Türkiye’de yeni muhafazakar diye kesim yok

Edebiyat
Zuhal Erkek’in röportajı Fatma Barbarasoğlu’nun son çıkan kitabı Rüzgar Avı, Profil Yayınları tarafından yayınladı. Üç farklı öyküden oluşan kitabında yaşadığımız zamanın hı...
EMOJİLE

Zuhal Erkek’in röportajı

Fatma Barbarasoğlu’nun son çıkan kitabı Rüzgar Avı, Profil Yayınları tarafından yayınladı. Üç farklı öyküden oluşan kitabında yaşadığımız zamanın hızını, bu hızlı yaşayışımızın nasıl şiddette dönüştüğünü anlatıyor bizlere. Bir yanda Avni Bey’in eşi Hümeyra Hanım; eşinin statüsünden kendi gerçekliğini ortaya çıkarmaya çalışan bir kadın, diğer yanda muhafazakar kesme itiraz eden bir gazeteci…  Barbarasoğlu, Rüzgar Avı ile bir çok hayatı konu ediyor bu kitabında…

Fatma Barbarasoğlu ile kitabın hikâyesini, yeni muhafazakar tanımını, değişen hayatta günümüz insanının hal dilini ve kitap çalışmalarını konuştuk.

Rüzgar Avı’nın hazırlık sürecinden bahseder misiniz?

Hazırlık süreci diye bir şey pek olmuyor bende. Günlerce bazen aylarca bazen yıllarca bir metin ile yaşıyorum. Bazen o metin bir saat içinde yazdırıyor kendini. Bazen yazılamıyor. Ama hikayelerin yerleştirilmesine bir ayımı verdiğimi söyleyebilirim size.Hangi metin hangisinde önce gelince daha iyi olur. Yaşadığımız hayatın idrak edilmesini hangi sıralama ile verirsem başarabilirim gibi.Bir kaç kere değiştirdim. Rüzgar Avı’nın birinci bölümündeki öyküler için bir muhit kurmaya dikkat ettim. İlk öykü 2007 yılında ziyaret ettiğimiz Seul’de bir otel odasında yazıldı. El yazısı ile. Son öykü “Gitmiyorgibigittim.blogspot.com” adlı öykünün mayası birkaç yıl öncesinde tuttu nihayete ermesi birkaç ay öncesine dayanıyor.

Kitabın ismi neden Rüzgâr Avı?  Rüzgar Avı sizin anlam dünyanızda ne ifade ediyor?

Rüzgâr önüne kattığı her şeyi alır götürür. Bu manada özellikle birinci bölümdeki öykülerin çok hızlı olduğunu fark etmişsinizdir. Diğer yanıyla içinde yaşadığımızın zamanın çamı çardağı deviren ve hızın şiddete dönüştüğü duruma işaret ediyor.

Rüzgar Avı kitabında diğer kitaplarınızın anlatımı dışında bir anlatımla karşımızda. Bu şekilde bir anlatımı seçmenizdeki sebep nedir?

Değişen zamanın hızına uygun olarak dilimiz öyküleme biçimimiz değişir. Zamanın yavaş aktığı dönenlerde bir kurgunun içine üç nesil hayat girerken zaman hızlandıkça anlatım buna göre farklı bir mercek kullanmaya başlar. Modernite ile modern roman arasında doğrudan bir bağ olduğuna işaret etmemiz gerekiyor. Bilinç akışı romanda modernitenin imkanlarını temsil eder. Dolayısıyla anlatımımız bir yandan yaşadığımız zamanın izini taşımalı bir taraftan anlattığımız temanın ruhunu hissettirecek bir görselliğe sahip olmalıdır diye düşünüyorum.

Kitapta her hikâye bir fotoğrafla başlıyor. Hikâyeye fotoğraf koyma fikri nereden geldi? Fotoğrafların da bir hikâyesi var mı?

Fotoğraflar öykünün anlattığının tam tersini imliyor. Yoğun Gündem’de 8 Mart’ı kendince resim vermek için kullananları anlatıyor. Onca program içinde kadınların hakiki dertlerini konu edinen tek bir program yok. Oysa fotoğraf bir de böyle kadınlar var diyor. Ya da “Dengeli Beslenme” öyküsünde kimseleri beğenmeyen kendini olmaların Kraliçesi ilan etmiş tipe karşılık bir tepsiye uzanmış elleri görüyoruz. Anlatılan ile gösterilen iki ucu birleştiriyor bir nevi. Diğer taraftan fotoğrafların şöyle bir fonksiyonu var. Öykülerin çoğu bir kaç alt başlıktan oluştuğu için okuyucu iki öyküyü birbirine karıştırmasın diye iki öykü arasında fotoğraf molası verdik. Fotoğraf sanatçısı Selçuk Sümer Özel’e teşekkür borçluyum.

