Sinemaya Yön Veren Filmler: Performans

Filmler
David Lynch’in ‘iki hikayeli film modeli’nin fikir babası. “Performans”, hippi yaşamı ile gangster yaşamını üst üste kurgulayarak bir karakterin kimlik bölünmesini zeki v...
EMOJİLE

David Lynch’in ‘iki hikayeli film modeli’nin fikir babası. “Performans”, hippi yaşamı ile gangster yaşamını üst üste kurgulayarak bir karakterin kimlik bölünmesini zeki ve gizemli bir dille inceliyor. Buna ulaşırken anlatısını kurgu teknikleri üzerine kurması da, suçla ilgili dertlerini söyleme şekliyle çığır açmasını sağlıyor. Sub-noir (serbest olarak bellekte gezinen kara film) dediğimiz alt türün başlangıcı anlamına gelen yenilikçi bir gangster filmi! Aynı zamanda hippi kültürünün nasıl anlatılacağına dair bir sinema dersi.

Chas (James Fox), sorunları olan bir Doğu Londra gangsteridir. Patronunun ona kazık atması sonrasında işinden soğur. Sığınacak bir yer ve kaçacak bir delik aramaya başlar. Karakterimizin gizemli bir adam olan Turner’ın (Mick Jagger) misafir evine girişi ise kafalarda soru işareti bırakan bir şekilde olur. Peki bu rock yıldızı ile tanıştığında ne gibi şeylerle karşılaşacaktır?

Biçimci yönetmenlik stilinin fikir babalarından Nicolas Roeg imzalı, bir sub-noir ya da mystery-noir (gizem-kara film türlerinin kırması) örneği. Yani bellek ya da gizemi merkezine alan suç filmi denemesi denebilir. Öyle ki burada 60’ların sonunda o hippi alt kültürünün yükseldiği, özgürlükçülüğün tavan yaptığı dönemden bir gangster hikayesi anlatılıyor. Böylece karşımıza David Lynch filmlerinin gangster filmi versiyonu çıkıyor.

Bir gangster ile bir rock yıldızının ayrı ayrı hikayelerini ele alan bir kimlik bölünmesi filmi “Performans”. Eldeki eserin, bu noktaya ulaşırken seyircisini önemsemeyerek ters köşeye yatırması da değerini perçinliyor. Gerçek bir sanat ya da yönetmenlik şaheseri olmasına yol açıyor. Ortadaki işkence sahnesindeki kan ile hippilikten fışkıran kırmızı boyanın iç içe geçirildiği bölümü izlerseniz, bu eserin değerini anlama şansına kavuşabilirsiniz.

İşte beş maddede bu gangster filmi başyapıtının özeti:

1-Her şey sansürle başladı

1960’ların sonunda hippilik müessesesinin zirve yaparak bütün dünyada rock müziği, festivaller, özgür seks ve eklektik yaşam yapısı üzerinde hakimiyet kurduğu kabul edilen bir geçketir. 1968’de üretilen “Performans” da bu konunun en sinemasal temsili ya da en başarılı beyazperde karşılığı olarak görülebilir. Öyle ki “Pysch-out” (1968), “The Trip” (1967), “Easy Rider” (1969), “The Big Cube” (1969) gibi ‘uyuşturucudan etkilenen karakterlerin ruh halleri’ odaklı akan filmlerin içinden farklı ve devrimci bir sinema dozajı çıkarmayı bilmiştir bu eser.

Gerçek anlamda o yıllarda çekilen “Dönüşü Olmayan Yol” (“Point Blank”, 1967) adlı renkli kara filmi yani nam-ı diğer neo-noirı başlatan eserle birlikte bu konudaki en vizyon sahibi çalışmadır. Nicolas Roeg’un İngiliz sinemasının ‘biçimci’ ekolündeki yerini garantilemesinin yanında Donald Cammell’ı ikinci yönetmenlik koltuğuna yerleştirmesi ise, bunun içine psikolojik bir dünya eklemesine yarayıp buradaki başarıyı taçlandırmıştır.

