Kopuz Nedir?

Müzik Aletleri
Kopuz, Orta Asya menşeli bir Türk çalgısıdır. Anadolu Türk musikisindeki birçok çalgının kopuzdan türediği söylenir. Bundan dolayı “kopuz” Türklerin en eski milli çalgısı kabul edilir. Kay...
EMOJİLE

Kopuz, Orta Asya menşeli bir Türk çalgısıdır. Anadolu Türk musikisindeki birçok çalgının kopuzdan türediği söylenir. Bundan dolayı “kopuz” Türklerin en eski milli çalgısı kabul edilir. Kaynaklarda kopuzun farklı coğrafi alanlara yayılarak değişiklere uğradığı, kopuz isminin çalgının yayılma sahasında görülen dil ve ağız özelliklerine göre benzer şekilde telaffuz edildiği görülmektedir.

Kopuz Nedir?

Kopuz kelimesinin “içi oyuk, içi boş” vb. anlamlara gelen “kovmak” veya “kovımak” kökünden türediği zikredilir. Eski Türk dilinde “içi boş ağaç”, uz kelimesi ise “yay” anlamındadır. Kelimenin kovmak/kovımak kökünden daha çok “kopmak, fırlamak, seyirtmek” anlamlarına gelen “kopsamak” gibi eski bir fiilin kökünden kaynaklandığı görüşü de mevcuttur.

Kopuzun tarihteki varlığı ancak 1000 yıl öncesine takip edilebilmiştir. Kopuz kelimesinin bir çalgı adı olarak kullanıldığına dair en eski kaynak Uygurlar dönemine aittir. Eski Uygur metinlerindeki Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tigin (İyi düşünceli şehzade ile kötü düşünceli şehzade) hikayesinde kopuz tabirinin bir çalgı adı olarak geçtiği görülmektedir. Türk kültüründe kopuz kelimesinin anlamı, niteliği ve kullanım alanlarına yönelik en kapsamlı bilgi Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügatit Türk” eserinde yer almaktadır.

Kaşgarlı Mahmut bu eserinde kubuz kelimesinin ud benzeri bir çalgının adı olduğunu belirtir. Eserde “kubuzluğ kişi” tabiri “kopuz, ud çalan kimse” anlamında kullanılmıştır. Ayrıca “kubzaşmak” fiili de “kopuz çalmakta yarışmak” anlamına gelmekte olup “buçı kupuz” adlı çalgının ise “kaz göğsü (barbat)” denilen sazlardan biri olduğu belirtilir.

Ancak bu eserde de çalgının fiziki özellikleri hakkında bilgi yer almaz. Türk topluluklarında kopuzun Dede Korkut tarafından icat edildiğine ve kutsal bir çalgı olduğuna dair bir inanç vardır. Bu konudaki efsanelerde Korkut Ata kopuz çalmaya başladığında rüzgarın durduğu, dağların yerinden doğrulduğu, kuşların uçmayıp havada kaldığı ve suların akmaz olduğuna yönelik bazı inanışlar anlatılır.

Kopuz ve Dede Korkut Hikayeleri

Kopuzun Türk kültür yaşantısındaki efsanevi konumunu en belirgin şekilde yansıtan kaynakların başında Dede Korkut kitabı gelir. Orhan Şaik Gökyay’ın çeviri yazısını gerçekleştirdiği çalışmada Oğuz efsanelerinin yer aldığı kitabın “Mukaddime” bölümü dahil olmak üzere altı farklı hikâyesi (boyu) içerisinde kopuz kelimesine toplam yirmi üç defa rastlanır. Kopuz Dede Korkut kitabındaki farklı hikâyelerde ayrıca “alca kopuz, kolca kopuz, kolça kopuz” olarak adlandırılır. Ancak “alca, kolca, kolça” gibi ön adların çalgının şekli, rengi, boyu ya da işlevini belirtmek üzere birer yakıştırma olduğu düşünülebilir.

Nitekim Gökyay eserin söz dizininde kolca ön adının “kol kadar, kol uzunluğunda” anlamına geldiğini zikreder ve kolca kopuz, kolça kopuz örneklerine atıfta bulunur. Bu söz dizinine göre “alca” ön adı “al renkte olan” bir çalgıyı tasvir eder ki bu da alca kopuzun diğerlerinden ayrı bir renkte olduğunu belirtir. Herhangi bir ön ad getirilmeden kullanılan kopuz kelimesinin nasıl bir çalgıyı tarif ettiği ise açık değildir.

Bununla birlikte “Uşun Koca Oğlu Segrek Boyu”nda geçen, “Gördü kim belinde kopuzu var, çıkarıp eline aldı” ifadesi çalgının belde taşınabilecek boyutlarda olduğunu gösterir. Ancak Dede Korkut hikâyelerinde geçen bütün bu adlandırmalar, yine de kastedilen çalgı ya da çalgıların biçim ve içerik özelliklerini açıklamaktan uzaktır. Bu hikâyelerde kopuz bizzat Korkut Ata’nın kendisi ya da bir ozan tarafından çalınır. Ozan kopuzuyla gezer, onu yanından ayırmaz, Dede Korkut hürmetine kopuza saygı gösterir.

