Bu Günahlar Rahatsız Edecek

Filmler
Sibel Oral İlk uzun metrajlı filmi ‘Küçük Günahlar’ı çeken Rıza Kıraç, “Eski tüfek bir Türk solcu neden kendinden küçük bir Kürt kızıyla birlikte olamaz? Her şeyin rasyonalize edilme...
EMOJİLE

Sibel Oral

İlk uzun metrajlı filmi ‘Küçük Günahlar’ı çeken Rıza Kıraç, “Eski tüfek bir Türk solcu neden kendinden küçük bir Kürt kızıyla birlikte olamaz? Her şeyin rasyonalize edilmesi beni rahatsız ediyor” diyor.

Roman ve hikâyelerinin yanısıra sinema yazılarından da tanıdığımız Rıza Kıraç’ın uzun zamandır üzerinde çalıştığı ilk uzun metrajlı filmi Küçük Günahlar geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. 68 ve 80 kuşağından iki erkekle bir Kürt kızının ilişkisini anlatan filmde başrolleri, uzun zaman sonra kamera karşısına geçen Macit Koper, Behzat Ç’de oynayan Berke Üzrek, tiyatro ve dizilerden tanıdığımız Esra Ruşan paylaşıyor.

Edebiyatçı olarak Küçük Günahlar’ın yazarlığınızdan nasıl beslendiğini sormak istiyorum öncelikle….

Küçük Günahlar, üzerinde çok uzun süredir çalıştığım bir senaryoydu. Defalarca yazıldı, diyaloglar üstünde de ince ince çalıştım, sete başlamamın 10 gün öncesinde bile diyaloglar ve sahneler üstünde çalışıyordum. Çok ciddi sorunların tartışıldığı sahneler var ve bunların tekrar edilmemesi gerekiyordu, politika konuşurlarken aynı zamanda karakterlerin geçmişiyle ilgili bilgiler vermek gerekiyordu, kurguyu oluştururken bildik film anlatım yolu yerine yer yer stilize biçim arayışı vardı. Geleneksel bir anlatım kullanarak çekseydik, film 140 dakikayı geçerdi, izleyiciyi sıkardık. Örneğin, Melik karakterinin geçmişini sadece bir sahneyle anlatmaya çalıştık, annesinin mezarında söyledikleriyle. Gerisini izleyen yazsın istedim, yoksa bilmiyor muyum Melik’in hikâyesinde büyük bir boşluk olduğunu, bu tercih meselesi. İzleyene ulaştı mı orasını bilmem. Ama bütün bu anlatım teknikleri benim yazmaktan kaynaklı edindiğim pratiğin ürünü. Romanlarda, öykülerde yazdıklarımın sarkmamasına dikkat ediyorum. Sinema filmi bu sarkmaları hiç kaldırmıyor. Kurguyu hem sağlam kurmamız hem de sinemasal bir dil yakalamamız gerekiyordu. Uzun bir paragraftan sonra kısa bir cümle kurmak gibi. Filmin ritmini, iç müziğini kurarken, yazarken kullandığım anlatım tekniklerine başvurdum yani.

Peki, neydi sizi bir Kürt kızıyla, 68’le 80 kuşağından iki erkeği, bir hikâyede biraraya getirmeye çağıran?

Olanı olmamış gibi görmemiz, yaşanmamış gibi davranmamız Küçük Günahlar’ı çekmeyi tetikledi. Ben bu kuşakların tam ortasındayım ve yaşananlar yaşanmamış gibi yapamam. İşin başka bir yanı zaten bu insanlar gerçek hayatta da yan yana. Ama bazı önyargılarımız ve sekter politik tutumlarımız birbirimizi sevmemizi, anlamamızı, hayatı olması gerektiği gibi paylaşmamızı engelliyor. Örneğin eski tüfek bir Türk solcusu kendinden genç bir Kürt kızıyla birlikte olamaz! Niye olmasın, üstelik tersi de olabilir. Sırf şiiri için şaire âşık olunabilir ya da yoldan geçerken gördüğün bir kadının ya da erkeğin peşine düşebilirsin. Her şeyin rasyonalize edilmesi beni huzursuz ediyor. Her şeyin ahlakla, geleneklerle, politik angajmanlarla açıklanması, oldurulmaya çalışılması toplumsal baskının Allah’ı. Küçük Günahlar bu yönüyle izleyiciyi rahatsız edecek, etsin zaten.

