Size Yağmur Bile Yasak!

Filmler
Ali Koca Film içinde bir değil üç film anlatan Bollaín, sömürge mantığının 500 yıl sonra bile değişmediğini etkileyici bir biçimde ortaya koyuyor. Bollaín’in ince geçişleri ve kurg...
EMOJİLE

Ali Koca

Film içinde bir değil üç film anlatan Bollaín, sömürge mantığının 500 yıl sonra bile değişmediğini etkileyici bir biçimde ortaya koyuyor. Bollaín’in ince geçişleri ve kurgunun yanına oyuncuların performansı da eklenince başka ellerde çok sakil duracak bu zorlu kombinasyon ustalıkla yansıyor perdeye.

Çok değil, daha geçen hafta İngiliz yönetmen Ken Loach ile yolu kesişmiş bir oyuncunun yönettiği ‘Serseriler’i izlemiştik. Peter Mullan, aynı topraklardan beslenen gençlik öyküsünü sert bir dille yansıtmıştı perdeye. Bugün ise Loach’un 1995 yapımı ‘Ülke ve Özgürlük’ filminde rol alan İspanyol kadın oyuncu Icíar Bollaín, ‘Yağmuru Bile’ (Tambien La Iluvia) adlı çalışmasıyla başka bir coğrafyadan çarpıcı bir öykü anlatıyor. İngiliz ustada şeytan tüyü var sanki. Yakında Eric Cantona’yı da futbol dünyasında dönen dolapları anlatan bir filmin yönetmen koltuğunda görürsek şaşırmayız!

Tüm payeyi Ken Loach’a verip Icíar Bollaín’e büsbütün haksızlık etmeyelim. İspanyol oyuncu/yönetmen, üçüncü uzun metraj filmi ‘Gözlerimi de Al’ ile esaslı meseleler peşinde koştuğunu göstermişti. Film içinde bir değil üç film anlatan ‘Yağmuru Bile’, Kristof Kolomb üzerinden Güney Amerika’nın nasıl sömürgeleştirildiğini anlatan bir film çekmek için Bolivya’nın yolunu tutan İspanyol film ekibinin hikâyesini ele alıyor. 2000 yılında bölgeye giden ekip, Güney Amerika’nın en ucuz işçi gücüne ve en çok ‘yerli’ nüfusuna sahip olduğu için Bolivya’yı seçer. 500 yıl öncesini anlatacak filmde muhalif bir yerliyi oynayan Daniel ise gerçek hayatta daha keskin bir muhaliftir. Çekimlerin yapılacağı Cochabamba şehrinde sonradan tarihe ‘Bolivya Su Savaşları’ adıyla geçecek ayaklanmanın ön safında yer almaktadır Daniel. Kolomb üzerine çekilen 500 yıl öncesinin filmiyle Daniel’in ‘su savaşı’ arasında pek bir fark yoktur.

‘ANLAMIYORSUNUZ, SU HAYATTIR’

Bolivya Su Savaşları için parantez açmak lazım. Zira bize biraz uzak bir konu. Yaklaşık bir buçuk yıl süren ve 2000 yılının Nisan ayında sona eren savaşın sebebi, Bolivya’nın üçüncü büyük şehri Cochabamba’daki su kaynaklarının/içme suyunun hükümet tarafından özelleştirilmek istenmesi. Dünya Bankası’nın baskısı nedeniyle kaynak oluşturmaya çalışan Bolivya hükümeti, su kaynaklarını ve işletmesini İtalya, İngiltere ve Amerika merkezli çokuluslu bir şirkete satınca şehirde kıyamet kopar. Yerli halk, kendi içme suyunun yabancılar tarafından alınıp sonradan kendilerine yüksek meblağlarla fatura edilmesine karşı çıkar. Bunun sonucunda da protestolar, yürüyüşler başlar, iş çatışmaya varır. Kanlı çatışmaların ardından anlaşmaya varılır ve çokuluslu Aguas del Tunari şirketi suyu halka bırakır. Yani, ‘Yağmuru Bile’ filmine dönersek, "Anlamıyorsunuz değil mi? Su, hayattır!" diyen Daniel ve arkadaşları kazanır.

İşte idealist yönetmen Sebastian ve ekibi böyle bir zamanda, Mart 2000’de varıyor Cochabamba şehrine. Kolomb’un sömürgeci tavrını anlatmak için yola çıksalar da ilk başta onlarda da yerli halka karşı bir ‘İspanyol kibri’ göze çarpar. Ancak olaylar ilerledikçe özellikle Sebastian ve Costa, 500 yıl öncesinin öyküsünde değişen bir şey olmadığını görür. Üstelik çektikleri filmdeki sahne ile içinde yaşadıkları zamanın, yani gerçekliğin sahnesi, Daniel’in tutuklanma anında birbirini aynen tekrar eder. Birinde gerçeğin kurgusu anlatılırken hemen peşi sıra kurgunun gerçekliği hayatın içinde vuku bulur. Ne bir eksik ne bir fazla. Kolomb zamanında yerli halkın ezilmesine sebep olan şey altın, 2000 yılında ise mavi altın, yani ‘su’dur. Sömürge mantığının 500 yıl sonra bile değişmediğini çok etkileyici bir biçimde gösteriyor Icíar Bollaín. En başta senaryo övgüyü hak ediyor. Film ekibinin kendi içinde yaşadığı sıkıntılar, Kolomb filmi, su savaşları ve Daniel’in kendi hikâyesi öylesine başarılı bir şekilde iç içe geçiyor ki, hayatın gerçekliği ile tarihsellik doğal olarak birbirini tamamlıyor. Hiçbiri diğerini engellemediği gibi hissetirmeden pekiştiriveriyor. Bollaín’in ince geçişleri ve kurgu da eklenince başka ellerde çok sakil duracak bu zorlu kombinasyon ustalıkla yansıyor perdeye.

