İşkencenin kaldırılması ve yasaklanmasına yönelik girişimler ile 1848’de Fransa’da köleliğin kaldırılması, günümüze dek insan haklarının evrimindeki en büyük atılımlar olarak kabul edilir.
Ancak özgürlük ilhamı olan Avrupa kıtasında kölelik defterinin hiç kapanmadığı ayan beyan ortada. Çünkü çoğunluğunu Afrika’nın ve Asya’nın yoksul ülkelerinden göç edenlerin oluşturduğu "yasal prosedürün dışında yaşayan kâğıtsızların" durumu tam olarak köleliğin modern zamana uyarlanmasına tekabül ediyor. İnsan kaçakçılığı, çocuklara yönelik cinsel taciz ve seks köleliği gibi modern dünyanın bugün yaşanan temel sorunları, belki pek çok Avrupalı için yok saydığı, hep kendilerinden uzakta bir yerlerde olduğunu düşündüğü sorunlar. Ancak Avrupa ülkelerinin birçoğunda gizli de olsa bu tip istismar ve sömürülere dayalı kölelik hâlâ yaşanıyor.
Köleliğin tarihin tozlu raflarında kalmadığını, zengin ülkelere borçları nedeniyle kukla haline gelen yoksul ülkelerde yaşayan ve günlük 1 doların altında kazancı olan bireylere bakarak anlamak biraz zor. Zira yoksul ülkelere yatırım maskesi altındaki bu emek sömürüsü artık küresel ekonomik düzenin temel gerçeklerinden biri haline geldi ve bu durumda çalışan işçiler sınırlı da olsa bazı haklara sahipler. Ben hukuki silahlarla hayatları ipotek altına alınmış insanlardan bahsediyorum. Yani gerçek kölelerden. Şiddetle ya da borç batağıyla köleleştirilmiş bu insanların hiçbir hakları, yasal destek alabilecekleri merciler, kendilerine açık destek veren kuruluşlar ve arkalarında duran tek bir uluslararası güç yok.
Utanç verici bir gerçek de şu ki yasal düzenlemeler, adı konmamış biçimde köleliği meşrulaştırıyor. Omuzlarında "kaçak" olarak yaftalanmış ağır bir yükle, ayrımcılıklara, sömürüye, istismara katlanarak yaşamaya çabalayan bu insanların eğitim imkânlarını bırakın, sağlık hizmetlerinden yararlanmaları dahi yasak. Hasta olmak gibi yaşlanmak da onlara lüks. Üstüne üstlük seslerinin hiç çıkmaması da gerekiyor. Çünkü bir de sınır dışı edilme tehlikesi var ki işte bu endişe nedeniyle kader, bu insanlar için ağlarını daha da acımasızca örüyor. Bundan ötürü haklarını arayabilmeleri mümkün değil. Bir anlamda bağımlı oldukları insan kaçakçıları tarafından bu insanlar, Avrupa ülkelerinde seks endüstrisi, hizmet sektörü, inşaat ve özel ev işlerinde zorla çalıştırılıp istismar edilmeye, her gün daha çok ezilmeye mahkûm haldeler. Berlin’de 1 Euro’ya kahve bile içilemezken bu ücret karşılığında 18 saat çalışmak zorunda kalan Etiyopyalı, Zürih’in dondurucu soğuğunda modern plazalar çevresinde çöp toplayan Sri Lankalı, Paris’te toplama kamplarından farksız 100 metrekarelik evlerde 20’şer kişi kalan Kamerunlu modern kölelerin sayısı hiç de az değil. Üzerlerine doğrultulan hukuki bir silah olan "sınır dışı tehdidi" sürdükçe de modern çağın köleleri olarak yaşayan bu insanlar insan ticareti ve zorla çalıştırma deyince de akla gelen ilk kesim olmaya devam edecekler.
Köle işgücü çalıştırma hastalığı
Avrupa İşbirliği ve Güvenlik Örgütü (OSCE)’nün raporları Avrupa ülkelerinde köle işgücü çalıştırma eğiliminin bir hastalık gibi yayıldığını ortaya koyuyor. Bununla birlikte artan bu talep insan kaçakçılığı ve insan ticaretinin alabildiğince büyümesine ve profesyonelleşmesine de neden olmuş durumda. Zira Avrupa ülkelerinin karşı karşıya kaldıkları ekonomik krizlerin yol açtığı göçten duyulan hoşnutsuzluğu sınırlarına yasal olarak erişimi zorlaştırarak bastırmaya çalışması yasa dışı göçü zorunlu kılmıştır. İşte bu durum, ülkelerinden ayrılarak Batı’ya göç etmek zorunda kalanlar için tam bir felaket halini aldı. Bu felaketi fırsata çeviren insan kaçakçılarının kandırarak getirdikleri umut yolcularını kendilerine bağımlı hale getirmesiyle de sömürü ve istismara dayalı utanç verici bir kölelik sistemi kurulmuş oluyor.
