IŞİD’in elindeki asıl rehine: İslam

Toplum
Mehmet Barlas / Bazı konularda iktidarı desteklemek insanlık gereğidir Eğer dünyada tek ülkenin Türkiye olduğunu ve dünyadaki bütün problemli konuların Türkiye’yi hedef aldığını düşünenlerdensen...
EMOJİLE

Mehmet Barlas / Bazı konularda iktidarı desteklemek insanlık gereğidir

Eğer dünyada tek ülkenin Türkiye olduğunu ve dünyadaki bütün problemli konuların Türkiye’yi hedef aldığını düşünenlerdenseniz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurul çalışmalarının sona erdiğini de düşünebilirsiniz.

Oysa önceki gün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla suçlayan bir konuşma yaptı… Bu konuşma ertesinde Amerikan ve İsrail sözcüler Abbas’ı teröre destek vermekle suçlayan demeçler verdiler. Daha sonra da Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Amerikan dış politikasının genlerinde hâlâ soğuk savaş bilgilerinin bulunduğunu söyledi. 

Onlar da konuştu 

Kısacası dünya sadece Türkiye’den ibaret değil… Ama dünyada tüm olup bitenleri izlemek zor… Bu nedenle Türkiye’deki iktidara dönük ak ve kara çizgisindeki tartışmalara takılarak iç ve dış siyaseti anladığını sanmak, bazılarını tatmin edebilir. Hatta bu arada Öcalan’ın IŞİD’e bir “İsrail projesi” olarak baktığını görmezden gelerek de, güneyimizdeki gelişmeler içinde Kürt realitesinin yerini anlamaya çalışabilirsiniz. Kandil, Erbil, PKK, HDP, PYD, Rojava arasında “Acaba Barış Süreci kimin işine gelmiyor” diyerek dolaşıp durursunuz…

Aslında siyaset ayrıntılar üzerinde gelişen zor bir meslektir… Ama bu mesleğin derinliklerine inmeden kaba söylemlerle, yargılara varmak da mümkündür. 

İktidarı desteklemek 

Örneğin bir seçilmiş iktidarı desteklemek ile bu iktidarın bütün kararlarına ve icraatına kayıtsız şartsız destek vermek aynı şey değildir. Eğer ülkenizde askeri ve sivil vesayet organları ideolojik devletin gerekçelerini kullanarak seçilmiş iktidarları hep gayrı meşru ve halkı da cahil ve bilinçsiz görmüşlerse… Ve nihayet seçilmiş bir iktidar, taviz vermeden bunlarla mücadele etmeye başlamışsa, o iktidarı desteklemek insanlığın gereğidir.

Eğer resmi ideolojinin tabu olarak gördüğü yurt ve dünya sorunları artık özgürce ve şeffaf biçimde tartışılıyorsa… Eksik sayfalarla dolu resmi tarih öğretisi bir kenara bırakılıp, kendi tarihimizle yüzleşmek süreci başlamışsa… Bu süreci gerçek kılanlar desteklenir… 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Abdurrahman Dilipak / Kim kimi vuruyor?

Bölgede kim kimi vuruyor?

ABD gerçekten bölgeden terörü kovmak için mi orada duruyor.

Hatırlayalım, ABD bölgeye niçin gelmişti, halkı Saddam’ın zulmünden kurtarmak için değil mi? Peki sonuç ne oldu.. Terör bitti mi!

Peki dün Saddam belasından halkı kurtarmak için bölgeye gelenler, Esed zulmüne, Sisi darbesine karşı neden seslerini çıkartmıyorlar..

IŞİD’i kuranlar daha önce Irak’ta Ebu Gureyb’de yatan Selefi grublar değil mi.. ABD, bu işin farkına yeni mi varıyor.. İngiliz istihbaratı, bu grublar Suriye’ye girerken ve geri dönup sünni Arap aşiretleri ve Saddam’ın gizli ordusu Cumhuriyet ordusunun elemanları ile buluşup, Cumhuriyet ordusunun toprağa gömülü gizli silahlarını yeraltından çıkartıp, bölgeden devşirdikleri, Sünni, dünki Selefi – Vehhabi grublara dağıtırken uyuyorlar mı idi. Fransa’da mı bu gidişattan hiç haberdar olmadı. İsrail’de batılı dostlarını bu konuda uyarma gereği duymadı öyle mi!

