Getto’dan Çıktım Yola…

Filmler
Hazırlayan: Banu Bozdemir Önümüzde her gün yeni şehirler kuruluyor, eskileri yıkılıyor. İstanbul’da olduğumuz, yaşayan, her geçen gün kalabalıklaşan, suç oranı da o oranda belli bir ivme göstere...
EMOJİLE

Hazırlayan: Banu Bozdemir

Önümüzde her gün yeni şehirler kuruluyor, eskileri yıkılıyor. İstanbul’da olduğumuz, yaşayan, her
geçen gün kalabalıklaşan, suç oranı da o oranda belli bir ivme gösteren bir şehirde yaşadığımız için görmememiz imkansız. Aslında her şey birbiriyle nasıl da bağlantılı. Bir toplumun bütününü oluşturan insanlar ve insanları birbirinden ayıran sınırlı ve sınırsız noktalar. Aslında bize uzak kavramlar banliyö ve getto. Biz de bu kavramlar daha çok ‘varoş’ olarak adlandırılıyor ve şehrin dışında bir oluşumu temsil ediyor. Fakirlik ve kendi içlerinde ‘çoğunluğa’ aykırı kurdukları düzen(sizlik) gereği çoğunluğun dışına itilmek zorunda kalmışlardır. Hor görülürler ve hoşgörüden nasiplerini alamazlar. Gerçek hayat bu şekilde akıp giderken, gerçek dünyanın kurgusal gözü olan sinemanın da bu ikilemin dışında kalması düşünülemez.

Almanya’da yaşayan Özgür Yıldırım’ın çektiği Chiko ve Meksikalı yönetmen Rodrigo Pla’nın çektiği Yasak Bölge / La Zona, Jose Padilha imzalı Özel Tim / Trapa De Elite ve ülkemizde yaşadığımız yıkımlar, 1 Mayıs’a ve IMF protestolarına bulaşan şiddet bu filmlerle bir kez daha yan yana ve omuz omuza olmamız gerektiğini hatırlattı bana…

Aslında bu tarz filmlerin en etkilisi Mathieu Kassovitz’in 1995 yılında çektiği La Haine / Protesto. Paris’in gettolarında yaşayan üç arkadaşın hikayesi. Ama ırkçılığa ve sosyal sınıf farklılıklarına yaptığı göndermelerle, siyah beyaz oluşu ve etkili sahneleriyle akıllarımıza kazıldı. Başarılı açılış sahnesi, dünyanın tam orta yerine molotof atacak kadar radikal bir bakış açısı ve ‘her şey yolunda, her şey yolunda’ şeklinde yere doğru hızla iniş yapan düşüş hikayesi… Arka sokaklarda yaşanan, iç burkan, kimi zaman şiddetlenen, doruğa çıkan, yerin dibine geçen hikayelerin en sarsıcı olanlarından biri…

2003 yılında gösterime giren Tanrıkent’te Protesto’nun devamı gibiydi Rio De Janerio’nun arka sokaklarında iki arkadaşın çocukluklarından başlayarak anlatılan filmde akıllarda suç ve şiddet kaldı daha çok. Etkili sahneler, bir belgesel gerçekliğinde önümüzden akıp geçerken şiddetin pervasızlığı, yoksulluğun acısı çoktan sardı algımızı. Yoksulluğun, o duygunun durdurulamaz, kontrol edilemez bir şey olduğunu bir kez daha anladık.

Sonra Fatih Akın’ın Kısa ve Acısız’ı çıktı karşımıza. Başka bir ülkede yaşamanın zorluklarıyla benzenmiş bir tutunma çabasının derin izlerini taşıyordu film. Ama mafyatik ilişkilere odaklı bir aksiyon olması onu daha farklı kanallarda algılamamızı da sağlıyor.

Aslında Chiko da aynı bakış açısının sonucu bir film. Zaten filmin yönetmeni Özgür Yıldırım da Almanya’da yaşıyor ve Fatih Akın etkilerini fazlasıyla taşıyor. Konu olarak yeni bir ‘Kısa ve Acısız’ olan film yönetmenin ifadesiyle ‘mutlak gerçeklik’ten ilham alıyor. Yani bir adamın elinde bir makineliyle 20 kişiyi aynı anda öldürme durumu yok. Sadece kenar mahallede yaşayan iki kafadarın dünyalarını yeni baştan kurma isteği var.

