’nin “Soğuk Savaşçıları” (Cold Warriors) ile beraber hareket ettilerse bugün de Demokrat Parti’nin dış politika guruları ile Irak Savaşı fiyaskosundan hiçbir ibret almamış olan Bush devri neocon’ları arasında su sızmıyor.
Demokratlar bu birlikteliği, Trump’ı durdurma hedefi uğrunda “pragmatik” ve “geçici” bir evlilik olarak meşrulaştırıyor. Fakat bu hiç de ikna edici bir bahane değil. Bu demokrat-neoconların tekrar aynı zeminde buluşması, Donald Trump’ın başkan olmasından çok daha öncesine dayanıyor. Bu ittifakın altında, mevcut başkanla alakası çok az olan bir dizi müşterek perspektif, hedef ve politika yatıyor.
Cumhuriyetçi Parti içinde Trump’a en erken muhalefet eden unsurlar neocon’lardı, burası doğru. Zira Trump’ı, kendi doğruları önünde ideolojik bir tehdit olarak görmüşlerdi (Trump’ın İsrail-Filistin meselesinde ABD’nin tarafsızlığını savunması veya Irak ve Libya’daki savaşlara karşı çıkması, neocon’ları rahatsız etti.) Ayrıca Trump’ın kaba ve saldırgan mizacının ABD’yi dünyada küçük düşüreceğinden ve haliyle Amerikan emperyalizmi için gereken “yumuşak güç” (soft power) imajını zedeleyeceğinden endişe ettiler. Şayet daha evvel de hep olduğu gibi Trump neocon hizasına çekilecek olsa bile acemiliği ve dengesizliği, kendi ajandalarına bir tehdit teşkil ediyordu.
Ancak Demokratlar ve neocon’ların Trump’a antipatiyle bakmaktan daha fazla ortak yanı var. Özellikle Hillary Clinton Demokrat Parti’nin vitrin yüzü olunca, ABD’nin dünya siyasetindeki rolüne dair aynı fikirlerde birleşmeye başladılar. Yani tekrarlamak gerekirse bu sadece Trump aleyhtarlığı etrafında birleşenlerin teşkil ettiği bir ittifaktan daha fazlası.
Öyle ki 2014 yazında, yani Trump’ın başkanlığa aday olma niyetini açık etmesinden bir sene önce, yıllardır neocon’lar üzerine yazan Jacob Heilbrunn, New York Times’ta “neocon’lar beklediğimizden daha da küstah bir işe soyunabilirler: Amerikan dış politikasının dümenine geçme umuduyla 2016’daki başkanlık seçiminde yarışması beklenen Hillary Clinton’la ittifak yapabilirler.”
Neocon’ların demokratlara dair en çok takdir ettiği hususa, yani Demokrat Parti’nin Soğuk Savaş zamanı saldırganlığına (Harry S. Truman’dan, John F. Kennedy’e; Lyndon B. Johnson’dan Scoop Jackson’a) dikkati çeken Heilbrunn, dış işleri bakanlığı döneminde Hillary Clinton’a övgüler yağdırıp iş birliği arayışında olan neocon’ları belgeliyordu. Heilbrunn, neocon’lar ile devletçi demokratlar (establishment democrats) arasındaki doğal ideolojik yakınlığı şöyle açıklamıştı: “Bu mevzuubahis neocon’ların Clinton’a yanaşması boşa değil: Clinton, Irak işgali lehinde görüş bildirdi, Suriyeli muhaliflere silah gönderilmesini destekledi; Vladimir Putin’i Adolf Hitler’e benzetti. Dahası İsrail’i kalpten destekliyor ve demokrasinin misyonerliğini yapıyor.”
Malum ittifakın Trump’tan çok önce başladığına bir başka delil ise Bush hükümeti yıllarında Dick Cheney’in bir numaralı dış politika müşaviri olan Victoria Nuland. Neocon’ların ağa babalarından Robert Kagan’la evli olan Nuland, daha sonra Obama hükümetinde Dış İşleri Bakanlığı’na girip ardından Clinton’un seçim kampanyasının dış politika baş danışmanı oldu.
Bazı cumhuriyetçi çevrelerde savaş karşıtlığını yükselmesiyle beraber neocon’lar Demokrat Parti ile tekrar iş birliğine gitmelerinin daha iyi olacağına karar verdiler. Matt Duss, neocon zihniyetinin Cumhuriyetçi Parti içinde çekiş gücünü nasıl kaybettiğine dair Mart 2016’da “Nation” dergisinde şunları yazacaktı:
“Bir diğer ihtimal ise neocon’ların, 1970’lerde Vietnam Savaşı’ndan dolayı esen işgal karşıtı hava sebebiyle ayrıldıkları Demokrat Parti’ye iltica etmeleridir. Zaten en başta kendilerine “neo” ibaresi verilmesi de bundan sonra olmuştu. James Carden’in de geçenlerde belirttiği gibi bazı tanınmış neocon’lar Hillary Clinton’un seçim kampanyasına katılmaya başladılar bile. Fakat mesele şu ki doğru düzgün bir tabanı olmadığı anlaşılan ve seçmen kitlesi düşüne kuruluşlarını ve gazetecileri finanse eden bir avuç bağışçıdan ibaret olan neocon’ları demokratlar ne diye geri istesin ki?” Neocon’lar Demokrat Parti’ye geri dönüyor olabilirler ama dönüşleri pek de sancısız olmayacak gibi.
