Toplumun kanayan yarası: Şiddet

Toplum
Tuba OLĞAÇ’ın röportajı Aile içi şiddet toplumun en büyük sorunlarından biri ve hatta belki de kanayan yarası.. Her yıl onlarca kadın, erkek ve çocuk aile içi şiddete maruz kalıyor. Alınan önlem...
EMOJİLE

Tuba OLĞAÇ’ın röportajı

Aile içi şiddet toplumun en büyük sorunlarından biri ve hatta belki de kanayan yarası.. Her yıl onlarca kadın, erkek ve çocuk aile içi şiddete maruz kalıyor. Alınan önlemler, yapılan bilinçlenme kampanyaları, şiddetin engellenmesine yönelik seminerler, hükümetin yaptığı çağrılar, durumu bir nebze olsun toparlasa da sorunu tam olarak yok edemiyor. Zira aile içi şiddet, daha doğrusu “şiddet” kavramının kendisi, yalnızca Türkiye’nin değil tüm dünyanı sorunu…

Medyanın aile içi şiddet haberlerini verirken ve bunları yorumlarken kullandığı dil, üslup, yaklaşım Türkiye’nin şiddette dünyada bir numara olduğunu anlatmaya çalışıyor gibi. Yine aile işi şiddet, bilhassa kadına şiddet yalnızca müslüman ülkelerde görülen bir olguymuş gibi sunuluyor.

Afganistan, Pakistan, İran gibi ülkelerde yaşanan en ufak bir olay merkez ve küresel medya tarafından hemen mercek altına alıyor, tartışma programlarında, köşe yazılarında irdeleniyor. Kitlelere altmetninde İslam’ın kadınları ikinci plana attığı duygusu verilmeye çalışan haberler sunuluyor, analizler yapılıyor. Oysa istatistiksel olarak ABD’deki kadına şiddet vakaları İran’da yaşanan şiddet vakaları ile yarışamıyor bile. Anadolu Ajansı’nın 6 Mart 2012 tarihli haberinde şu analizlere yer veriliyor; 

“ABD Adalet Bakanlığı verilerine göre, ülkedeki kadınların yüzde 55’i hayatlarının bir döneminde şiddet görüyor. Birleşmiş Milletler Dünya Kadınları 2010 Raporu’na göre ise Danimarka’da kadınların yüzde 27’si, Almanya’da yüzde 25’i, Norveç’te yüzde 22’si hayatlarının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddet mağduru olduğunu dile getiriyor.”

Türkiye’deki farklı araştırmalara göre ise, her 3 kadından birinin hayatlarının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. 2009 yılında yapılan araştırmaya göre, ülke genelindeki kadınların yüzde 39’u fiziksel, yüzde 15’i cinsel şiddet yaşarken, yüzde 42’si iki şiddetten en az birini yaşadığını ifade ediyor.

İstatistiklere göre, ABD’den daha az şiddet olayı yaşıyoruz. Peki nasıl oluyor da, gerçekler böylesine çarpıtılıyor? İşte burada medya devreye giriyor. Medya neyi işaret ediyorsa kitlelerin yüzü oraya çevriliyor. Burada amaç “Türkiye diğer ülkelerden iyi durumda” intibası yaratmaktan ziyade, şiddetin toplumsal bir olgu olduğuna dikkat çekmek. Burada küresel bir cinnet hali görüyoruz, ülkesi, ırkı, cinsiyeti fark etmeksizin kitleler şiddete başvuruyor ve şiddete maruz kalıyor.

Peki ama neden? Neden şiddet uygulanıyor, bu duygunun altında ne gibi sebepler var, şiddet mağdurları nasıl bir haleti ruhiye içindeler? Tüm bu soruları Üsküdar Üniversitesi Feneryolu Polikliniğinden Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Demirsoy ile konuştuk. Demirsoy, “Şiddete maruz kalan şiddet uygular” diyor. Bu durumda “şiddet şiddeti doğurur” sözü zihinlerde bir kez daha pekişmiş oluyor…

Aile içi şiddet nasıl doğuyor, nasıl gelişiyor? Şiddet duygusunun altında yatan sebepler nelerdir?

