Kahramanımı Press’te gördüm

Filmler
Gazeteciliğin ateşten gömlek giymekle eşdeğer olduğu yıllara tekabül eder 1990’ların başı. Hele hele haberin peşinde koşulacağı yer Doğu ve Güneydoğu ise, giyilen o gömlek bazen kefene de dönüşe...
EMOJİLE

Gazeteciliğin ateşten gömlek giymekle eşdeğer olduğu yıllara tekabül eder 1990’ların başı. Hele hele haberin peşinde koşulacağı yer Doğu ve Güneydoğu ise, giyilen o gömlek bazen kefene de dönüşebilir. İşte yakın döneme damgasını vuran olaylardan biri, OHAL koşullarında ölümü ensesinde hisseden Özgür Gündem gazetesi Diyarbakır bürosunun yaşadıklarıdır. Geçen hafta bu dönemin kahramanlarının anlatıldığı Press filminin galasındaydım.

47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden iki ödülle döndü bu film. Press, Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü, başrol oyuncusu Aram Dildar’a (Fırat) da Behlül Dal Jüri Özel Ödülü verildi. Filmi izlerken Gündem’in bağrından çıkan biri olarak bir an için Diyarbakır bürosunda hissettim kendimi… Gazetecilik adımlarını, Fırat’ın karakterize ettiği ofisboylukla attım. Gerçeğin peşinde koşan o isimsiz kahramanların masasını temizledim, kahvaltılarını hazırladım, filmlerini tab ettim, JİTEM’cilerin amansız takibinde kargoları merkeze ilettim… İzledikçe köyü yakılan, gözaltında işkence gören, haksızlığa uğrayanların sesi olanlara hayranlığım bir kez daha pekişti… Bir diğer yanım ise hüzünlendi… Salonda, muhabirlerin ensesinde patlayan o kurşun sesleri çok tanıdıktı. 20 yıl önce o bürodaydım ve Özgür Gündem’e sıkılan kurşunların ilk hedefiydim ben de… En sevdiğimi aldılar… Üstelik bir metre ötemde… Fırat gibi henüz 17 yaşındaydım… Canıma, kahramanıma kıydılar Diyarbekir kuçelerinde… Yitirdiğimiz öz be öz dayım, Özgür Gündem’in öldürülen ilk muhabiri Hafız Akdemir’di… Filmde isimler sembolik olsa da karakterler gerçekti. Alişan’da Burhan’ı (Karadeniz), Faysal’da Hafız’ı (Akdemir), Fırat’ta ise kendimi gördüm.

İnsanlık sürükleniyordu

Anlatılması zor koşullar altında, sürekli hayati tehlikeyle karşı karşıya, toplumu bilgilendirmeyi esas alan bir gazetecilik deneyimini inceleyen Press, Kürt sorununun, başlangıcından bu yana, belki de en sarsıcı sonuçlara mâl olmuş karanlık bir dönemine ışık tutuyor. Filmde 1992 yılında Türkiye ile Almanya arasında silah ambargosuna neden olan bir sivilin Alman panzeri tarafından yerlerde sürüklenme haberinin perde arkası da yer alıyor. Vahşeti görüntüleyen başka bir gazeteci haberi kendi gazetesinde yayımlatamayınca Özgür Gündem’in yolunu tutuyor. O fotoğraf ‘İnsanlık sürükleniyor’ başlığıyla manşete taşınıyor.

İstanbul merkezli Gündem gazetesinin Diyarbakır bürosunda çalışan 7 kişiden biri de Faysal’dır. 30 yaşındaki Faysal, yaptığı bir haberde orduyla ilişkisi olan bir çetenin izine rastlar. Çete, bölgedeki birçok cinayetin zanlısıdır. Çete haberinden sonra tehdit telefonları almaya başlayan Faysal, olayın üzerine gitmeye devam eder. Sonu enseden tek kurşundur. En etkileyici sahnelerden biri de Alişan’ın Dicle Nehri kenarındaki Hevsel Bahçeleri’nde katilini görüntülerken öldürülmesidir. Aslında daha pekçok özdeşlik kurabilirim. Ancak Press’i mutlaka gidip izlemek gerekir.

Toplumsal gerçekçi bir öykü

Özgür Gündem gazetesinin baskı ve infazlarla gölgelenen tarihini Diyarbakır bürosu ve çalışanlarının 90’ların başındaki deneyimi üzerinden yansıtan film, 90’lardan bugüne farklı isimlerle yaşamaya devam eden ‘Özgür Basın Geleneğinin’ bir dönemini kayıt altına alan toplumsal gerçekçi bir öykü olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca filmin karakterlerini ve hikâyesini ele alırken, filmin, gündelik yaşamla siyaseti, mesleki sıkıntılarla insani ilişkileri, ölüm ve acıyla mizahı birarada ele alma konusunda gösterdiği beceri de takdire şayan. Bu noktada Fırat’ın hakkını vermek gerekiyor.

Press, gazeteciliği çekirdekten öğrenmeye başlayan Fırat’ın gözünden, hem gazetecilik teknolojilerinin hem basın ahlakının hem insan ilişkilerinin hem de baskı ve direniş stratejilerinin karmaşık ama anlaşılır yapısını tartışmaya açıyor.

Press, zor koşullarda o karanlık dönemi gerçek anlamıyla anlatmaya çalışan ilk film olması sebebiyle gerçekten övgüyü hak ediyor. İlk uzun metrajlı filmi olan Yönetmen Sedat Yılmaz ve ekibinin bu başarılı eseri daha uzun yıllar konuşulacağa benziyor. [Taraf]