İstanbul’da Yaşayan Her Yerde Yaşar

Oyuncular
Nazlı Erdol Size Berke Üzrek’in ismini söylesem belki ilk anda kafanızda ampul yanmayacak. Ama ‘Behzat Ç.’deki takım elbiseli efendi polis’ dersem kim olduğunu hemen anlarsınız...
EMOJİLE

Nazlı Erdol

Size Berke Üzrek’in ismini söylesem belki ilk anda kafanızda ampul yanmayacak. Ama ‘Behzat Ç.’deki takım elbiseli efendi polis’ dersem kim olduğunu hemen anlarsınız. Aslında daha önce de Filler ve Çimen ile Hırsız Var gibi filmlerde ve pek çok dizide rol alsa da, bu aralar pek bir gündemde olan Behzat Ç. ile daha çok tanınmaya başlandı. Üzrek, şimdiyse 6 mayısta gösterime girecek olan Küçük Günahlar’la gündemde. Öykü ve romanlarından tanıdığımız yazar Rıza Kıraç’ın senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği filmde, Üzrek’in yanı sıra, Macit Koper ve Esra Ruşan rol alıyor. Bu üç kişinin ilişkisine odaklanan film bir yandan da 12 Eylül ile vicdani bir hesaplaşmaya giriyor.

Biz de bu günlerde Ankara ile İstanbul arasında mekik dokuyan Berke Üzrek’le Küçük Günahlar’ı, Behzat Ç.’yi ve sinemayı konuştuk.

Küçük Günahlar’ın kadrosuna nasıl dahil oldunuz?

Ben Ruhi Sarı’yla birlikte Sınır adlı bir oyunda oynuyordum. Ruhi Sarı’nın eşi de, Rıza Kıraç’ın okuldan arkadaşı. Ruhi Sarı bana Rıza Kıraç’ın film çekmeyi düşündüğünden ve beni oynatmak istediğinden bahsetmişti. Biz de tanıştık ve böylece çalışmaya başladık. Senaryo da hoşuma gitti ve çarpıcı bir iş olabilir diye düşündüm. Geçen yıl mayısta çektik filmi.

Film 12 Eylül sonrasını mı anlatıyor?

Filmde böyle unsurlar var, ama direkt gördüğümüz şeyler değil bunlar, daha çok karakterlerin yaşamlarında ortaya çıkan düğümlerde görüyoruz. Ama öte yandan, benim dışımdaki diğer karakterlerde geçmişte yaşanan bu olayların insanların üzerinde yarattığı etki var. Ama benim canlandırdığım Melih öyle değil, bu konunun çok dışında kalmış. Ailesiyle sorunları olan, grafik tasarım eğitimi almış bir karakter. Gidip bir kıza âşık oluyor ve hayatı değişiyor. Hayatın içine ne kadar dalarsa hayatın ona o kadar cevap vereceğini anlıyor. Melih açısından böyle bir film Küçük Günahlar…

İstanbul Film Festivali’nde neden izleyemedik Küçük Günahlar’ı?

Filmde yasadışı bir örgütle ilişkisi olan bir kız var. Kendini ifade etmek istiyor. Kızın ilişkisi olan daha yaşlı bir adam var, gençliğinde solcu olan ve yine kendini ifade etmek isteyen biri bu. Bir ilişkiler ağı var ortada. Benim canlandırdığım Melih ise bunların biraz daha dışında dediğim gibi. Gece hayatına düşkün biri ve bir kadın arıyor. Bu kızın hayalindeki kadın olduğunu düşünüp ona saplanıp kalıyor. Bu film üç kişi üzerinden geçen bir hikâye de olsa, belli yerlere parmak basıyor. İnsanların motivasyonlarıyla ilgili bir fikir veriyor. Değişik bir unsur; bu nedenle festivalde yer alamamış olduğunu düşünüyorum. Diğer bir sebep de başarısız bir film olması olabilir. Bu nedenle izleyicinin filmi seyretmesi bizim için çok önemli. İlk film olduğu için tabii ki eksikleri var, ama parmak bastığı konu, bugünün gündem maddelerinden bir tanesi.

