Temmuz ayı dergilerinde neler var?

Edebiyat
Temmuz ayında okuyucularıyla buluşan dergilerde neler var? İşte yanıtı… İLİM VE İRFAN KALPLERE SESLENİYOR İlim ve İrfan dergisi Temmuz sayısı gafletten kalbi uyandırmak dosyasıyla çıktı. Dosyala...
EMOJİLE

Temmuz ayında okuyucularıyla buluşan dergilerde neler var? İşte yanıtı…

İLİM VE İRFAN KALPLERE SESLENİYOR

İlim ve İrfan dergisi Temmuz sayısı gafletten kalbi uyandırmak dosyasıyla çıktı. Dosyalarıyla ve içindeki farklı yazılarıyla ilk sayısından itibaren dikkatle takip edilen İlim ve İrfan dergisi, tasavvufun manevi tesirini adeta her sayısında kutlu bir tebessümle hissettiriyor.

İlim ve İrfan gafleti işlediği dosya yazılarında kalbimize sesleniyor ve uyan ey kalbim diyor. Dosya kapsamında Yrd. Doç. İbrahim Baz, Kutbeddin Akyüz ve Kübra Orhan uyanışın kandillerini yakıyor.

Yrd. Doç. İbrahim Baz gafleti yaratılış gayesini unutmak olarak tanımlıyor. Gafletin insandaki tezahürünün, gurur, kibir, riya, haset, şehvet, cimrilik gibi ruhi ve kalbi hastalıklar olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Baz, bu halden tevbe edilmesi gerektiğini vurguluyor. Gaflet halinin ne derece tehlikeli olduğunu şöyle ifade ediyor yazar, “Birçok alim ve meşayih-i kiram gaflet halini, gün/aha, küfre ve nihayet cehenneme götüren bir adım olarak görmüşler ve bu konuda mü’minleri ısrarla uyarmışlardır. Ahmed bin Hadreveyh şöyle der: Gafletten ağır bir uyku yoktur.” 

Kutbeddin Akyüz ise Allah’ı zikretmek gafletten korur diyor. Gafleti mü’min için tehlikelerin en büyüğü olarak niteleyen Akyüz, gafletten korunmanın nasıl mümkün olacağını anlattığı yazısında ilk sıraya zikri koyuyor, “Dünya muhabbetinin yol açtığı gafletten kurtulmanın yollarından biri, Allah Tealayı gönülden anmak ve O’nu (cc) zikretmektir. Bu sayede kalp, gafletten uyanır ve iman nuruyla dolar.”

Kübra Orhan da gaflete düşmemek için neler yapılacağını anlatıyor okura. Gafletin sebeplerinden biri olarak kalbin dünyayla meşgul olup ahireti unutmasını zikrediyor yazar. Hiç kimsenin nefsinin yanılma ve gafletten korunmuş olmadığını belirten Orhan, asıl olanın kişinin bu kusurlarının farkında olması ve bunları tedavi etmeye çalışmasıdır, diyor.

Orta sayfa sohbetinde Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi, gafletten uyanmalı ve kalbimizi Allah’a bağlamalıyız, diyor. Her ay düzenli olarak orta sayfada İrfan Kaynağı köşesinde sohbetleri yer alan Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi’nin bu sayıdaki sohbeti gafletten kurtuluş yollarına ayrılmış. Bu hususta tarikatın, bilhassa Nakşibendi-Haznevi tarikatının usûl, adap ve önemine işaret eden Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi, “Mürit tarikata girmeden önce acemi bir garibandır, kalbini Allah’a nasıl bağlayacağını bilmez. Tarikata girip zikir ve adapla meşgul olduktan sonra artık kalbine gafletin girmesine müsaade etmemesi gerekir, kalbini korumak zorundadır.” diyor.

İmtihan devam ediyor  

İlim ve İrfan zengin içeriğiyle bu sayıda da okurlarına dolu dolu bir dergi sunuyor. Prof. Dr. Süleyman Derin ilim, amel ve marifet kavramlarını değerlendirdiği yazısında bunların mana olarak bir olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr. Derin, bugünkü bazı yanlışları hatırlatıp şu soruyu soruyor, “Bugün, tasavvuf adına ortaya çıkan ve kendilerinde derin marifetler bulunduğunu iddia ettikleri halde şeriatı yaşamayan, farzları yerine getirmeyen özellikle de haramlardan kaçınmayan ama muhtelif zikirlerle meşgul olan kimselerin durumu nedir? Zira bu insanlar da sufilerin tefekkür, zikir gibi bazı uygulamalarını yerine getirmekte, İbn Arabi ve Mevlana Hazretleri gibi Allah dostlarının sözlerinden güzel nasihatleri dile getirmektedirler.” Sorunun cevabı yazının devamında dergi sayfalarında veriliyor.