Ailenin bir üyesinin ailedeki diğer üyelere karşı gösterdiği her tür saldırgan davranış aile içi şiddet tanımının içine girer. Şiddet birine baskı ve güç uygulayarak bedensel ve ruhsal açıdan zarar veren davranışlarda bulunmaktır. Sadece kaba kuvvete başvurarak bedensel olarak zarar vermek değil duygusal, sosyal, ekonomik ihtiyaçların karşılanmasını engellemek de şiddet sayılır. Şiddetin biyolojik, psikolojik ve sosyal çeşitli nedenleri vardır. Aile içinde şiddetin ortaya çıkmasının en temel nedeni konuşarak anlaşmazlıkları çözme becerisinin olmamasıdır. Aile hayatında çatışmaların ya da sıkıntılı durumların yaşanması kaçınılmazdır, şiddete başvuran kişiler engellenme durumunda kızgınlık ve öfke duygularını kontrol etmeyi öğrenememiş ya da saldırgan davranışlarda bulunmayı öğrenmiş kişilerdir. Şiddete başvuran kişiler çoğunlukla geçmişte şiddete maruz kalmış ya da tanık olmuş kişilerdir.

Fiziksel ve sözel şiddet yaşayan insanlarda ne gibi travmalar görülüyor? 

Şiddete maruz kalan kişinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığında bozulmalar ortaya çıkar. Şiddet kişinin özgüvenini, benlik saygısını yok eder. Ruhsal açıdan travma yaşayan kişilerde korku, kaygı, depresif ruh hali, çaresizlik duyguları, umutsuzluk, suçluluk, değersizlik duyguları, karamsarlık görülebilir. Ağlama, zayıflık, güçsüzlük, uyku bozuklukları, korkulu rüya ve kâbuslar olabilir. Uzun süre şiddete maruz kalan kişiler problem çözme yeteneğini kaybeder, düşünemez, karar veremez hale gelir. Benliği savunma amacıyla kendisi de şiddete başvurabilir.

Her gün yeni aile faciaları duyuyoruz. Önceki hafta bir baba iki çoçuğunun başını taşla ezerek cinnet geçirdi, bir başka adam nişanlısının üstüne benzin dökerek yaktı. Basın yayın organlarında sık sık yayınlanan bu tip haberler toplumu nasıl etkiliyor? Toplum şiddeti kanıksıyor ve duyarsızlaşıyor mu yoksa bilinç düzeyi artıyor ve kişilerde bir farkındalık duygusu mu yaratıyor? Medyanın şiddeti meşru kıldığı dillendiriliyor, neler söylersiniz?

Araştırmalar şiddete tanık olmanın şiddeti tetiklediğini gösteriyor. Çocuklar üzerinde yapılmış sosyal psikoloji araştırmaları var, şiddet içeren bir film izlemekle gerçek yaşamda buna tanık olanlar arasında saldırgan davranışlar gösterme açısından fark olduğu görülmektedir. Medyadaki haberler de gerçek yaşamdan örnekler içerdiği için bu tür haberlerin verilirken dikkatlice işlenmesi gerekir.

Aile içi şiddeti önlemenin yolları nelerdir? Panik butonu uygulamasını nasıl değerlendirirsiniz? Devlet şiddet gören kadını koruyabiliyor mu?

Panik butonu gibi uygulamalar ya da kanuni yaptırımlar caydırıcı olup belki yaşanmakta olan şiddeti durdurabilir ama asıl yapılması gereken ortaya çıkmasını önlemek olmalıdır. Bunun için de toplumu bilinçlendirici eğitici yaklaşımlar artırılmalıdır. Bireylere iletişim kurma ve problem çözme becerilerinin öğretilmesi, duygularını tanıma ve ifade edebilme, öfke kontrolünü kazanma, ayrıca alkol ve madde kullanımı gibi şiddeti kolaylaştırıcı sorunların önlenmesine yönelik çalışmalar şiddetin ortaya çıkmasını engelleyici olacaktır.