Kopuz çalan bir Kırgız Kadını

Selçuklu ve Osmanlılarda “Kopuz”

İbn-i Bibi eserinde Anadolu Selçuklu ordularında kopuz çalarak kahramanlık sahnelerini tasvir eden müzisyenlerin olduğunu aktarmaktadır. Kopuz çalanların ordu içerisinde yer alması geleneğinin sonraki yüzyıllarda Osmanlılarda da devam ettiği görülür. Osmanlı Devleti’nde Ordu sefere çıkacağı zaman çok eski bir gelenek uyarınca bir ordu esnafı vücuda getirilir ve bu esnafın orduya katılması vesilesiyle de esnaf alayları düzenlenirdi.

Evliya Çelebi, Bağdat seferi öncesinde düzenlenen bir esnaf alayına tanık olmuş ve Seyahatnamesinde alaya katılan esnaf hakkındaki izlenimlerini ayrıntılarıyla aktarmıştır. Seyahatnamede bu alaya katılan esnaf arasında kopuz yapan ve çalanların da yer aldığı kaydedilerek kopuz tabiriyle ilgili önemli bilgiler verilmiştir.

Kopuza Anadolu’da hiç rastlamadığını kaydeden Evliya Çelebi, bu çalgının özellikle Bosna, Budin, Kanlıca, Eğri ve Tımışvar’da yaygın olduğundan, dönemin meşhur kopuzcularından Çelengli Şehbâz Ağa, Sührâb Ağa, Yamalı Receb Ağa ve Boşnak Memi Ağa’nın bu çalgıyı çalmadaki hünerlerinden de söz eder. Öte yandan kopuz çalmanın Peçuy gazilerine mahsus olduğunu ve dinleyenlerin coşarak cenk etmek için birbirini heveslendirdiğini aktarır.

Kopuz, yayılma imkânı bulduğu coğrafî alanlarda yalnızca bir terennüm vasıtası olarak kalmamış, zaman içerisinde Türk şiirinin konuları arasında da yer almıştır. Mesnevi, gazel vb. tarzdaki bu şiirler içerisinde kopuz çeşitleri, yapımında kullanılan malzeme,  kopuzun biçimsel özellikleri ve çalındığı mekânlar tasvir edilmiştir. Meselâ Yunus Emre’nin, “Ey kopuz ile çeşte aslın ne durur işte…” mısrası ile başlayan şiiri kopuz yapımını tarif eden en eski Türk kaynakları arasındadır.

Kullanım Özellikleri

Kopuz vb. adlarla anılan çalgılar kullanım özelliklerine göre iki sınıfa ayrılır. İlk sınıfı meydana getiren çalgılar el ya da yay ile çalınır. Bu tür çalgıların gövdeleri ağaçtan, telleri ise bağırsak (kiriş) ya da at kılından yapılır. Telli çalgıların yay kısımlarında ise yine at kılı kullanılır. Tarihî süreç içerisinde telli kopuzların tel sayısı ile göğüs ve gövdelerinin yapımında kullanılan malzeme geleneğe ve kullanım amacına göre farklılık gösterir.

İlk kopuz çeşitlerinde göğüs kısmı boş bırakılırken daha sonraki dönemlerde bu kısmın ağaç ya da deriyle kaplandığı görülür. Özellikle yay ile çalınan kopuz çeşitlerinde göğüs kısmının tamamen ya da kısmen deri ile kaplandığı, el ile çalınan kopuzlarda ise bu kısmın ağaçtan imal edildiği belirtilir. Bu yapısal değişimler aynı zamanda çalgının gelişim ve değişim sürecinde geçirdiği evreleri de simgeler.

İkinci sınıfta yer alan çalgılar ise ağız boşluğunun rezonatör olarak kullanılmasıyla ses çıkaran ağız çalgılarıdır. Bu sınıftaki çalgılarda metal bir çatalın arasına yerleştirilmiş metalden bir dilin parmakla titreştirilmesi neticesinde ses meydana gelir ve ağız boşluğunun yardımıyla melodi oluşturulur. Birtakım Türk topluluklarında bu tipteki çalgıların ağaç ya da kamıştan imal edilmiş olanlarını görmek mümkündür.

Bazı kaynaklarda Orta Asya’nın hemen her tarafında kopuz adıyla anılan ve yirmiyi aşkın çeşidi bulunan bu tipteki çalgılar “ağız kopuzu” ya da “ağız tamburası” olarak tanımlanır. Türk topluluklarında bulunan bu ağız çalgısının benzerlerine çok sayıda milletin müzik kültürlerinde rastlanabilmektedir.