‘Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü alan Qutinen, sinemayı nasıl gördüğünü ve Aki’yi anlattı.
Avrupa sinemasının güçlü seslerinden Finli yönetmen Aki Kaurismäki, müdavim oyuncularından Kati Outinen ile birlikte bugüne kadar çok filmde çalıştı. Bunlardan dokuzu 18 Aralık’a kadar İstanbul Modern Sinema’da gösteriliyor.
1986 yapımı ‘Cennetteki Gölgeler’le başlayıp, Outinen’e Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü getiren ‘Geçmişi Olmayan Adam’la devam eden ve Finlandiya’nın 2012 Oscar adayı olan ‘Umut Limanı’na kadar süregelen bir ortaklık bu. Kati, bu program vesilesiyle İstanbul’a geldi, biz de sorduk, Aki nasıldır, nostalji nedir…
Aki ile çalışmak nasıl bir şey?
25 yıl olmuş. Aramızdaki kesin olan şey güven. O bana güveniyor, ben ona güveniyorum. Filmler dışında pek görüşmüyoruz. Bazen onu özlüyorum. Cevabını sadece ondan duymak istediğim sorular oluyor.
Çok iyi bir sinemacı olur da zor insandır…
Basın toplantısı ya da medyatik durumlarda zorluk çıkarabiliyor. Ama film söz konusu olduğunda konusuna odaklı çalışan, mükemmelliyetçi bir yönetmen. Setteki herkesin iyi hissetmesi için gayret eder.
Bir izleyici olmanı istesem, Aki’nin sinemasının özünde ne yatıyor, anlatabilir misin?
O hep ortalama insanın tarafında oldu. Fakirlerin hayatlarına karşı nazikti, bir çöpçü de olsa hayatının bir değeri olduğunu söyledi. Karakterlerine hep hürmet etti. Sanıyorum hepimiz bir şekilde sayılmak isteriz. Bence bu, dünyanın her yerinde geçen bir his.
Siz de çoğu filmde proletarya sınıfını temsil ettiniz: Süpermarkette kasiyer, kibrit fabrikasında işçi, garson… Gerçek hayatta hikâyeniz nasıldı?
Benim yarım işçi sınıfından, yani babam fabrika işçisi. Annem ise akademisyen. Nadir görülecek bir buluşma. Ben de onların ürünüyüm.
Aki’nin sinemasında hep bir kayıp, yitirilmiş duygusu var. Tasvir edilmesi güç, giden gitmiş, arkasında boşluğu kalmış gibi…
O şey aslında geçmiş. Bence Finlandiya’da, bu tüm dünya için de geçerli olabilir, insanların birbirini gözettiği, saydığı bir zaman vardı, 30 yıl öncesi. Özellikle Soğuk Savaş’tan sonra toplum olarak var olmak başka bir şey, insanlar arasındaki ilişkilerin çöktüğüne inanıyorum. Bireysellik aslında: Sadece kendinle, iyi ihtimalle bir de ailenle ilgileniyorsun. Ben de o günleri özlüyorum. O zaman bana bir şey olsa birinin yardım edeceğini bilirdim. Bugün ise aynı şeyi söyleyemem. Bunu kaybettik. Gerçi dünyada halen çevresiyle ilişki kurmaya, ortak bir yaşam sürmeye inanan insanlar var.
Nostalji de buradan mı çıkıyor? Karşı konulamaz ve yenilemez bir hasret, modernizmin ruhumuzda açtığı çatlakları kapatmaya çalışma…
Evet, geri çevrilemez zamanı durdurmak için bir özlem! Bu bir salgın olabilir. Ben de hep şimdiki anda yaşadığımı düşünüyordum, ama aslında son birkaç yıldır özellikle geçmişte ikamet ettiğimi hissediyorum. Eski günlerin aynen gelmesini istemiyorum, onlar gitti. Ama o toplum bütünlüğünü, dayanışmanın olmasını çok isterdim. Ben gerekmedikçe bilgisayar kullanmıyorum, Facebook’ta yokum ve bu bir noktadan sonra insanı telaşlandırıyor. Örneğin internetin yoksa film bileti ya da doktor randevusu alamıyorsun. Bu korkunç! Ve tüm bunlar sadece son 10 yılda oldu.
Aki’ye göre gerçek sinema siyah beyaz olan. Sizce?
Buraya gelirken uçakta bir film gösteriyorlardı, Julianne Moore oynuyordu. Kulaklığımı takmadan arada sırada ekrana bakarak takip ettim ve kendi kendime “Bu film değil, filme çekilmiş diyaloglar” dedim. Her sahnede birileri konuşuyor, ya otururken ya ayakta ya arabada, durmadan konuşuyorlar. Vücut dilinden bir şey anlama şansın yok. Bence iyi filmler görselliğiyle belirleyici olan filmler. Mesela Emir Kusturica’nın ‘Çingeneler Zamanı’ filmini bir festivalde izlemiştim. Altyazılar yoktu, film de bilmediğim bir dilde. Yani kelimeler anlamsızdı benim için. Çok acayip bir deneyimdi, çünkü her şeyi anlamıştım. Sesler, duygular, oyunculuk, ufak mimikler. Bence film öyle bir şey! Bu günlerde filmlerin çoğu safi diyalog…
Siz de ‘Umut Limanı’nda Fransızca konuştunuz. Nasıldı?
Korkunçtu! Zorlayıcı, hoş da bir tecrübe oldu, ama Fransızcayı 30 yıl önce okulda öğrenmiştim. Gittiğimde kafelerde, otellerde işimi görecek kadar konuşabiliyorum. Ama filmde Fransızca konuşarak oyunculuk yapmak için aynı şeyi diyemeyeceğim. Eğer oyunculuk bir denizse, kelimeler onun dalgaları gibi. Çok dikkat etmeye çalıştım, doğru telaffuz edeyim diye. Üstüne Aki’nin Fincesi gibi, Fransızca replikleri de günlük konuşmadan uzak. Biraz poetik, biraz minimal: İfadeler kısa, normalde daha çok kelime kullanırız. Kolay olmadı. Bir de genelde filmden önce repliklerimi tam tamına ezberlerim. Ama bu filmde sette bazı çevirmenler vardı, replikler üzerinde düzeltiler yaptılar: “Bu söz tam doğru olmadı” diyerek değiştirdiler. Ben o zaman dağıldım. Bilirsiniz, küçük bir değişikliği kafanızda tutmak daha zordur. Beni hayli yordu.
En sevdiğiniz Kaurismäki filmi hangisi?
Üç tane var: ‘Cennetteki Gölgeler’, ‘Kibritçi Kız’ ve ‘Sürüklenen Bulutlar’.
Kaurismäki’nin filmine canlı soundtrack
Finlandiyalı elektronik müzik sanatçısı Vladislav Delay, 17 Aralık akşamı saat 21.30’da Borusan Müzik Evi sahnesinde vereceği konserde Finli kült yönetmen Aki Kaurismäki’nin ‘I Hired A Contract Killer’ isimli filmine canlı soundtrack yaratacak. Borusan Kültür Sanat ve Kod Müzik işbirliğiyle düzenlenen etkinlik, Nova Muzak Serisi’nin ikinci konseri olacak. Glitch, ambient ve minimal tarzlar arasında dolanan müziğiyle kendine has dokusu olan bir sesler evreni yaratan Delay’in müziğiyle Kaurismäki’nin kareleri dinleyicileri tuhaf ve melankolik bir şehirde geçen bir filme yolculuğa çıkarmaya hazırlanıyor.
Radikal