Boşanmak isteyen kadınlar yoğun bir baskıya maruz kalıyorlar. Sırf boşanmak istediği için eşi, kayınbabası ya da kayınbiraderi tarafından öldürülen kadınlar var… Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunun toplumda cinsiyetler arasında güç dengesinin olmayışı ve erkek egemen bir yapının olmasıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Şiddet uygulayan kişilerde adaleti sağlama saplantısı, cezalandırma isteği görülüyor. Bu durumun sebebi gerçekten yaşanan adaletsizlikler mi, kişinin geçmişteki öfkesini bir başkasına yöneltmesi mi yoksa psikolojik bir rahatsızlığın varlığı mı?

Şiddete başvuran her insanın aynı düşünce yapısında olduğu söylenemez. Bazı kişiler de şiddet uyguladıktan sonra pişmanlık gösterir. Nedeni ne olursa olsun hoş görülebilecek bir davranış değildir, bir daha olmaması için nedenlerin anlaşılması ve çözümü için uğraşmak gerekir. Eğer kişi yaptığını savunuyorsa, davranışındaki yanlışın farkında olmadığı gibi davranışını haklı kılmaya çalışırken bazı düşünce çarpıtmaları yapıyor demektir. Bu düşünce çarpıtmaları sahip olunan kişilik yapısına bağlı olabileceği gibi psikolojik bir hastalık tablosunun sonucu da olabilir. Çoğunlukla şiddet uygulayan kişilerin psikolojik yardıma ihtiyacı vardır.

Filmlerin ve dizilerin aile içi şiddette rolü nedir? Hemen her dizide kendisine sözel ya da fiziksel şiddet uygulayan adama aşık olan kadın figürü görüyoruz. Yine, büyümeyen erkek sendromuna yakalanmış adamlar  film boyunca kadına eziyet ediyor, özgüvenini yıkmak için her türlü sözel şiddete başvuruyor. Film ve dizilerde muhakkak birkaç asi genç oluyor ve bunlar her türlü kötülüğü yapacak kadar gözü dönmüş bir halde, patolojik bir tablo çiziyorlar. Bazı gençler sırf bu tabloya özenerek şiddet olaylarına karışıyorlar. Çizilen bu sanal dünya toplumu nasıl etkiliyor?  

İnsan sosyal bir canlı ve insanın davranışlarının büyük bölümü model alma yoluyla öğrenilmektedir. Bu açıdan topluma sunulan modeller olumsuz davranış kalıplarının öğrenilmesinde oldukça önemlidir. Olumsuz modeller sunulması bunun normalleşmesine yol açıyor ve kültürel olarak şiddeti kabul edilebilir hale getirdiğini söyleyebiliriz.

Yine filmlerdeki örnekler gibi, gerçek hayatta da her türlü eziyete rağmen eşini sevdiğini söyleyen kadınlar görüyoruz. Geçtiğimiz senelerde haberlerde çıkmıştı hatırlarsınız, bir kadın, kocasının satırla burnunu ve kulağını kesmesine rağmen, halen kocasını sevdiğini söylüyordu? Bu tarz refleksler gösteren kadınlar nasıl bir tipolojiye sahipler? 

Şiddet gören kişi zamanla baskıyı içselleştirir, benlik saygısını kaybeder ve değersiz olduğu, kötü muameleyi hak ettiği duygusuna kapılır. Kişi bu tür düşünceler geliştirdiğinde pasifleşir, baskıya boyun eğer ve karşısındakinin tekrar şiddet uygulamasını kolaylaştırır. Bu ister kadın ister erkek olsun, uzun süre ve sık şiddete maruz kalan kişilerde rastlanılan bir durumdur. Aile içinde şiddet çoğunlukla güçlüden güçsüze yönelik olduğu ve kadın toplumsal olarak aile içi konumunda erkeğe göre daha güçsüz olduğu için kadınlar daha sık şiddete maruz kalıyor, bu nedenle de kadına ait bir tipoloji gibi görülebilir ancak bu insanî bir durumdur ve şiddet mağdurunun psikolojisi ile ilgilidir.