Öyle ki esasen İngiltere’de ‘performer’ yani ‘oyuncu’ olarak anılan gangsterlerin dünyasından bir eser sunarken, bu ismin anlamını gerçek anlamıyla karşılamasının yanında David Lynch’den David Fincher’e uzanan sayısız ismi etkilemesi de şaşırtıcı değil. Zira karşımızda hem suç filmlerinin değiştiği renkli dönemin bakışını, hem alt kültürün devreye girdiği sosyolojik atmosferi, hem de sinemanın hikaye anlatma aracından ziyade yönetmenlik sanatı olduğu gerçeğini kavrayabilen bir eser var.

Hakkıyla da ‘hippi filmleri’nin arasında en sinemasal ve özgün olanı olarak sıyrılmayı başarıyor. Bu noktaya ulaşırken aştığı engellerin sayısı ise saymakla bitmez. Zira “Performans”ın macerası daha en baştan, Warner Bros.un ‘Mick Jagger odaklı, müzikli bir film çekeceğiz’ görüşü ışığında projelendirilmesine karşın yönetmenlerin belleksel bir gangster filmi başyapıtı servis etmesiyle start alıyor. Anlayacağınız Beatles için üretilen “Hard Day’s Night” (1964) benzeri bir şey yapılması için yola çıkılsa da çok farklı bir yöne sapılmış.

Bu da elimizdeki eseri, gerçeküstücü ve psikolojik evreniyle çoğu kesim tarafından anlaşılamayan, genel kitle karşıtı bir yapıyla karşımıza çıkarmış. Bu sebeple de yönetmenlerin ilk olarak 40 dakika daha uzun bir versiyonla çıkageldikten sonra ‘Hem uzun hem de Mick Jagger 45. dakikaya kadar görünmüyor!’ tepkisini almalarıyla birlikte 101 dakikaya indirdikleri “Performans”, ortaya atılan bir tutam Jagger parçası ve daha rafine haline karşın, bu haliyle bile suç filmi haritamızdaki yenilikçi etkilerini bırakmakta sıkıntı çekmiyor.

2-60’ların suç dünyasındaki iki perde üzerine

Aslında bu durumun ışığında ortaya çıkan sonucun, fazlasıyla erotizm ve şiddet dozu yüksek bir sinema ürünü olduğu söylenebilir. Öyle ki burada üçlü seks sahnesinden çıplaklığa, işkence sahnesinden heteroseksüel seks sahnesine kadar birçok ‘sansür’ zorlayıcı öğe var. Bu durum da 1960’ların sonunda çıkan hippi filmlerinin arasından 1968’de çekilerek sıyrılmasına yarıyor eldeki eserin. Elbette toparlanıp son halini alması 1970’i bulduğu için, “Performans”ı o yılın filmi sanıyoruz. Sinema tarihindeki yeri de öyle şekillenmiş normal olarak.

Ancak nihai sonuçta ortada, etki skalasına Fransız Yeni Dalgası’nın ahlaki yargılara ve sansüre karşı vizyonunun da dahil olduğu bir eser var. Buna istinaden filmin böylesi sahneleri ‘özgür seks odaklı alt kültür’ü incelemekten ziyade böylesi bir hedef doğrultusunda şekillendirdiği söylenebilir. Aslında bunları ele alırken ulaştığı noktanın bir hayli stilize ve zaman zaman hayali olduğunu söyleyerek de, her birinin ‘sanat için’ kurgulandığı gerçeğini ortaya koyabiliriz.

Tabii kesilen kısımların 16 mm halleriyle içeriye sonradan dahil edildiklerini de vurgulamak lazım. Öyle ki filmin elinize ulaşan 40 senelik DVD kopyasında bu kısımların normale göre daha grenli bir şekilde karşımıza çıktığını görebiliyoruz. Şu anda başka bir versiyonuyla izlemek de mümkün değil zaten “Performans”ı.

