Gerilim Filmlerinin Büyük Ustası

Oyuncular
Derleyen: Bengü Dağlı Korku filmlerini sever misiniz? Olayın arkasındaki sırrı çözmeye çalışırken gerim gerim gerilmeyi, hem ürperirken hem zekice diyaloglar duymayı, büyüleyici görüntüler izlemeyi is...
EMOJİLE

Derleyen: Bengü Dağlı

Korku filmlerini sever misiniz? Olayın arkasındaki sırrı çözmeye çalışırken gerim gerim gerilmeyi, hem ürperirken hem zekice diyaloglar duymayı, büyüleyici görüntüler izlemeyi ister misiniz? Sade ama karmaşık, basit ama alt metinleri zengin, sakin ama korkutucu senaryoları takdir eder misiniz? Hepsine evet diyorsanız siz zaten Sir Alfred Hitchcock ile tanışmışsınız. Kendisini daha iyi tanımaya ve sinema sanatına yaptığı devasa katkıyı biraz daha fark etmeye ne dersiniz?

Hitchcock gerilim, şüphe ve korkunun ustası olarak anılır. Evet, gerilim ve şüphe tamam, ama korku… Aslında korku öğesinin Hitchcock‘a atfedilmesi yanlıştır. Hitchcock filmleri içinde, korku türüne girebilecek bir film var mı bilmiyorum açıkçası. Zaten kendisi de bunu ünlü bir söyleşisinde ifade ediyor; "Çokça söylenenin aksine, gerilim, korkuyla ilişkili değildir."

HİTCHCOCK’UN İLGİNÇ HAYATI

Tam adıyla Alfred Joseph Hitchcock, sonradan eklenen unvanıyla “Sir” Joseph Hitchcock, 1899’un Ağustos ayında doğmuş. Sinema tarihinin en önemli ve çığır açan yönetmenlerinden ve yapımcılarından biri olduğuna kimsenin şüphesi yok. Hitchcock, Londra’da bir manavın oğlu olarak dünyaya geldi. Çok yalnız ve içine kapanık bir çocukluk dönemi geçirdi. Yaramazlık yaptığında babası tarafından polise götürülmüş, annesi onu saatlerce ayakta tutarak cezalandırmıştır. Hatta ünlü Psycho filmindeki anne karakterini kendi annesinden birazcık ilham alarak yarattığı söylenir. Kadının boş yere günahını almak istemeyiz, biz de söyleyenlerin yalancısıyız.

Koyu Katolik eğitiminin sebep olduğu "Katolik Sanatçı" damgasını her zaman yalanladı ve işlerinde dini yönlendirmelerin olduğunu inkar etti. Benim için filmlerim ahlak hakkında herhangi bir değerlendirmeden daha önemlidir dese de günah, suçluluk, ceza ve pişmanlık temaları filmlerinin ana öğeleri olmuştur.

Mühendislik ve gemi seyri üzerine eğitim aldıktan sonra, teknik ressam ve grafiker olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde fotoğrafçılık ilgisini çekti ve film sektörüne kaydı. Çeşitli film şirketlerinde çalışarak sektörle ilgili deneyim kazanmış. “The Pleasure Garden” isimli, ticari açıdan tam bir felaket olan ilk filmini çektikten sonra “The Lodger: A Story of the London Fog” isimli gayet başarılı bir çalışmayla eleştirmenlerin övgüsünü ve dolayısıyla kariyerinin daha en baştan dökülmeye başlayan taşlarını topladı. Alman Ekspresyonist sinema akımından etkilendiğini açıkça gösteren bu çalışması ile birlikte kendi tarzını yavaş yavaş oturtmaya başladı. 

1926’da meslektaşı Alma Reville ile evlendi ve ikisi bu sektörde sık sık birlikte projelere imza attılar. 1929’da, ünlü filmlerinden biri olan “Blackmail” üzerinde çalışmaya başladı. Stüdyo, bunu İngiltere’nin ilk sesli filmlerinden biri yapmaya karar verdi ve film elbette ünlü yönetmenin kariyerinin temel taşlarından biri oldu. Bu başarı grafiği artarak devam etti ve 1930’ların sonlarında Alfred Hitchcock sinemanın en önemli yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmeye başlandı.