Şiddet olaylarını toplumun her katmanında görüyoruz. Aile içi şiddet, sosyo-kültürel ve eğitim düzeyi yüksek ailelerde de görülüyor. Eğitimli insanların şiddete başvurmasını nasıl değerlendiyorsunuz? 

Aile içi şiddet toplumum her katmanında görülmekle birlikte araştırmalar eğitim düzeyi arttıkça şiddet oranının azaldığını gösteriyor, bu nedenle eğitim önemli ama yine de tümüyle yok olmadığı ve eğitim düzeyi yüksek ailelerde de şiddetin yaşandığı da bir gerçek. Bunun nedeni toplumda şiddet kültürünün olması, şiddet bir problem çözme aracı, disiplin aracı olarak kabul edilip kullanılmaya devam ettikçe toplumda varlığını sürdürüyor. Bu yüzden toplumdaki şiddeti kabul eden anlayışı değiştirmek, buna yönelik bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları yapmak gerekiyor.

Aile içinde bireyler öfke kontrolü nasıl sağlamalıdır?

Engellenme, haksızlığa uğrama, hayal kırıklığı gibi durumlarda her insan öfke yaşar ama öfke ile saldırganlık farklıdır. Öfke kontrol edilmediğinde saldırganlığa, şiddet içeren davranışlara yol açar. Dış olaylar öfkeyi tetikler ama öfkenin asıl kaynağı kişinin kendi algısıdır. Bu nedenle kızgınlığımız için başkalarını suçlamamak gerekir. Öfkeyi kontrol edebilmek için insanın kendi düşünce tarzını fark etmesi gerekir. Kızgınken düşünceler genellikle gerçeği yansıtmaz, olaylar abartılmış ve çarpıtılmış bir şekilde algılanır. Aile içi çatışmalarda öfke yükselmeye başladığında tepki vermeden önce düşünce sürecini işletmek gerekir, bu kızgınlığın altında nelerin yattığını anlamak, gevşeme ve sakinleşme yöntemlerini kullanmak, kızgınlığı değil de buna yol açan düşünceleri, istek ve beklentileri kendi içinde netleştirip bunları uygun bir dille, eleştiri suçlama yapmadan iletmek gerekir.

Şiddet toplumun her katmanın da gördüğümüz bir olgu ne yazık ki, son zamanlarda özellikle doktora şiddet olaylarında da büyük artış görülüyor. Bunun sebebi nedir, hasta açısından ve sağlık çalışanları açısından bakıldığında bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önceki soruda söylediğim gibi öfke engellenme, haksızlığa uğrama gibi düşüncelere bağlıdır. İnsanın olduğu her yerde çatışmalar olur, istekler ve beklentiler gerçekleşmeyebilir, engellenmelerle karşılaşmak öfkeyi tetikler ama öfkenin şiddet olarak dışa vurulması bu engellerden ötürü karşı tarafı suçlamakla ilgilidir. İnsanın duygularından başka kişiler ya da olaylar değil kendisi sorumludur, olaylar ya da kişiler o duyguyu tetikleyen vesilelerdir sadece, duyguyu belirleyen kendi düşünce yapısıdır. Başkasını suçladığımız sürece kendimiz bir şey yapmaz karşıdakinin bir şeyler yapmasını bekleriz ve kendimizi haklı görürüz. Güçlü bir duygunun pençesindeyken insan karşısındakini anlayamaz, empati kuramaz. Bu gibi olayları insanların kendi duygularını tanıyıp kontrol edememesi ve buna bağlı olarak da birbirlerine empati yapamamaları olarak açıklayabiliriz. 

on5yirmi5.com