Amerika’nın ‘kayıp ruhları’

Ülkeler
Boş vaatlerle geçen 150 yılın ardından, Güney Dakota’daki Pine Ridge Rezervasyonu’nda yaşayan Oglala Lakota halkı kabile geleneklerini, dil ve inançlarını yaşatmayı sürdürüyor. Az rastlanı...
EMOJİLE

Boş vaatlerle geçen 150 yılın ardından, Güney Dakota’daki Pine Ridge Rezervasyonu’nda yaşayan Oglala Lakota halkı kabile geleneklerini, dil ve inançlarını yaşatmayı sürdürüyor. Az rastlanır bu samimi portre, güçlükler karşısında gösterdikleri direnci gözler önüne seriyor.

Ruhlarla girdikleri yoğun bağlantılardan sonra katılımcılar, buharlı bir inipi,  yani arınma (ter) odasından çıkıyor. Bu seremoni American Horse’un torunlarından Rick Two Dogs (İki Köpek) tarafından gerçekleştirilmişti.

Boş vaatlerle geçen 150 yılın ardından, Güney Dakota’daki Pine Ridge  Rezervasyonu’nda yaşayan Oglala Lakota halkı kabile geleneklerini, dil ve inançlarını yaşatmayı sürdürüyor. Az rastlanır bu samimi portre, güçlükler karşısında gösterdikleri direnci gözler önüne seriyor.

Auschwitz,   Robben Adası, Nanjing… Tarihteki hemen her kıyımın coğrafi anlamda sembolik bir merkezi, yaşanan travmaya adını veren bir yer var: ABD’de, Pine Ridge Yerli Rezervasyonu’nda yaşayan Oglala Lakotaları için bu yer, Pine Ridge kasabasının 25 kilometre kuzeydoğusunda, Wounded Knee Deresi yakınlarında bir tepe.

 

 

 

 

 

 

Uzaktan bakıldığında hiçbir özelliği yok bu tepenin. Daha birçok tepeciğin inişli çıkışlı yükseltileriyle uzayıp giden devasa bir otlakta, üzerinde tek tük ağaç olan bir başka tümsek, o kadar. Ancak burada, yüzyılı aşkın bir süre önce bir kış sabahında öldürülenlerin toplu mezarı olan bu yerde, akıl sınırlarını zorlayan vahşet –ve sonrasında da kutsal sevgi– eylemlerine tanıklık eden bu tepede, spiritüel bazı güçlerin ve burada yaşamını yitirenlerin ruhlarının sonsuza dek havada asılı kaldığına inanmak hiç de zor değil.

Oglala Lakota eylemcisi olan, 60 yaşındaki Alex White Plume (Beyaz Tüy), Wounded Knee Deresi yakınlarındaki 800 hektarlık bir çiftlikte ailesi ve akrabalarıyla birlikte yaşıyor. Ağustos ayı başlarında, sıcak ve oldukça nemli bir günde Beyaz Tüy’le görüşmek üzere yola çıkıyorum…

ABD ile Siyular arasında yapılan –ve çiğnenen– antlaşmalardan söz ediyoruz onunla. Konuşma, Oglalaların axis mundi, yani kutsal dünyalarının merkezi olarak kabul ettikleri Black Hills üzerine bir söyleşiye dönüşüyor doğal olarak.

Üç yaşındaki C.J. Shot kap kacak arasında banyo yapıyor. Oglala halkının tiospaye (geniş aile birliği) anlayışı, rezervasyondaki konut azlığının da etkisiyle evlerin çoğunun fazla kalabalıklaşmasını getiriyor beraberinde.

1868’deki Laramie Antlaşması ile bu dağların Siyulara ait olduğu garantilenmişti. Ancak 1874’te burada altın bulunması ve altın arayıcılarının bölgeye akın etmesinin ardından ABD hükümeti araziye el koydu. Bu gasp eyleminin meşru olmadığından hareketle Siyular, yüzyıldan uzun bir süre boyunca buna karşı durdular. 30 Haziran 1980’de, ABD hükümeti ile Siyu Yerli Ulusu’nun karşı karşıya geldiği davada, ABD Yüksek Mahkemesi, arazinin 1877’deki değeri olan 17,5 milyon ve 103 yıllık faizle birlikte 106 milyon dolara ulaşan bir tazminat ödenmesi kararı aldı. Ancak Siyular Black Hills’in ne bugün ne de gelecekte satılık olduğu gerekçesiyle bu parayı reddettiler.

Beyaz Tüy, Rushmore Dağı’ndaki, kasıtlı olduğu besbelli bu onur kırıcı konu üzerinde özellikle düşünmemi istiyor. “Benim halkımla yaptığı antlaşmaların hepsini bozan bir halkın liderlerinin yüzleri, bizim en kutsal alanımızdaki kayalara yontulmuş. Böyle bir şey var mı? Bildiğiniz böyle bir örnek daha var mı?”

Görkemli arazisinde ilerliyoruz. Kavak ağaçlarının sıralandığı bir derenin kıyısındaki koyu gölgeliklerin altına oturuyoruz. Üzerinde konuştuğumuz konu, rezervasyonda yaşanan ölüm biçimleri ve Oglala Lakota asıllı 15 yaşındaki bir kızın o yaz başındaki intiharı. Belki, kısmen, Oglala Lakotaların inancında zamanın, doğrusal olmak yerine dairesel başlangıç ve bitişlerle ifade edilmesi ve belki de, aralarından çoğunun soyağaçlarındaki üyeleri, dal dal, hatta en ince sürgünlere kadar biliyor olması nedeniyle, 1890 yılında Wounded Knee’de kar yığınlarının içine üst üste yığılmış bedenlerle, Temmuz 2011 başlarında Pine Ridge kasabasındaki Billy Mills Hall’a kurulmuş yerli çadırındaki açık tabutta, boynunda intihar biçimini gizleyen eşarp olmak üzere, manken kusursuzluğunda yatan Dusti Rose Jumping Eagle’ın (Zıplayan Kartal) bedeni arasında bağlantı kurmak hiç de tarihsel bir abartı gibi görünmüyor bana.