Neocon’ların uzun yıllardan beri seslendirdikleri başlıca iddialardan biri Rusya ve Putin’in Batı’ya büyük bir tehdit arz ettiği ve Obama’nın da bu tehdide karşı koyamayacak kadar zayıf ve nazik olduğu şeklindeydi. Obama başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden beri “Weekly Standard”, Obama’nın Moskova’nın teşkil ettiği tehdidi anlamaktan ve gereğince mukabele etmekten aciz olduğu yolunda ikazlar yapan yayınlar yaptı. Neocon’lar, Ukrayna’dan Suriye’ye kadar kendini Putin’e ezdirdiği gerekçesiyle Obama’ya sürekli saldırdılar.
Rusya hususunda pasif davranması ve Putin’e karşı da cılız kalması Marco Rubio ve John McCain gibi radikal cumhuriyetçi senatörlerin Obama’ya hücum ederken sığındıkları en büyük kozdu. “National Review” dergisine Eylül 2015’te kaleme aldığı makalesinde Putin’in birden fazla yerde saldırganca hareket ettiği ikazında bulunan Rubio, buna rağmen Obama’nın Putin’in hedeflerinin farkına varamadığını yazdı. Rubio, Obama’nın Putin’e karşılık verememiş olmasının tüm Batı dünyasını tehlikeye attığını da ekliyordu.
2015’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Putin’le görüştüğü için önde gelen cumhuriyetçiler Obama’yı adeta çarmıha gerdi. Rubio, böyle yaparak “Obama’nın Putin’in elini güçlendirdiğini” söyledi. McCain ise bir basın açıklaması yayınlayıp Rus diktatörüyle görüştüğü ve bileğini bükemediği için Obama’yı yerden yere vurdu.
Aslında 2012’de de Mitt Romney sık sık Obama’yı Putin’e karşı yeterince sert olmamakla eleştiriyordu.
2016 seçim kampanyası boyunca bile McCain ve Rubio, Rus kaynaklı siber saldırıları yeterince ciddiye almayıp misilleme yapmamakla itham etti. Neocon’lar, bazılarına göre 2008’deki Gürcistan’la savaşa girmesinden sonra (ki o esnada neocon’ların pek sevdiği Bush başkandı) ama aslında ondan da öncesinden başlayarak Rusya’yı bir saplantı haline getirdi.
Dolayısıyla, demokratlar Putin ve Rusya temasını önce 2016 seçim kampanyalarına, şimdilerde de Trump’a olan muhalefetlerine taşımaya karar verdiklerinde neocon’lar onların doğal ideolojik müttefiki oluverdi.
Şu aralar demokratların Rusya ve Putin hakkında seslendirdikleri şarkının sözlerini ve ona eşlik edecek retoriği neocon’lar seneler önce yazmışlardı: Moskova’yla iyi münasebetler yeğleyen herkesi Putin’in yardakçısı olarak karalama neocon’ların yıllardır sürdürdükleri bir adet.
Şu da var ki bu yeni demokrat-neocon evliliği müşterek bir düşmanı al aşağı etmekten daha fazlasını ihtiva ediyor. Bu yeni birliktelik gücünü, dış politikada envai çeşitlilikteki probleme dair sağlanan ideolojik mutabakattan alıyor (İsrail, Suriye, Basra Körfezi, Ukrayna ve Rusya gibi.) Ve bu iki taraf arasındaki küçük farklılıklar (İran nükleer anlaşması, Irak’ı işgalin haklılığı, işkencenin meşruiyeti gibi) bugünün mahsulü olmaktan daha ziyade eski atışmaların kalıntıları. İki taraf da ortak bir davada buluştu çünkü dış politikaya bakışları hemen hemen aynı.
Bu ittifakın çok girift ve uzun vadeli neticeleri olacaktır. Hem ABD’ye hem de dünyaya en büyük zarar veren grup uzak ara neocon’lar oldu. Irak işgalinin ve o işgale eşlik eden yalanların, işkencenin dünya çapında müesses hale getirilmesinin ve bunlara ses çıkarmanın vatana ihanetle aynı kefeye konmasının mimarları neocon’lardı.
Bush rejiminin gün geçtikçe itibarsızlaşıp nihayete ermesiyle bu savaş aşığı neocon’lar da Amerikan siyasetinde marjinalize oldular.
Demokratların onlara yeniden kucak açıp ittifaka girişmesi ve itibarlarını ihya edip eski güç ve nüfuzlarını iade etmesi sayesinde bu manzara tümden değişti. Demokrat Parti sancaktarlarının Bill Kristol, Mike Rogers ve Mike Chertoff gibi isimlerle iş birliğine gidip Irak’ın işgaline sebep olanlarla güçlerini birleştirmesinin Trump’ın başkanlığının sonuna kadar gündemde kalacak yansımaları olacaktır.
2002 ve 2003 yıllarında Başkan George W. Bush’un Irak ve terör hakkındaki saldırgan, düşmanca ve aldatıcı konuşmalarını hazırlayan; son yıllarda Filistinliler, Müslümanlar ve göçmenler hakkındaki en hastalıklı söylemlerin mimarı olan David Frum’un halihazırda demokrat çevrelerde en sevilen ve görüşüne en çok danışılan isim olması belki de Demokrat Parti’nin mevcut duruşunu en iyi anlatacak husustur.
Elbette belli bir mevzu hakkında farklı partilerden veya ideolojilerden insanların aynı zeminde buluşmasında yanlış bir şey yok. Hatta bu teşvik edilecek bir şeydir. Lakin gördüklerimiz o kadar da masum değil.
Peki gördüklerimiz neler? Demokratların önde gelen dış politika erbapları, Amerikan dış politikasını yeniden şekillendirip daha saldırgan, daha savaşçı ve militarist bir mahiyet kazandırmak üzere dünyanın en berbat neocon’larıyla iş tutuyorlar.
Analizin devamını okumak için tıklayınız.