Bu yalana inanmamızı mı istiyorsunuz..

Şimdi, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, ABD ile birlik olup, IŞİD’e vurmak için ortak operasyon düzenliyor..

Dün bölgedeki bazı Selefi/ Vehhabi grublar Suudiler tarafından desteklenmiyor mu idi..

Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar.

Saddam’ı Kuveyt’e saldırması konusunda ABD elçisi bizzat teşvik etmemiş mi idi. Saddam’a o cehennem topunu İngilizler satmamış mı idi.. O kimyasal silah deposunu kim kurmuştu.. Hatta Vatikan da işin içinde idi.. P2 Locasını, Üstad-ı azam Licio Gelli’nin o karanlık ilişkilerini hatırlayın. İran-Irak savaşını hatırlayın. Bunların hiç biri durduk yerde olmadı. Bugün oynanan oyun da bundan farklı değil.. Darbeler, terör, savaşlar hepsi bu kanlı, karanlık ve kirli senaryonun bir parçası. Bölgede yeni bir durum yok. Bildik oyunlar. Aslında biz bu oyunu daha önce görmüştük. Bölgede baronlar av partisi düzenliyorlar.. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri bir oyun bu..

Batılı güçler bu vesile ile, IŞİD bahanesi ile kendisi için tehlikeli, riskli gördüğu her yeri vuracak, herkesi kara listeye alacak, avlayacak, birilerinin mal varlıklarına el koyacaklar.. Havadan vurmakla kalmayacaklar. Black water gibi özel timler, keskin nişancılar marifeti ile, nokta hedefleri gidip evinde vuracaklar. Silah depolarını havaya uçuracaklar. İnsani yardım diye, organ ticareti yapacak birileri. Birilerini köşeye sıkıştırıp, tehdit ve şantajla ajan yapacaklar.. Bildik hikayeler..

Bölgemizden birileri cihad aşkına, kendi ülkelerindeki diktatörlük rejimlerine karşı direnmek için insan kazanmak, eğitim almak, silah temin etmek için hayal kurarken, uluslararası istihbarat örgütlerinin, silah tüccarlarının oyuncağı olabilirler..

Gidişat hiç de hayra alamet değil.. Sûfi, Selefi, Şii kavgası yetmiyor, buna bir de Kürt konusu eklendi.. Yarın bu sorun nerelere sirayet eder belli değil.. Bakarsınız Ürdün’ü vurur. Şimdilik İsrail ve Esed memnun gözüküyor.. Yarın buradan dünyaya yayılacak paramiliter grublar Newyork, Londra, Paris, Berlin, Roma’da kendini gösterebilir. Rüzgar ekenler fırtına biçmek durumunda kalabilirler.. Suudiler, BAE bu işten zararlı çıkabilir. Göreceğiz..

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Engin Ardıç / Çok bağıran kazanır

Gazeteci arkadaşlar, tartışma konusu olan din dersi kitaplarını incelemişler.

Bilindiği gibi bu kitaplarda Alevi inancına “az yer verildiği” ileri sürülüyor.

Dördüncü sınıftan altıncı sınıfa kadar Sünni inancı öğretiliyormuş, Alevilik ancak yedinci sınıfta başlıyormuş… Öyle diyorlar. Dördüncü sınıf kitabında yer alan “konu başlıkla- rına” bir göz atalım: Din ve ahlak hakkında neler biliyorum?… Temiz olalım… Hazret-i Muhammed’i tanıyalım… Kur’an-ı Kerim’i tanıyalım… Sevgi, dostluk ve kardeşlik… Aile ve din…

Bunlarda Alevi inancına uymayan, ters gelen herhangi bir şey varsa, benim aklım ermiyor, Alevi kardeşlerim lütfen bana bildirsinler.