“Hal dilinin ilk harfini kim söyleyecek bize?” diye bir cümle geçiyor kitabınızda. Günümüz insanın halini nasıl yorumlarsınız?

Tek bir insan tek bir hal yok. Tek bir insanın gün içinde tek bir hali yok. Bir elimizle meleklerin bir elimizle şeytanın elinden tutan fanileriz. Sorun şu ki tuttuğumuz elin ‘şeytan’a ait olduğunu fark etme noktasında kadim kültürden gelen insanlara göre daha ahmak olabiliyoruz zaman zaman. Onlar günahın günah olduğu konusunda daha net bir kafaya sahipti. Onun için tövbeleri sahihti belki. Bizim kafamız günah konusunda çok karışık. Tövbe etmek yerine bence bu çağda bu günah olamaz diyen bir bakış açısı var.

Kitabınızda farklı insanların farklı  yaşam öyküleri  anlatılıyor. Yeni gerçeklik, yeni muhafazakârlıklar var. Bu arada eşinin statüsü üzerinden kendi gerçekliğini ortaya çıkarmaya çalışan bir kadın var. Peki, gerçekte sizce böyle bir kadın var mı?

Edebi bir eser söz konusu olduğunda gerçek hayatta bu vardı yoktu diye bakılmaz. Gerçek hayatta olan şey edebi bir dil ile ortaya konmuyorsa onun gerçek olması edebi metin içindeki gerçekliğinin sağlandığı anlamına gelmez. Yeni gerçeklik, yeni muhafazakârlık kelimelerini kitabımda asla kullanmadım. Yeni muhafazakarlık diye bir şey söz konusu değil, Türkiye’de yeni zenginler var. Bu soruyu bana sormak yerine kitabı okuyan arkadaşlarınızla böyle tipler var mı üzerinden tartışma yapmanız daha verimli olur. Nitekim bana gelen geri dönüşlerden insanların bazı tipleri birebir gördüğüne tanık oluyorum.

Öyküdeki karakterlerin yaşadıklarını sanki kendi başınızdan geçmiş gibi anlatıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Edebi eser yazmanın püf noktası budur. Başınızdan geçen bir olayı sanki başkasının hikâyesi gibi, başkasının hikayesini de sanki siz yazmışsınız gibi yazabilmek. Edebiyatın en temel iki ölçüsü mesafe ve empatidir. Sizin başınızdan geçmiş olana mesafe, başkasının başından geçmiş olana empati ile yaklaşmak.

Muhafazakâr kesimin edebiyata ve özelde öyküye ilgisini nasıl buluyorsunuz?

Genel olarak Türkiye’deki okuyucu profilinden bahsedelim. Sanat damarı zayıftır bizde. Sanata bilgilenmek üzere yaklaşılır. Oysa sanat bir duyguyu bir duyguya tercüme etme halidir. Genel okuyucu tarihi romandan tarih öğrenmek üzere ya da şimdi ne yapacağız sorusuna cevap bulmak üzere kitap okuyor. Hal böyle olunca öykü deyince doğrudan mesaj bekleyen bir okuyucu çıkıyor karşımıza. İyi ama siz burada ne demek istediniz sorusu ile 15 yıldır karşılaşmaktan yoruldum. Bir de benim kimliğimden dolayı sosyolojiyi daha yukarda görüp niye öykü roman yazıyorsun diyenler oluyor. Israrla söylüyorum hiyerarşik olarak edebiyat sosyolojinin üstündedir. Bütün kadim ilimler modern bilimlerin üstündedir. Zamansal olarak ve dahi metnin zamana direnci açısından.

Son olarak kitabınıza ilgi nasıl ve bundan sonra nasıl bir çalışmayla okuyucunuzla buluşmayı planlıyorsunuz?

İlgi çok iyi. Bir sorunumuz var. Kitap çok hızlı okunuyor. Bir solukta okunuyor. Birinci bölüm için elden  hiç bırakılmadan okunmasında bir sakınca yok ama diğer bölümler için ısrarla günde bir öykü diyorum. Bundan sonrasına gelince… Benim için pek bundan sonrası olmuyor. Aynı anda pek çok işe başlamış oluyorum. Edebi olarak Haset öyküsünde ayak izini verdim. Sadık Bey var. Parantez içi bilgi olarak ikide bir Sadık Bey geçiyor. Sadık Bey ve sevgili Eşi Meral Hanım’ı yazıyorum. Ne zaman biter? Biter mi? Bitmeyen, küstürdüğüm için bitmeyen o kadar çok metnim var ki…
 

On5yirmi5