Üç insan, üç ayrı mesele ve üç ayrı hikâye var. En çok Şilan’ın hikâyesi diyebilir miyiz?

Filmde karakterlerin yer alışı zamansal olarak dengeli ama izleyiciye mesafeli. İzleyici hangi karakteri kendisine yakın hissederse, hangisinin hikâyesi kendisine dokunursa filmde ona ağırlık verilmiş gibi geliyor. Bir yandan üç hikâye birbirini tamamlıyor, birini çıkarsak film eksik kalır. Küçük Günahlar diye sözü edilen durumun bir ayağı kısalır. İsmet karakteri özelinde söyleyeyim, film Kürt meselesine olduğu kadar Türk soluna da değiniyor. Türk solu milliyetçi politikalardan uzaklaşmadıkça Kürt sorununu çözemeyeceğiz. Savaş devam ettiği sürece iki tarafında milleyetçi duyguları kabaracak ve soğukkanlılığımızı yitireceğiz.

“Vicdanın varsa…” diye başlıyor İsmet. Filmin meselesini vicdan ve hesaplaşma mı?

Vicdan hem birinci anlamıyla hem de alegorik anlamıyla bu filmin merkezinde. Yaşadığı bir sürü travmaya rağmen İsmet gibi sağlam duran bir adamın bile geçmişiyle vicdani bir hesaplaşma yapması gerekiyorsa bu ülkenin politikacılarının, işadamlarının, kapitalistlerinin, aydınlarının nasıl bir vicdani hesaplaşma yapması gerektiğini siz düşünün. Dinsel, ırksak, ideolojik ayrışmanın arkasında yatan da bu. Birey, içinde yaşadığı ülkenin insanlarının ve devletin de vicdanlı olmasını istiyor. Ama hâlâ kendi halkına eziyet eden bir devlet var, taşlaşmış politikacılar var. Ve bu politikacılar ölünce arkasından ağıtlar yakılıyor. Filmde İsmet’in temel meselesi “Hakkını helal etmemesi”ydi. Ben de onun gibiyim, bu ülkeye eziyet çektiren hiçbir politikacıya hakkımı helal etmeyeceğim, bunu hak etmiyorlar.

Sinemamızda ve hatta edebiyatımızda Kürt meselesinin bir şekilde küçük hikâyelerle de olsa yeterince işlendiğini düşünüyor musun?

Kürt sorunuyla ilgili henüz yeterince edebî eser ve film üretilmedi. Son birkaç yıldır Kürt sorununa dair filmler çekildi ama bunlar sayısal olarak yeterli değil. Bununla ilgili hem devlet tarafından sansür uygulanıyor hem de bir otosansür duygusu var sanatçılarda. Kültür Bakanlığı Denetleme Kurulu geçenlerde Aydın Orak’ın Berivan adlı filmine işletme belgesi vermedi. Denetleme Kurulu’nun sansür kurulu olduğuna işarettir bu. O kadar emek, para harçadıktan sonra estetik açıdan iyi ya da kötü fark etmez o film izleyicisine ulaşmalı. Kürt sorunuyla ya da Türkiye’deki diğer politik sorunlarla ilgili bir şeyler üretirken bu mekanizmalarla çatışmayı göze almak gerekiyor. Yoksa yaptıklarımız hiçbir işe yaramaz. Başbakanın tarzında söyleyim; “Kusura bakmayın, sanattan anlamayan bütün politikacılar ürettiğimiz eserlerden ellerini çeksin. Onların anlayacağı bir iş değil bu, anlasalardı kürsüden nutuk atmazlar sanat üretirlerdi.”

Bu filmi izleyen seyirci sinema salonundan çıktığında ruhunda ne kalmalı, ne kalmasını istersin?

Filmin duygusu geçen izleyiciler zaten almaları gereken şeyi almıştır. Hayata daha hoşgörülü bakmalarını isterim. Hepimiz yaşarken yanlış yapacağız, bu kaçınılmaz. Taşlaşmadan, insanî duyguları kaybetmeden yaşamak önemli. O yüzden vicanımızı rahatsız eden bir şey yaptığımızda onunla hesaplaşmaktan kaçmamalıyız. Film bu duyguyu izleyiciye aktarırsa amacına da ulaşmıştır benim için. [Taraf]