Bu tarz filmlerin özelliği mecbur bırakıldıkları yaşam ortamında kendi içinde rahat ve güven verici bir yaşam kursalar da, o mecburiyetin dayatmasına isyan eden fırlama, gözünü daldan budaktan sakınmayan, çoğu zaman politik altyapısı bile olmayan gençlerin etrafında dönmesi…

Burada Al Pacino’nun Scarface filmini de anmadan geçmemek lazım geliyor ki, film uyuşturucu ve gangster dünyası üzerine adeta konuşturuyor.

1936 yılında Jean Renoir tarafından, 1957 yılında ise Akira Kurosawa tarafından çekilen ‘Ayaktakımı Arasında’ ise Gorki’nin romanına dayanıyor. Özellikle yarattığı tiplemelerle hafızalarımızda yer etti. Ken Loach’ın ‘Ayaktakımı’ ise ise Loach’un dünyaya bakış açısı içinde gayet anlamlı bir yere oturuyor.

Zaten Ken Loach’ı filmlerinin ötesinde bir bakış olarak bu yazının içine rahatça oturtabiliriz. Göçmenlerin yaşadığı sorunlardan tutun da, alt sınıfın yaşadığı dertlere çevriliydi onun kamerası hep.

‘Halbuki orası Anadolu’dan şimdi de dünyanın çeşitli bölgelerinden, yeni bir hayat kurmak için gelenlerin yaşadıkları bir bölge. Bu elit şehrin ortasında bir getto var. Filmi oraya oturtmak ve İstanbul biraz da budur demek istedim. Çünkü bir illüzyon içerisinde yaşıyoruz.’ diyen Tayfun Pirselimoğlu’nun Rıza’sını ve daha vizyona girmemiş olan Pus’unu da bu gruba almalıyız. Hatta başka bir tepkisel durum yaratan Recep İvedik’i bile… Kolera Sokağı’nda yaşananları ‘mahalle insanları’ havasında anlatan Ağır Roman’ı da en azından yavaş yavaş yok edilen bir kültüre saygı gereği burada anmalıyız. Serdar Akar imzalı bir başka isyan ise ‘’.

Eminem’in yükseliş grafiğiyle bağlantılı 8 Miles da bu yolun yolcusu olabilecek filmlerden.
Festivalden vizyona taşınan Özel Tim / Trape De Elit, şiddet olgusunun insan psikolojisi üzerindeki etkisine iki taraf açısından bakıyor. Ama yönetmen Jose Padilha’ya göre ‘film polis vahşetine ve cinayetlerine kurban gidenlerin bir nevi intikamı olarak anılmalıdır’ ki, filmin psikolojik kısımlarını attığımızda elimizde ‘Tanrıkent’ benzeri bir film kaldığını çok rahat söyleyebiliriz. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı kazanan film, vahşete ve yozlaşmaya işkence sahneleriyle farklı bir bakış getiriyor. Filmin gizli kahramanı her zaman olduğu gibi uyuşturucu trafiği tabiî ki… Durumun filme yansıyan vahameti bu kadar şiddetliyken, gecekondular da yaşayan insanların her gün ölümle burun buruna olduklarını düşünmek bir o kadar acı…

Yasak Bölge / La Zona da en az diğerleri kadar etkili… Burada ‘yasak bölge’nin etrafı kalın duvarlarla çevrili ama aynı zamanda fakirlikle örülü site hayatı olduğunu da belirtelim… Biraz ironik öyle değil mi? Gecekonduda yaşayan üç gencin bu bölgeye hırsızlık amacıyla sızmaları başlarına yoksulluk belasından daha büyük felaket getiriyor. Kendilerini tecrit eden insanların egosu yüksek şiddeti, gerçekten de dudak uçuklatıyor…

Dünya yıllardır yoksulluk ve zenginlik gibi iki kaba kavram üzerinde yükselirken, sinemada bu kavramlar üzerine getirdiği çarpıcı bakış açısıyla yüreklerimizde yükselmeye devam ediyor. Zaten, şehirsiz bir getto, gettosuz bir şehir düşünülemez…