Prof. Dr. Süleyman Uludağ ise kemale ermenin yolunun az uyumaktan geçtiğini beyan ettiği yazısında uyku kavramının tasavvufi boyutlarını gündeme getiriyor.

Prof. Dr. Ali Akpınar çok hassas bir konuyu ele alıyor. Mal, mülk ve zenginliği Karun kıssasının detaylarıyla anlatan Prof. Akpınar, “Mal, variyet azgınlık sebebi olmamalıdır, tam tersine variyet, şükür ve kulluğun artmasına sebep olmalıdır.” diyor. 

Said Yavuz vefa kavramı etrafında irfani bir okuma yapıyor, vefanın bezm-i eletse ait olduğumuzu unutmamak olduğunu vurguluyor.

Prof. Dr. Kadir Özköse tarikatları anlattığı yazılarına bu sayı Kübreviye ile devam ediyor. Çin’den Anadolu’ya Kübreviye’nin çok önemli bir tesir sahasına sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Özköse, bu tarikatın Nakşibendiye ve Mevleviye’ye de katkısının bulunduğunu ifade ediyor.

Mona İslam kıymetli yazılara imza atmaya devam ediyor dergide. Tevbe kavramı etrafında şekillenen yazısında Mona İslam şöyle diyor, “Gurur insana hatasını kabul etmede engeldir. Şeytan gururludur hatasını kabul etmemiştir. İnsan da hatasını kabul ederse yok olacağını fısıldar, bilakis insanı yok eden şey hata itirafı değil, gururla hatanın inkarıdır. Biz hata yapmayan insana değil, hata yapan ama tevbe eden, unutan ama hatırlayan ve pes etmeden, umut kesmeden sorumluluğunun başına dönen insana Müslüman diyoruz.”

İsmail Acarkan yazısında anne ve babaların iyi ahlakta ve güzellikte çocuklarına örnek olması gerektiğini vurguluyor.

Derginin Bayram ve Kadir gecesi yazısını Yrd. Doç. Dr. Mustafa Demirci kaleme almış. Yazı adeta bu mübarek zaman dilimlerini nakış nakış gönüllere işliyor.  

Kadir gecesinin ve bayramın manevi boyutları M. Nezihi Pesen’in Kırkambar sayfalarında büsbütün bir manevi neşeye dönüşüyor.  

Zahit Yakın bu sayıda tasavvuf klasiklerinin en kıymetlilerinden olan Hikem-i Ataiyye adlı eseri tanıtıyor.

İlim ve İrfan dergisi Ailemiz ekiyle birlikte Temmuz sayısında okurun kalbine seslenmeye devam ediyor.  

Dergi irtibat:

0212 694 98 98

facebook/ilimveirfan

twitter.com/ilimveirfan     

AHENK DERGİSİ TEMMUZ 2015 SAYISI ÇIKTI

On beşinci yüzyılda Gelibolu’da yaşamış iki kardeş vardır. Ahmet Çelebi ve Muhammet Çelebi kardeşler. Bu ikisine Yazıcıoğlu kardeşler de denilir. Yazıcıoğlu Muhammet Bican “Muhammediye” isimli eserin sahibidir. Bundan başka “Envarü’l-Aşıkîn / Âşıkların Nurları” isimli eseri, Kardeşi Ahmet Bican’ın Arapça olarak telif ettiği Meğaribü’z-Zeman isimli eserin Türkçeye tercümesidir. Bu iki eser yaklaşık altı yüz yıldır okunan temel eserlerdendir.

/Envarü’l-Aşıkin’de varlıkların yaratılışı ile ilgili bölümde ilk yaratılan varlıklardan birinin kalem olduğu söylenir. Allah kaleme yazmasını emretmiş, kalem de levhi mahfuzdan başlamak üzerine emredilenleri yazmaya başlamıştır.

[Allah kaleme bir (Nun) yazmasını emretti. Kalem de bir nun yazdı. O nundan bir nur çıktı ve o nur arştan ferşe kadar her yeri aydınlattı. O nuru gören kalem iki bin yıl hayretler içinde kaldı.

-Ey yüce Rabbim bu nasıl bir nurdur diye sordu.

Allah Teâlâ:

-Bu nur Muhammedin nurudur. O benim mahbubumdur. Muhammet yaratılmışların en hayırlısıdır. Cümle âlemi ona hürmeten yarattım, buyurdu. Kalem o nura;

-Ey Allah’ın resulü selam senin üzerine olsun, dedi.