Buradan tekrar ‘sanat için’ olma kısmına dönersek bu doğrultuda filmin iki bölüme ayrıldığını hemen belirtelim. Öyle ki Roeg-Cammell ikilisi burada iki karakterin izini sürmüşler. James Fox’un canlandırdığı Chas, bir gangster; Mick Jagger’ın can verdiği Turner ise bir rock yıldızı. Aslında normal şartlarda burada ‘gangsterlik mesleğini bırakmak isteyen bir gangsterin hippileşme süreci’ ele alınıyor. Yani ana cümle bu.

Ancak yönetmen, yukarıda da öne sürdüğümüz üzere gözüken anlamdan ziyade yan anlamlarla uğraşmak istiyor. Bu doğrultuda da bu ikilinin iç içe geçen hikayelerini tek bir karakterin psikolojisi ışığında ele almayı tercih etmiyor “Performans”. Aksine bu durumu, iki ayrı bölüm haline getirip David Lynch’in “Kayıp Otoban”da (“Lost Highway”, 1997) yaptığının fikir babası olmak istemiş. Gözüken iki karakterden aslında tek kişi çıkarmış.

Bu da 60’ların suç dünyasındaki gangsterlik ve hippilik müesseselerinin üzerinden özgün bir gangster filmi çıkarmasına yaramış yönetmenlerin. Bunlardan birinin şiddet, diğerinin uyuşturucu (ki farklı uyuşturucu şekillerine, toz olandan mantara kadar uzanan bir şekilde rastlamak mümkün) ışığında işlerini halletmesi de belli ki bu iki bölümün ayrımı konusunda önem arz etmiş.
 

3-İki karakter bir benlikte

Bunları söylemek kolay aslında ancak uygulamaya geçirmesi zor. ‘Nasıl yapmış?’ diye soracak olursanız, ilk olarak Chas karakterinin, üst açı, alt açı, çok yakın plan, ara plan gibi öğeler ışında gangster dünyasının içinde psikolojik açmaza düştüğü hikayesinin ele alındığını not düşmemiz gerekir.

Bu kısımların kapkaranlık çizilmesi tercih edilirken, son derece karamsar bir hale getirilmeleri de istenmiş. Buradaki tek bir halüsinasyon sahnesi bile, siyah-beyazdan başlayıp balık gözü objektifin katkısıyla patronun alt açı ile ‘büyükleştirilmesi’ ya da ‘yüceleştirilmesi’ doğrultusunda devreye girmiş.

Ancak yönetmenlerin “Performans”ın ortalarında araya bir anda Chas’ın işkenceye uğradığı sekansı sokmalarıyla birlikte her şey değişiyor. Öyle ki filmin bu ilk 45 dakikasının son dörtlüğünde ‘ben mafyadan kaçacağım’ diyen karakterin gerçek anlamda psikolojik terapiye ya da ayine girdiği o hippi evine geçiyoruz. Aslında ana kapısından girmenin imkansız olduğu bu mekana Chas’in Turner’dan ziyade onun kadınlarından birinin katkısıyla anca giriş yapabildiği görülebiliyor.

Bir süre de Turner ile karşılaşmaması aslında tesadüf değil. Öyle ki yönetmen ilk tanışmayı tavanında ayna olan odanın bu motifini metaforlaştırarak yapmayı seçmiş. İkilinin çerçevenin köşelerine yerleştirilmesiyle dokunan bu sekans adeta bir biçim ustalığı sunuyor. Bunun devamında da bu ‘psikolojik çift’in düşüncelerinin aynı olduğu anlarda görüntü bindirme tekniği ile aynı cümleleri söylemelerinin sağlandığı görülebiliyor. Karaktersel dönüşüm gerçekleşirken, yani peruklu Chas’e geçilirken ise Turner’ın dışarıdan ‘mentörlük’ yapar hale sokulması tesadüf değil. Zira böylece bu kara filmsel kimlik değiştirmenin ilk adımları atılmış oluyor.