Sizin gündeminizde neler var peki bu sıralar?

Bence gündemde Japonya’daki radyoaktif tehlikeye karşı insanların düştüğü komik durum var. Su sıkarak radyoaktif tehlikeyi önlemeye çalışmak; aslında insanlığın eğiliminin ne kadar kendini yok etmeye yönelik olduğunu, insanların ne kadar aciz kalabildiğini gösteriyor bence. İnsanlar birbirini yok etmek için silaha para tonla harcıyor ama buna gerek kalmayacak gibi görünüyor. Zaman şimdi bunu görme zamanı. Bakalım biz birer birey olarak buna gereken tepkiyi verebilecek miyiz…

Sinema sizin için ne ifade ediyor?

Sinema çok yeni bir sanat, henüz 100 yıllık. 100 yıl içinde kat ettiği yolla insanlığın en güçlü silahlarından biri oldu, çok güzel kullanıldı. “Türkiye’de sinema niye gelişmedi” diye sorarsak mesela, cevabı çok açık. Örneğin Fransa’da 10 tane sinema varsa, bunların üç tanesinde Amerikan filmi gösterilebilir, geri kalan yedi tanesinde Fransız filmi gösterilir, gösterilmek zorundadır. Bu da Fransızlar film çekmezse, yedi sinemanın boş kalacağı anlamına geliyor. Bu yüzden gelişiyor sinema. Bu İngiltere’de de böyle, İtalya’da da böyle. Ama Türkiye’de 10 sinemanın 10’unda Amerikan filmi gösterilebilir. Eğer Türk filmi yoksa piyasada, hepsinde Amerikan filmi oynar. İşte bu çok önemli bir engel. Bu hakkımızı elde etmeliyiz, Türkiye’de neden böyle bilmiyorum. Bilmesi gerekenler ise bugün bizden oy isteyenler. Bu hem sinemanın hem toplumun gelişmesi için bir hizmet.

Film çekmek gibi bir isteğiniz mi var?

Ben hevesli biriyim ve bir kısa film senaryom var. Ama senarist olmadığım için bazı şeyleri tam olarak anlatamıyorum. O yüzden şimdilik ortada bir şey yok. Motivasyonumu oyunculukta kullanıyorum. Oyunculuk konusunda daha yapacak işler var ve işimi seviyorum.

Tiyatrocularda genellikle dizilerde daha kazançlı olduğu için yer alma eğilimi oluyor. Kendilerini sanat açısından doyurmak içinse tiyatroya yöneliyorlar. Sizde böyle bir durum oldu mu?

Bende ne Behzat Ç.’de ne de rol aldığım diğer yapımlarda böyle bir bakış açısı oluştu. Kötü yapımlarda da yer aldım ben, bunun farkındayım ama hiç bu şekilde düşünmedim. Özellikle Behzat Ç. konusunda hiç böyle düşünmüyorum. Yeni kapılar açacak, dolu bir yapım Behzat Ç..

Sınır devam edecek mi ilerleyen zamanlarda da? Tiyatro ile diziyi, ya da benzer iki paralel işi birarada yürütmek sizi ne kadar zorluyor?

Sınır’ı bir kez daha oynayıp bitiriyoruz. Ama mesela geçenlerde tiyatronun temposu çok yoğundu, dizi rahattı ve gittik geldik halledebildik. Ama genel olarak tiyatroya çok fazla şey vermek gerekiyor. Programa bağlı. Behzat Ç.’yi dört günde çekiyoruz. Geri kalan zamanda başka işler olabiliyor.

Dört gün bir dizinin çekimi için harika bir zaman…

Kesinlikle… Serdar Akar ustanın ustalığı işte! Serdar Akar’ın öğrencileri de bunu yapabiliyor, o zaman anlıyoruz ki sinema bilimsel bir şey, çünkü öğrenilebiliyor. [Taraf]