Allah Teâlâ,

-O burada değil, henüz yaratılmadı, eğer burada olsaydı senin selamını alırdı, onun yerine selamını ben alıyorum, buyurdu.

Bu yüzden selam vermek sünnet selam almak farzdır denildi.]

Eserden alıntılanan bu paragraftan Kuranı Kerimde “Kalem” suresinin oluşuna, hatta kaleme yemin edilişine giden bir telmih buluruz.

Bu yüzden geçmiş medeniyetimizde yazı başlı başına bir yükseliş sütunudur.

Yazıdan sürrealist resim üreten hattatlarımız, yazının güzelliği ve içindeki anlamın yüceliği belirginleşsin diye gözünün nurunu kâğıda döken müzehhiplerimiz, mücellitlerimiz belki de ilhamlarını kalemin yaratılışındaki yücelikten almışlardı.

Asırlar önce yazıyı gökyüzündeki yıldızlara benzetme çabasına girişen sanatçılar yetiştirdik. İki minare arasına ipler çektiler. O iplerin üzerine içinde mumlar yanan o işe mahsus yapılmış kandiller dizdiler. Son derecede karmaşık ve meşakkatli bir mühendislikle o kandilleri bir öğüt, bir nasihat, bir yüce hakikati ifade eden cümleler hâlinde sıraladılar. İnsanlar gecenin karanlığında yıldızlara yakın ışıltılı cümleleri hayranlıkla okudular. “Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan” diyordu. Veya “Oruç Kalkandır” veya “Oruç sıhhattir” şeklinde cümleler oluyordu. İnsanın adeta yıldızlara öykünerek gökyüzüne yazı yazmasıydı mahyalar.

Bugün elektronik aygıtlarla aynı işleme devam edilmesini mahyacılık geleneğinin devamı olarak görmek mümkün mü? Yoksa sanatın teknolojiye mağlup oluşu şeklinde mi değerlendirmeliyiz? Teknolojinin sanatı halkın her kesimine yaydığını, sanattan sadece zenginlerin değil fakirlerin de istifade etmesini sağladığını iddia edenler için böyle bir soru anlamlı değil. Ama sanatın hiç değilse gökyüzünde parlayan mehtabın ışıltısıyla led ampullerin ışığı arasında bir fark olduğunu bilenlerin hakkı olduğunu savunanlar için bu soru anlamlıdır.

Kalem önemlidir.

Yazı önemlidir.

Sanat önemlidir.

Hayra da şerre de hizmet edebiliyor olması bu önemi azaltmaz.

Sanat güzeli aramaktır. Sanatı şerrin aracı hâline getirmek her şeyden önce sanatın bizzat kendisine ihanettir. Camilerin zarif minarelerinin arasına kandiller sıralama sanatına “Varol İnönü” “Para Biriktir” “Türk” gibi cümleler yazılmış olması mahyacılık sanatının iflası değil insanın sanata ihanetidir.

Ahenk Dergisi 44. Sayısı da bu hassasiyete sadakat çizgisinde hazırlandı.

Sağlık ve esenlik dileklerimizle.

SIZINTI TEMMUZ SAYISINDA ‘HUSUSİ AÇIDAN İMAN’I SORGULUYOR

37 yıldır geleneği çağdaşla, aklı kalple, ilimi iman ile harmanlayarak, nesilden nesile hayatı okumaya ve okutmaya devam eden Sızıntı Dergisinin Temmuz sayısının başyazısında, “Hususi bir açıdan iman” inceleniyor. Yazıda, emin, güvenilir ve sağlam olmak anlamına gelen “iman”ın Allah’a inanmak, O’nu tasdik etmek ve doğrulamak, vicdanî itiraf ve kalbî iz’anda bulunmak da, dil geleneği açısından bu mübarek kelimeye yüklenen mânâlardan sadece birkaçını oluşturduğu belirtiliyor.

/Yaşar Sağlam’ın kaleme aldığı “Sentetik İlaçların Yan Tesirinin Kaynağı” konulu yazıda, farklı atom veya moleküllerin farklı şekillerde bir araya getirilmesiyle çok farklı hususiyetlere sahip yeni bileşikler elde edildiği belirtiliyor. Tek başına yanıcı bir atom olan hidrojenin, oksijen ile temasında çok küçük bir enerji (kıvılcım) ile patlamaya sebep olduğu, hâlbuki bu iki atomun uygun şartlarda birleştirilmesiyle sumolekülünün yaratıldığına dikkat çekiliyor. Moleküllerin R veya S dizilişlerinin, ilâç kullanımında ortaya çıkan yan tesirlerden öncelikli olarak mesul olduğu ve ilâçların kesinlikle molekülün tek bir dizilişini ihtiva edecek şekilde üretilmesi gerektiğine değiniliyor.

