Andrei Tarkovsky’ye göre en iyi 10 film

Filmler
1) Journal d’un curé de campagne (1951, ) – Robert Bresson Sinemanın en önemli sanatkarlarından biri, bir ilham kaynağı arıyordu ve bunu Bir Taşra Papazının Güncesi’nde buldu. Robert Bresson, hayal gü...
EMOJİLE

1) Journal d’un curé de campagne (1951, ) – Robert Bresson

Sinemanın en önemli sanatkarlarından biri, bir ilham kaynağı arıyordu ve bunu Bir Taşra Papazının Güncesi’nde buldu. Robert Bresson, hayal gücü, cesaret ve özen olduktan sonra sinema yapmak için büyük bütçeler, yıldız oyuncular ya da özel efektler gerekmediğini keşfetti. Sinema, kendi doğasında bulunan en temel unsurlar aracılığıyla her öyküyü anlatabilir, her duyguyu yaratabilir, kendini maddi ya da manevi, özel ya da genel her temaya açabilirdi.

Georges Bernanos’un romanı, taşrada yaşayan, bir yandan günlük hayatın zorluklarıyla uğraşırken diğer yandan kendi davranışlarını, inancını sorgulayan genç bir papazın öyküsünü anlatır. Bernanos, somut dünyada derin yarıklar açar ve bu sayede ne inananlara ne de ateistlere rahat yüzü gösterir. Bresson’un Bir Taşra Papazının Güncesi uyarlaması, Hıristiyanlığın mesajının (sinemanın görüntü ve sese dönüştürmeyi hedeflediği bir mesaj: sözcüklerin ete kemiğe bürünmesi) neye dayandığını ortaya koyan, gösterişsiz bir eserdir.

Sinema, Tanrı’nın İsa’da vücut bulması sırrının somut ve ortaklaşa icrasıdır. Bresson’un filmi her şeyin olası olduğunu örneklerle gösterir: Ölümle alay etmenin, beyazperdeye yazı yazmanın, arzularla oynamanın, ruhun derinliklerini izlemenin, 20. yüzyıl ortası Fransa’sında taşra hayatını merak konusu haline getirmenin ve dinsel kuşkularla yüzleşmenin.

__________

2) Nattvardsgästerna (1962, Kış Işıkları) – Ingmar Bergman

Kışı Işığı’nda inancını kaybetmiş bir papazın tanrıyı sorgulayışına hatta sorgulamaktan da yılmış durgunluğu anlatılıyor. Tomas Ericsson, ailesinin hayalini gerçekleştirerek papaz olmuş, gençliğinde yüksek idealleri olan, karısına aşık bir papazdır., Ancak karısı öldükten sonra hayatın ortasında şaşkına döner

________

3) Nazarín (1959) – Luis Buñuel

İyilik ve güzellik peşindeki bir rahip, Meksika’nın fakir bir köşesinde, hırsızların dilencilerin arasında yaşar. İyi niyeti ve masumluğu çoğu zaman diğerleri tarafından kullanılmaktadır. Sadece bir sokak kadını rahibe iyi niyetli yaklaşır. Cannes’da ödül kazanan film Bunuel’in de kendi filmleri arasında favorilerinden biri. Yönetmen bir kez daha din, inanç, masumiyet gibi kavramların, “çiğ süt emmiş” insanoğlunun dünyasındaki yerini tartışıyor.

_________

4) Smultronstället (1957, Yaban Çilekleri) – Ingmar Bergman

En Uzun Yolculuğun Sonunda Yine Yalnızlık Vardır…

Berlin Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan “Yaban Çilekleri”, yaşlı bir profesörün geçmişini ve varoluşunun anlamını sorguladığı bir yol filmidir.

Yetmiş sekiz yaşındaki Profesör Borg, bir onur doktorası almak üzere Stockholm’dan Lund’a doğru arabayla yola çıkar. Yanında gelini Marianne da bulunur. Bu yolculuk sırasında, Borg’a kaybettiği ilk gençlik aşkını anımsatan genç bir otostopçu kızla ve kavgacı bir çiftle karşılaşırlar. Tanıştığı bu farklı karakterler ve gençliğinin geçtiği mekanlar Borg’a kabuslar ve düşler yaşatır.

Sessiz sinema döneminin en önemli yönetmenlerinden Victor Sjöström, Profesör Borg rolünde akıllardan çıkmayacak bir oyunculuk sergiliyor. Filmin tonunu melankoliden neşeye ve gençliğe, geçmişten yaşanılan güne, içsellikten doğaya ustaca çeviren Bergman, sinema tarihinin en önemli filmlerinden birine imzasını atar. Geçmişe bir ağıt niteliğindeki bu çok özel film, yönetmenin en duyarlı ve insancıl eseri olarak bilinir…

__________

5) City Lights (1931, Şehir Işıkları) – Charles Chaplin

İyi yürekli bir sokak serserisi, kör bir çiçek satıcısına aşık olur. Kıza kendisini zengin bir adam olarak tanıtır. Sonradan hayatını kurtardığı bir milyonerin ona arkadaşça davranıp sözler vermesinden cesaretlenir. Adamın kapısını aşındırıp, sevdiği kızın gözlerinin görmesi için gerekli ameliyat parasını ödünç alabileceğini sanır. Oysa varlıklı insanlar abartılı bir kibarlık içerisinde, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye alışkındırlar.