Sinema kariyerine İngiltere’de başlasa da, 1930’ların sonunda ABD’ye gitti ve 1956 yılında da Amerikan vatandaşlığına geçdi. Uzun seneler yaşamını California’da sürdürdü.

Korku, gerilim ve fantastik ögelerle süslediği, aralara da sinsi ve zeki espriler kattığı tarzına kariyerinin her döneminde sahip çıktı usta yönetmen. Filmlerinin genel formülü, masum bir karakterin, kendi kontrolünün dışında gelişen korkutucu olaylara maruz kalması denebilir. Kadın ve erkek arasında yaşanan aşka da şüpheli bir şekilde yaklaşan yönetmen, genel olarak iki karşı cins arasındaki uyumsuzluklar üzerinde durmuş.

Filmlerinden dördü Oscar adayı olsa da yalnızca yönetmenin ilk Amerikan filmi olan “Rebecca”, Akademi Ödülleri’nde “En İyi Film” Oscar’ını kazanmış. Ama Hitchcock, hiç “En İyi Yönetmen” Oscarı’na layık görülmedi tuhaf bir şekilde.

Jamaika Hanı / Jamaica Inn (1939)
Gerilim sinemasının ustası Hitchcock‘tan başarılı aksiyon sahneleri ile dolu bir macera filmi!
Filmleri günümüzde de etkisinden hiç bir şey yitirmeyen usta yönetmen Hitchcock’un kariyerindeki en önemli dönüm noktasına denk gelen "Jamaika Hanı", nefes kesici sahnelerle dolu bir macera filmi.

Jamaika Hanı’nda kendilerine sığınak bulan bir grup korsan, batırdıkları gemilerin mürettebatını öldürüp mallarını yağmalamaktadır. Ailesini yitirince eniştesinin yanına, Jamaika Hanı’na yerleşen genç ve güzel Mary, burasının ne tür bir yer olduğundan ya da eniştesinin de korsanlık yaptığından habersizdir.

Batan gemilerle ilgili gerçeğin ortaya çıkarılması için Londra’dan gönderilen James de aynı hana yerleşir ancak kim olduğunu öğrenen korsanlar tarafından saldırıya uğrar. Mary’nin yardımıyla kurtulsa da korsanlar artık ikisinin de peşindedir.

Jamaika Hanı, Alfred Hitchcock‘un Hollywood kariyerine başlamadan önce ülkesi İngiltere’de çektiği son filmdir.
1940’larda yönetmenin tarzında hafif oynamalar oldu, romantik komedi bile çekmiş. Bakınız “Mr. & Mrs. Smith”, ki bildiğimiz son dönem Mr. & Mrs. Smith’inden çok farklı bu. “Spellbound”, Salvador Dali tarafından tasarlanmış rüya dizgisi ile zenginleşmiş bir psikoanaliz filmidir. Siyasi olaylara, Nazilere, yeraltı kaynaklarına konu olarak yer verdiği “Notorious” da yine bu dönem çalışmalarından biri olarak büyük başarı kazandı. Hatta o kadar hassas konulara değindi ki yönetmen, CIA tarafından gözetim altında bile tutuldu. 1948’de ise ilk renkli filmi “Rope”’u çekdi. “Rope”un bir diğer özelliği de film makaralarını değiştirmek için verilen aralar hariç tamamen kesintisiz çekilmiş olmasıdır. Bu makara değişimleri de bir oyuncunun sırtından geçiş, kamerayı karanlık bir yerden geçirmek gibi gayet yaratıcı yollarla gizledi. Bir cesedin olduğu evde verilen partiyi konu eden, son derece sıkı bir filmdir ayrıca.

Hitchcock kariyerinin son dönemlerinde bir parça ağır filmler yaptı. Hani film eleştirmenlerinin öve öve bitiremediği, ama standart izleyicinin hiçbir şey anlamayıp kendini kötü hissettiği filmlerden. Hatta Fransız Yeni Dalga akımı yönetmenleri ve eleştirmenlerinin hoşuna gidecek çalışmaları bile oldu. Yönetmenin filmin yapımına getirdiği artistik değere inanan ve normalde pek bir şey beğenmeyen Fransızlar, Hitchcock’a kucak açmışlar. Hitchcock, 80 yaşındayken Los Angeles’taki evinde öldü.