Simit, Çay ve Taksileri Sevelim

Filmler
Batılı sanatçılar bu ülkeyle, özellikle de İstanbul’la ilgili bir iş yaptıklarında biz buralılarda ister istemez algıda seçicilik devreye giriyor; ne kadar oryantalist, klişelere ne kadar yaslan...
EMOJİLE

Batılı sanatçılar bu ülkeyle, özellikle de İstanbul’la ilgili bir iş yaptıklarında biz buralılarda ister istemez algıda seçicilik devreye giriyor; ne kadar oryantalist, klişelere ne kadar yaslanmış, şehrin ruhunu yakalayabilmiş mi yoksa ‘turist’ mi kalmış gibi sorularla bakılıyor ortaya çıkanlara. Belki de bir şehirde yabancı olmanın tam da oraya ait olamamak, ruhunu pek yakalayamamaktan geçtiğini unutuyoruz ama define avına çıkmış gibi ‘yabancının Türk klişesi’ni aramaktan da vazgeçemiyoruz o işlerde.

İstanbul’da dokuz ay

İki kadından oluşan İngiliz kumpanyası ‘Chasing the Green Man’ dokuz ay İstanbul’da ikamet ettikten sonra, video sanatçısı Andrew Askew’yla ortak bir çalışma olan ‘Ben Geldim Gidiyorum’u yaratmış. Oyundan çok performansa yakın çalışmada bir öykü var belli belirsiz: Kızlardan biri bir Türk erkeğine aşık olup gelir İstanbul’a, diğeri gezmeye. Tanışırlar ve İstanbul macerasını beraber yaşarlar. Bu çerçeve içinde performans, sanatçıların İstanbul’la ilgili yakaladıkları bazı özellikler üzerinde oynadıkları episodlar şeklinde gelişiyor.

Bunlar çay, simit, trafik sıkışıklığı, sarı taksiler, sokak köpekleri ve Sultanahmet civarında “yu ar biyutiful leydi” tarzı turist askıntısı olan adamların konuşmaları. Klişe değil mi? Evet ama bize göre. Performans olarak bakıldığında bazı bölümler gereksiz uzun ve repetitif, video çalışması da çok parlak değil. Ama trafik sıkışıklığını sembolize eden kısım ve ses kayıtları oldukça başarılı. Turistik klişelere de razıyım da dokuz ayını sırf bu amaçla İstanbul’da geçiren bir kumpanyadan daha yaratıcı ve zengin bir iş beklemek de hakkımdır sanırım. [Radikal]