Küçük sınıflarda sık sık “Kur’an’da Allah’a dua etmeniz emredilir” gibi “hatırlatmalar” yer alıyormuş. Benim bilgim yetmiyor, bu Alevilik’e aykırı mıdır?

Beşinci sınıf kitabının konu başlıklarına da bir göz atalım: Allah inancı… İbadet konusunda bilinçlenelim… Hazret-i Muhammed ve aile hayatı…

Kur’an-ı Kerim’in eğitici nitelikleri… Sevinç ve üzüntülerimizi paylaşalım… Vatanımızı ve milletimizi seviyoruz… Neden ve niçin ibadet yapılır?… Camiler… Dua etmenin anlamı…

Cahilim, ben bir tek “camileri” aykırı buldum. “Cemevleri” de olması gerekirdi.

İşin matrağı, cemevi kelimesi, cami kelimesinin Türkçesi!

Onun dışında “vatanını ve milletini sevmek” gibi kavramlarda size ters gelen bir şey varsa lütfen bildiriniz.

Altıncı sınıf kitabına gelelim: Peygamberlere ve ilahi kitaplara inanç… Namaz… Son peygamber Hazret-i Muhammed… Kur’an-ı Kerim’in ana konuları… İslamiyet ve Türkler…

Hadi burada da namaz uymadı diyelim. Geldik yedinci sınıfa. Bu sınıfın “müfredatı” da şöyle:

Melek ve ahiret inancı… Oruç ibadeti… İslam düşüncesinde yorumlar… Din ve güzel ahlak…

Eh, burada da oruç uymadı herhalde. 

Oysa bir Alevi çocuğun, bir Musevi çocuğun, bir Hıristiyan çocuğun oruç kavramını öğrenmesi, onun “anneciğim, bu insanlar akşama kadar niçin aç oturuyorlar” gibi komik sorular sormasını önler.

Geliyoruz sayfa 68’e: Yesevilik, Kadirilik, Nakşıbendilik, Mevlevilik, Alevilik, Bektaşilik! Cem ve cemevi de var, on iki hizmet de var, semah da var, musahiplik de var, gülbenkler de var, hızır orucu da var. Eee, daha ne?

Ertesi yıl zekât ve hac öğretiliyor (“anneciğim, bunlar Mekke’ye gezmeye mi gidiyorlar, niçin onun yerine Yunan adalarına gitmiyorlar?”) ama içkinin, uyuşturucunun ve kumarın zararları da öğretiliyor. Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık da öğretiliyor. Sonraki sınıflarda sıra Atatürk’e bile geliyor. On birinci sınıfta Hanefilik, Malikilik, Şafiilik, Caferilik, on ikinci sınıfta Nusayrilik, ayrıca Sihizm, Şintoizm, Taoizm bile var.

Daha da ne olacaktı?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Haşmet Babaoğlu / Ateizm, sekülerizm ve… Kerim devlet!

Batı’daki “Aydınlanma”dan bu yana ateizmi bir inanç sistemi olarak görmemizi isteyenler hep olmuştur. 

Son yıllarda Anglosakson dünyasında bu tutum yeniden alevlendirilmek isteniyor. Yayınevleri biyologlara, fizikçilere ve hatta dedikodu yazarlarına ateizmi savunan kitaplar yazdırıp cafcaflı kampanyalarla tanıtıyorlar. Fakat sonuç hep aynı: Hepsinin altından eğreti bir “bilimcilik” (scientism) veya ağır depresif bir ruh hali çıkıyor.

Kamuoyuna gelince… 

O matrak hikâyedeki gibi “uçak türbülansa girince ortada ateist falan kalmıyor!” 

Tabii uçağa gerek yok. Gece kafayı yastığa koymak yetiyor. Çünkü insanın içinde türbülans hiç eksik olmuyor. Varoluşumuzun uyarıcı bir parçası o! 