Aslında Roeg-Cammell ikilisi ilk bölümdeki karanlık evreni son kısımda olabildiğince renkli hale getirmek için uğraşmışlar. Hepsini de ‘kara film’ dokusunun içinde çok ileriye gitmeden gerçekleştirmeyi seçmişler. En başta evin sanat yönetiminin gerçek anlamda ‘kitsch’ (bayağılık estetiği) anlamının altını doldururken, her yerden fışkıran yeşil, kırmızı ve mavi ışıkların da buna katkı yaptığı söylenebilir. Adeta bir ‘vampir yatağı’ gibi çizilen Turner’ın mekanında ise tartışmalı seks sahnelerinin cereyan etmesinin yanında, onunla Chas’in uzun süre karşılaşmaması da normal.

Chas, özellikle evin neresinde olup olmadığını bilmediğimiz yabancılaşmış bir bölgede yalnızlaştırılırken Turner’ın konformizmi sürekli öne çıkarılıyor. Bu noktalarda genelde orta plan tercihlerinin hakim hale gelmesinin yanında yapay renkler de sürekli devreye giriyor. Mafya patronuna dair halüsinasyon sahnesi ise bu sefer ‘Mick Jagger’ın müzikal performansı’ ile yer değiştiriyor.

Yani gerçek anlamda pespaye bir performans sahnesi dokumaktan ziyade, mafyanın çıplak ve çok eşli hale gelmesiyle finişe varıp dikkat çeken bir sekans üretmiş Roeg-Cammell ikilisi. Nihai sonuçta ise bu iki karakterin tek bir karaktere bürünmesi tesadüf değil. Aksine o zamana kadar sinemasal bilinç ile kavranması gereken bir sürpriz.

Zaten yönetmenler gangster ve hippi dünyasının arasında çok büyük farklar kurarak bu kimlik bunalımı meselesini uç noktalarda yaşayan adamın, Turner veya Chass’in dünyasını ele almak istemişler. Bunu da İngiltere’nin hippilik ve gangsterlik sorunlarını öngören bir yapıya kavuşturmuşlar. Bu noktada suçun ‘kimlik bölünmesi’ ile bertaraf edilemeyeceği gerçeğine varılması da bir söylem depoluyor “Performans”ın dramatik yapısına.

4-Tempo ve kafa karıştırıcı son

Tabii buraya gelene kadar filmin kurgucusu ve görüntü yönetmeninin, baştaki stil güdüsü aşılayan isimlere destek verdiği söylenebilir. Öyle ki “Performans”ın hikaye anlatma duygusu daha çok paralel kurgu (cross-cut) ve ara plan (intercut) teknikleri ışığında dokunuyor. Açılışta bir mafya arabasının yol alması ile Chas’in seks sahnesinin karelerinin hızlı bir şekilde iç içe geçirilmesi de bu duruma start veriyor.

Ardından mahkemenin girişinde bekleyen karakterimizin bir şekilde orada olup bitenleri yine hızlı kurgu ile görmesini izliyoruz. Bu doğrultuda da karşımıza alt açı ile çekilen tanık jürisi çıkıyor. Onların kararmasının da aslında temponun yükselmesine yol açtığı söylenebilir. Elbette bu duruş ortalardaki ‘reenkarnasyon’u tetikleyen işkence sahnesi için de geçerli. Karakter yoldayken bir anda ara plan olarak duvara serpilen kırmızı kan ve boya ile start alıyor bu kısım garip bir şekilde.