Oyunculuklarda Gael Garcia Bernal görevini yerine getiriyor. Fakat Daniel rolündeki Juan Carlos Aduviri ve Bollaín’in ‘Gözlerimi de Al’da beraber çalıştığı başarılı İspanyol oyuncu Luis Tosar, Bernal’den daha iyiler. Müziklerde ise ‘Almodóvar filmlerinin müzisyeni’ diyebileceğimiz ama müzikleriyle İspanyol filmlerini güzelleştiren Alberto Iglesias yine usta işi bir performans sergiliyor. Asgar (Aşgar ya da Aşkar değil!) Ferhadi’nin ‘Bir Ayrılık’ı kadar olmasa da görülmesi gereken bir film ‘Yağmuru Bile’. Zira, böylesi bir filmin üç kopyayla gösterime girmesi kadar onu izlememek de insanı kahırlandırabilir!

ÇATI KATI

Maceraya gerek yok!

Uzakdoğu ya da Avrupa yapımı filmlerin Hollywood tarafından yeniden çevrilmesi artık alışılmış bir durum. Ancak Belçika yapımı bir filmin 1 yıl sonra komşusu Hollanda sineması tarafından yeniden çevrilmesi herhalde ilk defa oluyordur. Antoinette Beumer’ın yönettiği ve Anna Drijver, Katja Herbers, Kim van Kooten ile Barry Atsma’nın oynadığı ‘Çatı Katı’ (Loft), 2008 yapımı aynı adlı Belçika filminin Hollanda uyarlaması. Orijinali zaten çok da iyi olmayan filmin, Hollanda versiyonu ondan iyi sayılmaz. Üstelik bu suyunun suyu film, iki yıl sonra Hollywood tarafından yeniden çevrilecekmiş, bizden söylemesi! Beş evli arkadaşın sakladıkları gizli bir anlaşmaları vardır: ‘Kötü emellerini’ gerçekleştirmek için kiraladıkları ve sırayla ortaklaşa kullanacakları trend bir ‘çatı katı’. Bir kış sabahı, genç bir kadının cesedi beş kafadarın çatı katında bulununcaya kadar her şey iyi gidiyor gibidir. Hiçbiri, kadının kim olduğunu ve nasıl oraya girdiğini bilmemektedir. Polise gidip gitmemekte kararsız olan beş arkadaş, birbirini suçlamaya başlar. Olaylar ilerledikçe birbirleri hakkında düşündüklerinden daha az şey bildiklerini fark edeceklerdir. Uzak durmanız sizin yararınıza.

AŞKIN HALLERİ

Aşkın olmadık halleri

Michel Leclers’in yönettiği ve Jacques Gamblin, Sara Forestier, Zinedine Soualem ile Carolo Franck’ın oynadığı ‘Aşkın Halleri’ (Le Nom Des Gens / The Names of Love), haftanın romantik komedi filmi. Özgürlük düşkünü ve hümanist bir genç kadın olan Baya Benmahmoud, amaçsızca sürdürdüğü hayatında kritik dönemece gelince aniden tıkanır. Genel itibarıyla kendisi gibi yaşamayan insanların, özellikle de erkeklerin hayat tarzına karşı biraz takıntılı olan Baya, yolun yarısına gelmiş bilim adamı Arthur Martin’le tanışancaya kadar kendi çapında iyi sonuçlar elde etmiştir. Ancak Arthur ve Baya’nın ailelerinin yaşadığı trajedi silsilesi, onları birbirlerine yakınlaştırır. L’esquive’deki ve Aşkın Halleri’ndeki rolüyle Cesar Ödülü kazanan aktris Sara Forestier ile ‘Safe Conduct’ filmindeki rolüyle Berlin’de Gümüş Ayı kazanan oyuncu Jacques Gamblin’in başrollerini paylaştığı film, çok fazla bir şey vaat etmiyor.

İstanbul 40 köşe

Diyelim önünüze bir çanta dolusu para düştü. Talih kuşu mu kondu? Dualarınız mı kabul oldu? Bir çeşit yazgı mı? Yoksa hepsi birden mi? İstanbul’un dolambaçlı sokaklarında geçen ’40’ filmi işte bu soruların yanıtını arıyor. 13 milyon nüfuslu dev kentte birbirini tanımayan üç kişi kendilerine bir yol bulmaya çalışırken, kaderlerini değiştirecek bir çantanın peşine düşer. Emre Şahin’in yönettiği ve Ntare Guma Mbaho Mwine, Deniz Çakır, Ali Atay ile Rıza Akın’ın oynadığı filmde olaylar ummadık şekilde gelişir. Metin (Ali Atay), Doğu’daki köyünün geleneksel dünyasından İstanbul’a kaçar ama hayat burada da kolay değildir. Bir yandan taksi şoförlüğü yaparken, bir yandan da sosyeteye uyuşturucu kuryeliği ile ‘geçimini’ sağlamaya çalışmaktadır. Ona sorarsanız sağlamından bir beddua almıştır. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, işleri hep daha kötüye gitmektedir. Ama bir gün karşısına çıkan bir çanta her şeyi değiştirir. Godwill ise tam tersine, Allah’ın sevgili kulu olduğuna inanmaktadır. İnsan kaçakçılarının eline de bu ‘saflığı’ yüzünden düşer.

Zaman Gazetesi