Uzun lafın kısası… 

Ateizm, ateizm dediğimiz şey bütün sistem çabalarına, felsefi havalarına ve belli bir kültürel tarihe rağmen bir sistem değil, tepkidir. O kadar!

Hepi topu bir itiraz, hatta güceniklikten ibarettir. 

En net şöyle anlatabilirim; hiçbir ateist bütün kalbiyle ateizme inanmaz. (Çoğu gizliden deist veya agnostiktir.) 

***

İşte bu anlattığım nedenle…

Bizim muhafazakârların gündelik hayatta ve politikada ateizmi çok ciddiye almalarını bir türlü anlayamamışımdır.

Geçenlerde Başbakan’ın din dersi konusundaki açıklamasını dinlerken aynı duyguyu yaşadım. 

İnananların karşısına aynı ciddiyetle farazi bir inanmayanlar (ateistler) kitlesi koyup fikir yürütmeye; “ateistlerin de din kültürü edinmeleri zarurettir” diyerek meseleyi zorlamaya gerek yok ki!

Uzun bir zihniyet mühendisliğinden sakatlanarak çıkan Türkiye’nin de temel meselesi “teizm-ateizm” (inanç- inançsızlık) karşıtlığı değil; dindar hayat tarzlarıyla seküler (din- dışı) hayat tarzı arasındaki politik- sosyolojik çatışmanın çözülmesidir.

Dikenli bir konudur. 

Çünkü Türkiye kendisinin tepeden inme sekülerleştirilme sürecini hâlâ doğru düzgün tartışmamıştır.

Üstelik modern ekonomik- kültürel hayat anlamından boşalıp “tarz”dan ibaret kaldığı için karşılıklı olarak tarzlar çatışmakta, işin esası güme gitmektedir. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yasin Aktay / IŞİD’in elindeki asıl rehine: İslam

Ortadoğu’da insanlar gibi meseleler de iç içedir. Biri diğerinden ayrıştırılamaz. Her mesele gelir diğer meselenin, her insan grubu gelir diğer insan grubunun sınırına dayanır.

Zamanında Osmanlı’nın aklının en ücra köşesinden bile bu topraklarda bir etnik temizlik yapmak geçmediği için, insanlarını olduğu gibi kabul etmiş. Onları bu halleriyle yönetmeye çalışmış. İnsanların farklılığını veri alıp onları kendine uyduracağına, kendi yönetimini onlara uydurmuş.

İnsana saygının bu ideal örneğini inanılması zor ama bu dünyada gerçekleştirmiş, hem de beşyüz yıl boyunca kayda değer bir sorun yaşamaksızın bu modeli uygulamış. Üstelik bu modeli ondan önce Selçuklu, ondan önce Abbasi ve Emeviler de uygulamış. Yani bugünden inanılması zor bu çok kültürlü, bütün din, mezhep, inanç ve kültür gruplarının iç içe, yan yana, omuz omuza yaşadığı bu model eninde sonunda İslam medeniyetinin sıradan bir tezahürüydü.

Sonradan oryantalistler aslında kendi sirkatlerini ifade edercesine bu modeli ‘mozaik toplum’ olarak nitelemişler. Mozaik toplum, yani Osmanlı’nın veya İslam toplumunun kendi coğrafyasında homojen bir toplum yaratma konusundaki acziyetinin ifadesi olarak mozaik toplum.

Bu mecazı İslam toplumlarını tasvir etmek üzere ilk kullananlar bizim kullandığımız gibi, bunu toplumun çeşitliliğini, zenginliğini ve güzelliğini anlatmak için kullanmadılar. Aksine bu kadar çok farklı kültürün bir arada bulunmasını baştan beri bir sorun olarak ifade etmek üzere kullandılar. Bu farklılık ve çeşitliliği de İslam toplumunun homojen bir toplum yaratma konusundaki acziyetine bağladılar.