Avrupa’da yaşanan köleliğin modern tezahürünün boyutlarını görebilmek ve insanların nasıl acımasızca sömürüldüğünü anlayabilmek için Sri Lankalı hizmetçi Somalatha’nın 2006 yılında ortaya çıkan hikâyesini anımsamak yeterli. Bu trajik hikâye İngiltere’de geçiyor. 29 yaşındaki Somalatha, çaresizlik ve yokluk nedeniyle ülkesinden kaçmak zorunda kalmış bir umut yolcusu. Hep güzel bir dünyada yeni bir hayata başlayacağı hayali kursa da bu düş İngiltere’ye geldiğinde yerini hayal kırıklığına bırakır. Acımasız bir toplumda tek başına ayakta durmak zorundadır. Onun köleliği benzer öykülerden farksız. İstemediği bir işte günde 18 saat çalışıyor, haftalık ya da aylık hiçbir gün izni yok. Bunun karşılığında aylık kazancı ise 200 sterlinden daha az. Yemeğini yanında çalıştığı aileyle aynı masada yemesine izin verilmediği gibi kalırsa artanlarla, kalmazsa da sadece patates ve soğanla karnını doyurabilmiş. Yıllarca kaderinin değişeceğini bekleyen Somalatha’nın İngiltere’de onun gibi zor koşullarda yaşamak zorunda bırakılan göçmenlere yardım etmek amacıyla kurulan Kalayaan adlı sivil toplum kuruluşunca kurtarılana dek yaşadığı psikolojik taciz ve fiziksel işkence de cabası.
Araştırmalar, Avrupa kıtasında Soma-latha’nınki gibi koşullarda yaşayan kadınların sayısının her geçen gün arttığını ortaya koyuyor. Çoğalan istismarların boyutu dişilleşen bir kölelik olgusuna işaret ediyor. Modern kölelikte kadınların sömürülmesi, altı defalarca çizilmesi gereken bir sorun. Zira yoksul ve ezilen kadınlar ‘kölelerin kölesi’ konumunda. Kadınlar gibi çocuklar da modern köle pazarının önemli bir kısmını oluşturuyor. Uluslararası Çalışma Örgütü, yarısı kadın ve çocuk olmak üzere dünyada 12,3 milyon insanın zorla çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Modern köle dairesinin içine girebilecek insan sayısının ise 30 milyona yaklaştığı tahmin edilmektedir. Tabiî ki çoğu da gelişmiş ülkelerde.
Kısacası, Avrupa’nın birçok ülkesinde üçüncü dünya ülkelerinden gelerek çok düşük ücretle çok zor şartlarda çalışan insanların varlığı köleliğin göçmen, kaçak işçi, kâğıtsız yabancı, sığınmacı şeklinde isim değişerek sistem içindeki varlığını koruduğunu hatta desteklendiğini gösteriyor. Modern kölelerin varlığı çoğu kişi için Avrupa’nın öteki yüzü. Birçok kişi için de gerçek yüzü. Bugün kaldırılışının üzerinden 200 yıl geçmesi kutlanıyorsa da kölelik, Avrupa kıtası için geçmişten kalan bir miras. Günümüzde kölelik sadece zincirlerinden boşaldı. Köleliğin insanları cinsiyet, sınıf ve din temelinde farklılaştırmasından ötürü ayrılık sorunu Avrupa kıtasında gün geçtikçe derinleşiyor. Avrupa’da modern köle olarak yaşamak zorunda kalan göçmenlerin durumunu gördükçe kıtanın günümüzün demokrasi beşiği mi, modern dünyanın bir bataklığı mı olduğu sorusu sıkça akla geliyor. Şunu kabul etmek gerekir ki, modern kölelik bize hiç de uzak bir sorun değil. En azından Amin Maalouf’un dediği gibi: Kaderimiz bir.
Zaman