Sızıntı Dergisi’nin Temmuz sayısında İsmail Uzun’un kaleme aldığı, islam’ın mukaddes beldeleri olan Mekke ve Medine’ye kadar uzanan yani Haremeyn bölgesinin önemi ve özellikleri “Harameyn AB-I Hayat Damarları” başlığıyla hazırlanan yazıda anlatılıyor.

Biyoloji bölümünde Prof. Dr. Faik Kocadağ tarafından, Cenab-ı Hakkın insanlara emanet olarak verdiği vücut sarayı “Kendinden Olanı Tanıma” başlıklı yazısıyla tanıtılıyor.

Habib Balcı’nın Şehzade Süleyman Paşa ve Rumeli’nin Fethi”başlıklı yazısı, bugün ki teknolojinin temel taşlarından bir metal olan “Demirin Macerası” Prof. Dr. Mustafa Akdağ tarafından hazırlanan yazıda anlatılıyor. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kaya Emiroğlu’nun “Rıza Ufkunda Bir Büyük İnsan” yazısında inceleniyor.

Sızıntı Dergisi’nin en önemli yazılarından “Kalbin Zümrüt Tepelerinde” Ruh ve Ötesi 4’de “Mutad-savvifinin Ruh Hakkında Mütalaalarına” yer veriliyor. Çöl hayatı; mahrumiyet, meşakkat, tehlike anlamına geliyor ve bu yüzden pek çok araştırmaya, film, dizi veya belgesele konu oluyor. Oysa bugün yaklaşık 350 milyon insan ve sayısız canlının çöllerde yaşadığı bilinmiyor. Ömer Faruk Aydın tarafından hazırlanan “Çöldeki Zenginlik” yazısı okuyucuna bu zenginliği sunuyor.

Yusuf Karaosmanoğlu’nun hazırladığı, “Bir Sefer Bir Fetih ve İçtimai – Ruhi Bayındırlık” yazısı, yaratılışta Matematik ve Geometri, Işık ve Renkler konusu Prof. Dr. Arif Sarsılmaz tarafından okuyucuya aktarılıyor.

UMRAN 7 HAZİRAN SEÇİMLERİNİ KAPAĞINA TAŞIYOR: SEÇİM VE SONRASI         

7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimlerin galibi kim? Bu soruya bu kez on yıldır alışılmış olduğu ölçüde net bir cevap vermek mümkün değil. Seçimin sonucu Türkiye’de şu an birinci önceliğin -ülke sınırları dışındaki gelişmelerin de etkisiyle- etnik, bunu da belirleyen ikinci önceliğin kimlik, üçüncü olarak da başta “lider” olmak üzere aidiyet olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan hem “bugün yarındır” düsturundan hareketle geleceğe dair kaygıları arttırıyor hem de ekonomik taleplerin çok baskın olsa da rey vermeye etki etme noktasında gerilerde kaldığına işaret ediyor. Zaten uzun zamandır Türkiye’deki seçmen davranışları üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen neticenin; “ekonomi seçim kazandırmaz, kaybettirir” şeklinde olması da bunu doğruluyor. Kaldı ki seçim sürecinde AK Parti cephesinin ekonomiye dair kurduğu cümlelerin baskın karakterinin, “eskiden bu da yoktu, bunlarla iktifa edin” şeklinde olması ahali tarafından “üstten bakış” olarak yorumlandı ve ‘kibir’ kavramı çerçevesinde oluşturulan medyatik enformasyon kanalını büyük ölçüde besledi. Ayrıca yapılanların sürekli bir şekilde bıktırırcasına anlatılması, yapılan imar faaliyetlerinin başa kakılması olarak da algılandı.

