Ezel bahar olmayınca…

Filmler
Ali Koca’nın haberi; Yakın zamanda ‘Hür Adam’ vesilesiyle söylediklerimizi hatırlayalım: "Bireyin ve toplumun geçmişle yüzleşmesi, büyük ölçüde sinemayla oluyor günümüzde. Dünya...
EMOJİLE

Ali Koca’nın haberi;

Yakın zamanda ‘Hür Adam’ vesilesiyle söylediklerimizi hatırlayalım: "Bireyin ve toplumun geçmişle yüzleşmesi, büyük ölçüde sinemayla oluyor günümüzde. Dünyadaki pek çok ülke, işin siyaset sahnesine bakan kısmında dosyayı çoktan kapattı.

Türkiye ise ‘yeni başlayanlar’dan. Ancak sinema, toplumsal meselelerde söz söyleme ve geçmişi ‘tashih’ etme noktasında her zaman olduğu gibi siyasetten önde gidiyor ülkemizde. Son yıllarda yerli filmlerde pek çok kesim üzerinden geçmişle hesaplaşma çabalarına tanık olduk." Şimdi sıra Alevilere geldi.

Önce bir anekdot: Üniversite yıllarında tanıştığım bir arkadaşımla kısa zamanda ‘kafadar’ olmuştuk. Basketbol-futbol maçları, geceyarısı dürüm kaçamakları, beraber gidilen konserler vs. yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Dostluğumuzun dördüncü yılında beni şaşırtan bir açıklama yaptı: "Ben Alevi’yim." Bu açıklama biraz da şu anlamdaydı: "Bak, gerçek bu. Ne olacaksa olsun!" Ancak hiçbir şey olmadı. Biz yine daha önce yaptığımızı beraber yapmaya devam ettik, yani kafadarlığa. Ancak ben hep, onun neden böyle bir ‘açıklama’ ihtiyacı hissettiğini anlamaya çalıştım. Nispeten de anladığımı düşünüyordum. A. Haluk Ünal’ın yazıp yönettiği ‘Saklı Hayatlar’, bu anlama sürecine nokta koydu.

Bizzat yaşadığım olayın, farklı versiyonlarıyla filmden sonra konuştuğumuz pek çok kişinin de başına geldiğini öğrenmek şaşırtıcı değildi. Perde önünde Alevi-Sünni aşkıyla ilerleyen film, arkaplanda önyargıların ördüğü duvarların nelere mal olabileceğini anlatıyor. Tıpkı Maraş gibi, 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için kontrgerilla tarafından ‘tezgâhlandığı’ artık sır olmayan Çorum olaylarından kaçan bir Alevi ailenin yaşadığı dramı anlatıyor Saklı Hayatlar. Yeni ve ‘güzel’ hayatlarında komşuları Alevi olduğunu öğrenince karşılıklı önyargılar hiç beklemeden devreye girer. Sonrasında ise bir taraf ‘Yezid’in evladı’ olurken diğer taraf da ‘Kızılbaş’ ilan edilir bir kalemde.

BU ÜLKENİN ‘ÖTEKİSİ’ BİTMEZ!

Senaryoya da imza atan yönetmen Haluk Ünal, filmin ele aldığı Alevi sorunu için en güzel tanımı yapıyor aslında: "Alevi kimliğinin dramı, Sünni çoğunluğun trajedisi…" Resmi söylemin dili, toplumun hemen her kesimini ötekileştirmede mahirdir. Maalesef çoğu zaman başarılı da olmuştur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-dindar vs. resmî söylemin psikolojik harekâttaki uzmanlık alanları. Bir süre sonra resmî söylem, etnik ve dinî kimlikler üzerinden ayrıştırıcı dilin tek sorumlusu olmaktan çıkıyor. Bir virüs gibi günlük hayata sızıyor bu hastalık. Aynı havayı soluyan insanlar da resmî söylemin belirlediği ‘öteki’ üzerine önyargılarıyla baskılar uygulayabiliyor. Bu açıdan bakılınca bu ülkede ‘saklı hayat’ yaşayanların sayısı hiç de az değil. Fişlenmemek için başörtülü eşini arabasının bagajında saklayanlar, evindeki kitaplığını istediği gibi dizemeyenler, başucu kitaplarını köşe bucak saklayan, hatta yakanlar… Haluk Ünal’ın ‘Saklı Hayatlar’ı Alevileri anlatsa da, farklı etnik ve dinî kimlikte bu hayatı yaşamaya mecbur bırakılmış binlercesinden birini anlatıyor aslında. Sol jargonun kemikleşmiş bazı sorunlarını içinde barındırmasına rağmen; alanında bir ilk olması, çözüme yönelik samimiyeti ve bu tür yapımlarda görmeye alıştığımız üslup ve teknik zayıflıklardan uzak yapısıyla takdir topluyor. Kişisel yüzleşme bahsine sadece kendi geçmişini değil ‘öteki’nin acılarını da eklemek isteyenler için bir ‘eyvallah’ı hak ediyor. [Zaman]