_______

6) Ugetsu monogatari (1953, Yağmurdan Sonraki Soluk Ayın Öyküleri) – Kenji Mizoguchi

İç Savaş döneminde bir taraftan otoritesizliğin karmaşası ve baskısı, diğer taraftan da sosyal ve ekonomik güçlüklerin getirdiği baskılar arasında sıkışıp kalmış -komşu- iki aileyi anlatır; film. Filmin odağında kendi atölyesinde – karısıyla birlikte – çömlek yapıp, şehirdeki pazarda yaptıklarını satan bir adamı görürüz (Genjurô). Pazarda işinin iyi gidip, çömlekleri çabucak satan Genjurô, büyük bir hırsla çömlek yapıp bir an önce onları satmaya karar verir; onun bu hırsı gittikçe önü alınmaz bir açgözlülüğe dönüşecektir.

_________

7) Shichinin no samurai (1954, Yedi Samuray) – Akira Kurosawa

Akira Kurosawa’nın kariyerinin doruk noktası olarak görülen Yedi Samuray üç saati geçen uzunluğuna rağmen özellikle zamanında kaliteli örneklerine rastlamanın zor olduğu savaş ve “aksiyon” sahneleri en dikkatsiz seyircinin bile ilgisini ayakta tutacak pek çok detay içerirken bir yandan da anlattığı hikayenin bütünlüğünden ve sinematografik kaliteden ödün vermeyen bir başyapıt.

________

8) Persona (1966) – Ingmar Bergman

Persona, Bergman filmografisinin en şaşırtıcı ve en aykırı parçası. Yönetmenin ustalığının ve modern sinemayı etkilemekle kalmayıp onu nasıl büyük ölçüde kendinden çıkardığının en güzel kanıtlarından biri. Sinamotografisinin ustalığını bir yana bırakırsak, buradaki sinema dilinin günümüzdekinden geri kalan yanı yok. Sinematografi de işin içine girdiğinde Bergman fersah fersah öteye gidiyor. Kuralları kim koydu diye merak ediyorsanız işte size Bergman, sinemanın gerçek babası. Örneğin Lynch Mulholland Çıkmaz’ını yazarken bu filmi en az on kez izlemiş olmalıdır.

________

9) Mouchette (1967) – Robert Bresson

Bresson 1967 yılında çektiği başyapıtından ve onun ana karakterinden bahsederken iki kelime kullanıyor: Sefalet ve acımasızlık. 14 yaşında bir kızın (Mouchette), kendi içine kapanmış bir kasabada alkolik babası, yatalak annesi ve kundaktaki kardeşiyle yaşadığı ürkütücü sefalet ve kasabadaki herkesin içine yerleşmiş, orada yuvalanmış acımasızlık tohumları. Bu ufak ve bütün ufak yerleşim birimleri gibi baskıcı kasabadan bütün insanlığın yaşadıklarına, insan olma halinin özüne ve insan ruhuna doğru genişliyor Bresson. Bütün çağdaşlarının yaşadığı şoku o da iliklerine kadar yaşıyor. İlerleme mitinin çatır çatır çöküşünü, tanımlamaların göreceliliğini, kendini insanlığın tarih boyunca ulaştığı son nokta olarak işaretleyen batının büyük kibrinin iki dünya savaşı ve yaşanan o kadar acı sonunda nasıl da çözülüp unufak olduğunu seyredip, onun hikayesini anlatıyor. Filmdeki olay akışının hiçbir kıymeti harbiyesi yok aslında. Bir olayı anlatmaktan ziyade ruh hallerinin dalgalanmasını perdeye aktarıyor Bresson. Kıskançlık, öfke, acımasızlık, sorumluluk, utanç ve daha pek çok insanlık halini deşiyor. Ve bunu da inanılmaz bir soğukkanlılıkla yapıyor.

___________

10) Suna no onna (1964, Kumların Kadını) – Hiroshi Teshigahara

Hiroshi Teshigahara’nın tuhaf varoluşsal meseli Suna No Onna (Kum Kadın), gerçekçiliğin ve eğretilemenin alışılmadık bir birleşimi olarak göze çarpıyor. Kumsalda böcek toplayan bir böcekbilimci (Eiji Okada), gizemli bir kadının (Kyoko Kishida) misafirperver davetini kabul eder. Ama bu kadının, bir kum çukurunun dibine kurulmuş, durmaksızın sürünen kum taneciklerinin sürekli kürekle atılarak durdurulabildiği evinde, çok geçmeden kendisini tıpkı koleksiyonlarındaki böcekler gibi kapana kısılmış bulur.
Kısmen neofeminist bir deneme, kısmen politik bir tez, kısmen de bir yaşamda kalma öyküsü olan Suna No Onna, temel düşüncesinden hem daha azını hem daha çoğunu ifade ediyor. Okada, çukurdan felakete bulaşmadan kaçamamaktadır ama ilk akla gelen soru neden öyle bir yere ev yapıldığı yönünde olacaktır. Kishida, Okada’nın işi karşılığında ona cinsel tekliflerde bulunur ancak bunun ne kadarı onu yalnızlığından uzaklaştırma amaçlıdır? Suna No Onna, evcimenlikle dalgasını mı geçmektedir, onu yüceltmekte midir yoksa onu mitolojideki Sisifos efsanesi tarzında bir karabasan olarak mı betimlemektedir? Her nasılsa, bu film, oldukça ilgi çekici kum görüntüleri barındırıyor. Filmin kendisi gibi, görüntü yönetmeni Hiroshi Segawa’nın görüntülediği kum tepeleri de hiç ummadığınız yerlerde sık sık yer değiştiriyor, kayıp gidiyor, eleniyor, yıkılıyor.

Kaynak: http://www.icheckmovies.com/lists/andrei+tarkovskys+top+ten/andreischz/