Ardından kısa bölümlerde Jagger’ın (Chas) boya yapıp pop-art gayesi aşıladığını, Fox’un ise eve yavaş yavaş gelmesi ile birlikte şiddete maruz kaldığını görüyoruz. Oradan kurtuluşun da yine aynı şekilde kısa planlar ve kurgu güdüsü sayesinde aktif hale getirilmesi sürpriz değil. Zaten filmin meşhur iki halüsinasyon sahnesi de önemli anlar sunuyor. Bunlardan birincisinde Fox’un bir anda renkliden açılarak siyah-beyaza geçmesi, onun devamında balık gözü objektif ile patronunu görmesi, ardından da normal hayata dönülmesi bir ‘mafya dünyasından bıktım!’ haykırışı olarak algılanabilir.

İkincisi ise bir şekilde Chas’in dünyasından oraya bir plağın ortasındaki boşluktan girilip tiplemenin at kuyruklu hali ile masada oturması ve şarkı söylemesiyle start alıyor. Bunun devamında gölgeler ile kapatılan mafya bireylerinin yavaş yavaş soyundurulması ve finişin Lynch filmlerinde gördüğümüz üst açıyla sürreel ve kırmızı bir odada yapılması bir hayli çarpıcı.

Aslında tüm bunlar oluşturulurken balık gözü objektifin hakim rolü, yakın planların kullanım becerisi, aynaların psikolojik açılıma göre kalıp değiştirmeleri ve paralel kurgunun birincil sıraya geçmesi önem arz ediyor.

Nihai sonda bir anda Fox’un kendisini, yani alt benliği olan Chas’i vurmasıyla birlikte plağın ortasındaki boşluktan hiçbir şey olmamış gibi dışarıya geçilmesi, ardından da vurulan Chas ile Fox’un peruklu halinin yerine geçen Mick Jagger’ın üst üste bindirilmesi, filmin amacını belli eden bir durum. ‘Hippisel dönüşüm’ün tamamlanmasını sağlıyor.

Yani Roeg-Cammell ikilisi tempo ve kurgudan bir sinema dili yaratarak yönetmenlik adına zirve yapmışlar burada. Bu sayede de gangster dünyasının ve hippi kültürünün suça meyletmesini taşlamayı becermişler. Bu doğrultuda kurdukları evren ve film modeli de bir ömre bedel adeta. Bundan eşcinsel alt metinler çıkarmak da mümkün elbette.

5-Takipçileri

“Dehşetin Nefesi” (“Jacob’s Ladder”, 1990), “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) gibi bellekte dolaşan kara filmlerde uzaktan etkisi olmuştur.

Ama özellikle “Mulholland Çıkmazı” (“Mulholland Dr.”, 2001), “Kayıp Otoban” (“Lost Highway”, 1997) gibi eserlerin üzerinde ve David Lynch’in sinema yaklaşımında belirgin bir baskı kurduğu gerçek. Onların izini süren “Ben Öteki Kadınım” (“Ich bin die Andere”, 2006), “Şüphe” (“Istoria 52”, 2008), “Karanlık Cennet” (“L’Autre Monde”, 2010) ve “Dönüşüm”ü (“Ne te Retourne pas”, 2009) de örnek gösterebiliriz.

Biçimci yönetmenlik stili olarak ise devam ettirdiği İngiliz ekolünden, Ken Russell’ın özellikle “Tommy”si (1975) ve Tony Scott’un “Açlık”ı (“The Hunger”, 1983) örneklendirilebilir. Tabii “Trainspotting” (1995) gibi İngiliz hippi ve uyuşturucu psikolojisini ele alan filmlerin ve modern gangster filmi denemelerinin de fikir babalarındandır “Performans”.

Nereden bulabiliriz?

Türkiye’de DVD’si çıkmadı. Ama amazon.com’dan İngilizce altyazılı kopyasına ulaşabilirsiniz.

Kimlik:

Performans (Performance)
Yapım yılı: 1970
Yönetmen: Nicolas Roeg, Donald Cammell
Oyuncular: James Fox, Mick Jagger, Anita Pallenberg, Michele Breton, Ann Sidney, Johnny Shannon
Senaryo: Donald Cammell
Önemli Ödül Adaylıkları: BAFTA’1971: En İyi Kurgu
Bütçe: 750.000 paund