Batı’nın kendi deneyimlerine bakıldığında gerçekten de homojen, yekpare, merkeziyetçi toplumsal yapılar ön plana çıkıyor. Ama bu yapıların maliyetinin ne olduğunu sorarsanız, karşınızda sadece yüzyıl, otuz yıl süren din savaşları, soykırım ve tehcir uygulamaları ile faşizmin kendi içindeki çeşitlerini bulursunuz.

Bugün çok kültürlülüğü bir değer olarak keşfetmişken onu bile merkezi ve tek standartlı bir uygulamaya dönüştürmenin gayretinde.

IŞİD’in ‘İslam Devleti’ olarak anılmayı hak eden hiç bir yanı yok. Yaptıkları ne İslam’la bağdaşıyor ne de devlet olma keyfiyetiyle. Ama onun bu kendini isimlendirişini herkes çoktan kabullenmiş durumda. IŞİD İslam’ı rehin almış durumda ve onunla savaşmak üzere yola çıkanlar rehinenin durumunu hiç bir şekilde gözetmeden ona ateş açıyor.

Bu esnada IŞİD daha da büyüyor, ama olan İslam’a olu- yor. Atılan her bombanın altında Müslümanların cansız bedeni kadar kadar İslam’ın, İslam Devleti kavramının tahribatı da gerçekleşmiş oluyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Abdülkadir Selvi / Tezkereden sonra ne olacak?

IŞİD’le mücadele konusunda zor ve uzun sürecek bir sürecin içine girildi.

Bu açıdan yeni dönemin parametrelerini doğru tespit etmek durumundayız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IŞİD’le mücadele konusunda ABD dönüşü yaptığı açıklamalarını, Türkiye’nin operasyonel bir güçte yer alacağı şeklinde yorumlayanlar oldu.

Cumhurbaşkanı ayrıca bir de yol haritası verdi.

1-Uçuşa yasak bölge ilanı

2-Suriye’de güvenli bölge

3-Eğitim-donatım konusu

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’de görüşmeleri ışığında askeri planlamalar yenilenirken, hükümet de kapsamlı bir hazırlık yaptı.

2 Ekim Perşembe günü TBMM’de yapılacak olan tezkere görüşmeleri öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak olan güvenlik zirvesinde bunlar masaya yatırılacak.

Türkiye, 10 Ekim 2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile IŞİD’i terör örgütü ilan eden, IŞİD yöneticilerinin varsa Türkiye’deki mal varlıklarına el konulması ve terörün finansmanı yasası gereğince IŞİD’e yönelik para hareketlerini izlemeye aldı.

Ayrıca IŞİD’i en büyük zararı İslam’a veren bir terör örgütü olarak görüyor ve IŞİD’le mücadele konusunda Batı ittifakı ile birlikte hareket ediyoruz.

Burada Türkiye’nin tavrı çok net.

IŞİD’le entegre bir sistem çerçevesinde mücadele edilmesi ve ülkelerin farklı sorumlulukları üstlenmesi gerekiyor.

Bu açıdan Türkiye’nin IŞİD politikasına baktığımızda ise bazı noktalar ön plana çıkıyor.

1-Türkiye IŞİD’e yönelik havadan ve karadan vurucu güç içerisinde yer almayacak.

2- IŞİD’le mücadelede hayati öneme sahip gördüğümüz Uçuşa Yasak Bölge uygulamasını ABD’ye kabul ettirmeye çalışıyoruz. Türkiye, IŞİD’le mücadeleyi yıllar alacak uzun soluklu bir mücadele olarak görüyor. Hava destekli kara operasyonları ile sonuç alınabileceği kanaatinde. Bunun da yine milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesi anlamına geleceğini görüyor. Uçuşa Yasak Bölge ile geniş çaplı bir göç dalgasının önüne geçmeyi amaçlıyor.

3-Güvenli Bölge.

Tampon Bölge önerisine ABD’nin sıcak bakmaması nedeniyle Güvenli Bölge modeli Türkiye tarafından geliştirildi.

Türkiye’nin kara operasyonlarında yer alacağı aşama olarak Güvenlik Bölge uygulaması gösteriliyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…