Başkan Barack Obama tarafından Aralık 2009’da imzalanan 2010 yılı savunma harcamaları yasa tasarısının sayfalarının derinliklerinde bir yerlerde, “Birleşik Devletler vatandaşları tarafından Yerli Halklara uygulanan geniş kapsamlı şiddet, kötü davranış, ihmalden dolayı tüm Yerli Halklara hitaben” şeklinde, resmi bir özür ibaresi yer alıyor. Önergede, “resmi olarak tanınmış Yerli kabileleriyle uzlaşma başlatan” eyaletler övülürken, tazminattan ya da bir zamanlar yok sayılan antlaşmalara uyulması konusundansa söz edilmiyor.

Beyaz Tüy, sardığı sigaralardan birini daha yakıyor ve duman bulutu içinden gözlerini kısarak bana bakıyor. “Beni kanlı bir katil olmaktan kurtaran şey ne oldu biliyor musunuz?” diye soruyor. “Konuştuğum dil beni kurtardı. Benim dilimde nefreti ifade etmeye olanak yok. Öyle güzel ve öyle yumuşak bir dil… Öyle barışçıl.” Ve sonra Lakota dilinde konuşmaya başlıyor Beyaz Tüy. Ağzından dökülen sözlerin yumuşaklığından kuşku yok….

Yaşadığı pek çok acıya rağmen çevresine bulaşıcı bir iyimserlik de yayan 38 yaşındaki Olowan Thunder Hawk (Gürleyen Şahin) Martinez’in, kendine örnek olarak Alex White Plume’ı alması, Beyaz Tüy olarak anılan bu adam hakkında çok şey anlatıyor aslında. Martinez, yaşamının farklı dönemlerinde bir insanı umutsuzluğa düşürecek her şeyi yaşamış. Ama aynı zamanda yok edilemez bir umudu ve sözünü sakınmayan bir cesareti var. Kendini gençlere kılavuzluk etmeye adamış bir kadın o. “Benim bir köşede sızıp kalmış sarhoş bir Yerli kadın mı olmamı isterdiniz?” diye soruyor…

Zıplayan Kartal’ın intiharını öğrendiği gece, Martinez, onun acısını hissetmiş. Sanki ölen kızın ruhu kısa bir süre için sınırlarını aşmış ve kendi bedenine girmiş. “Sürekli olarak benliğimizi, kimliğimizi yitirme tehlikesi altında yaşıyoruz. Tam anlamıyla Lakota olabilmek, tek tek hepimiz için her gün verdiğimiz bir mücadele. Bazen bu mücadeleyi kaybediyoruz, o zaman erkekler kendilerini değersiz hissetmenin acısını kadınlardan çıkarıyor, kadınlar kendilerini değersiz hissetmenin acısını kendilerinden çıkarıyor ve herkes kendini değersiz hissetmenin acısını çocuklardan çıkarıyor…”

15 yaşında intihar eden Dusti Rose Jumping Eagle (Zıplayan Kartal) anısına mumla nöbet tutuluyor. Rezervasyonda yaşayan Oglala halkı arasındaki intihar oranı tüm ABD’deki oranın üç katını aşıyor.

Bunları bir akşamüzeri, Martinez ile evinden çok da uzak olmayan Wounded Knee Mezarlığı’nda konuşuyoruz. “Ben bu devrimin doğrudan sonucuyum,” diyor. Sadece bize değil, babasının  mezarına da gölgesini düşüren bir ağacın altında oturuyoruz. Angelo “Angel” Martinez, 1974’te, Martinez henüz bebekken araba kazasında ölmüş. Porcupine Köyü’nden gösterişli bir cenaze alayı düzenlenmesi ve bu önemli mezarlıkta gömülü olması AIM üyeleri tarafından ona gösterilen saygının bir işareti.

“Tam burası, Wounded Knee,” diyor Martinez parmağıyla toprağı kazarak, “Benim varoluşumun tohumlarının atıldığı yer burası.”

Doğrudan bir değerlendirme yapıldığında, 1973 işgalinin amacına ulaşmadığı görülüyor. ABD ile Oglala Siyuları arasındaki uyulmamış antlaşmalar aynen kaldı, kabile hükümeti yozlaşmış yapısını sürdürdü, başkaldırı günleri uzun süreli ve şiddet dolu bir etki yarattı. 1 Mart 1973 ile 1 Mart 1976 arasında Pine Ridge Rezervasyonu’nda işlenen cinayet oranı, ulusal ortalamanın 17 katından fazlaydı. Ancak AIM eylemcileri iki konuyu kalıcı bir biçimde açıklığa kavuşturdu. ABD yönetimi bir daha asla, Yerli halkı can sıkıcı bir engel olarak göremeyecekti ve bir Yerli olarak sömürgeciliğe ve asimilasyona karşı direnmek, insanların yaşamlarını gururla adayacakları bir şeydi…

Alexandra Fuller’ın yazdığı, Aaron Huey’in fotoğraflarını içeren ‘Yaralı Ruhlar’ adlı makalenin tümünü, National Geographic Türkiye’nin bu ayki sayısında okuyabilirsiniz.

ntvmsnbc.com