/Gezi Parkı olaylarından itibaren başlayan ve AK Parti’ye yönelik olarak dile getirilen kibir ve diktatörlük üzerine kurulu söylem, sıradan insanların kendi yakın çevrelerindeki algılarla ve kimi pratiklerle örtüştü. AK Parti’ye ders verme düşüncesi, seçim sonuçlarında kendisini göstermiş görünmekte. AK Parti, büyükşehirlerdeki, Anadolu’daki ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerdeki oy kaybına rağmen aldığı %41’lik oy oranıyla seçimden birinci parti olarak çıktı. Ancak HDP’nin %13’le barajı aşmış olması ve MHP’nin oylarını arttırmasından ötürü tek başına bir iktidar kuramıyor. Bundan ötürü hem buruk hem de kendi politikalarını gözden geçirmeyi gerektirecek oldukça kritik bir eşikte. Hükümet kurmak için başka bir rakip partiyle anlaşmak zorunda. Bu açıdan bakıldığında mutlak “galip” olarak değerlendirilemiyor. Muhalefet partileri açısından bakıldığında, onlar da AK Parti’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşmasını engellemiş olmalarından ötürü memnun ve gururlular. Ancak iş hükümet kurma başta olmak üzere memleketin diğer konularının nasıl yönetileceği meselesine gelince bunun pek bir anlamı kalmıyor. İş çevrelerinden, esnaflara ve memurlara kadar birçok vatandaşın, ülkeyi bekleyen koalisyon gerçeğiyle karşı karşıya kalması, tekrar Türkiye’nin koalisyon hafızasını canlandırmış ve yeni bir tedirginliğin konusu olmuştur. Döviz, işçi çıkarmalar, faizin artışı ve emlak satışlarında durgunluk ve dengesizlik hemen ilk günden Türkiye’nin gerçek gündemi olarak yerini almıştır.

Şüphesiz seçimlerin, gazete manşetlerine ve analizlerine yansıyan tarihsel hafızaya gönderme yapmayı anlamsız kılmayan dış dünyaile de sıkı bir ilişkisi vardır. Küresel siyaset, “Arap uyanışı” olarak bilinen tüm gelişmeleri durdurup özellikle Mısır ve Suriye’yi teslim aldıktan sonra Türkiye’yi teslim almak için uğraşmaktadır. İktidarın, özellikle 2010 yılından beri küresel siyasetten bağımsız hareketlerde bulunması, siyaset yapıcı aktör olarak öne çıkma çabası Türkiye’yi hedef haline getirmiştir. Böylesi durumlarda genellikle iktidarın odağındaki kişi doğrudan hedef olarak seçilir. Buradaki hedef açıktır ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Nitekim bir İtalyan gazetesinde seçim ertesi yayınlanan “Yüzyılın Selahaddin’i durduruldu!” başlıklı analiz bunu doğrulamaktadır. Şunu söylemek mümkündür ki, Erdoğan iktidarına karşı kurulan koalisyon son 2-3 senedir fiilen yürütülen operasyonda başarıya ulaşmış ve Erdoğan ve AK Parti yara almıştır. Tersinden bakıldığında ise Erdoğan’ın sandık vurgusu başarılı olmuş, neredeyse tüm muhalifler çeşitli ittifaklar kurarak oyuna dâhil olmuş, bu da sokak siyaseti olarak anılan hıncı kontrol altına almıştır.

Bu sürece yakından bakıldığında, çözüm sürecinin Türkiye’nin hayrına olacak tarzda çözüme kavuşturulmasını istemeyen kadife darbeci kadro, süreci engelleyecek ve Kürt halkını AK Parti’den koparacak bir stratejiyi adım adım uygulamıştır. AK Parti yöneticilerinin Taksim kadifedarbe sürecini algılamadaki zafiyetleri, Kürt seçmen üzerinden kurulmuş olan tezgâhın görülmesini engellemiştir. Bu stratejinin uygulanmasına ilişkin bir başlangıç tarihi, kesin olarak söyleyememekle beraber sürecin, Hatip Dicle’nin milletvekilliği seçiminin iptal edilmesi ve ardından mahkûmiyeti ile birlikte başladığını söyleyebiliriz. AK Parti’nin Kürtlere karşı yürüttüğü politika, başından beri dini bir “kardeşlik” politikası ekseninde dönüp duruyordu. AK Parti bu politikadan hiçbir zaman vaz geçmedi ancak bu din kardeşliği Uludere/Roboski katliamıyla biraz aşınmıştı. Kobani sınavı Türkiye için talihsiz bir kâbusa dönüştü. Neredeyse tüm Kobanililerin Türkiye’de ağırlanmasına rağmen, bu konuda tersine algı baskın çıktı. Öyle ki, Kobani’yi “Kürtler’in Dersim’i” şeklinde sunma propagandası işlendiği halde Kobani ile ilgili karşı kampanya hükümet tarafından yürütülemedi. “Kobani düştü düşecek” sözü ve ardından başlayan “Kürt sorunu yoktur.” tartışması, karşı propagandanın ısrarla dile getirdiği “AK Parti Kürtleri oyalıyor.” söylemini güçlendirdi.

Şunu kabul edelim ki, AK Parti seçim süresince milliyetçi bir dil kullanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin böyle bir dil kullanmasının sebebi, yaptırılan özel anketlerde MHP’ye oy kaymasının tespit edildiği ve bunu da durdurmak için böyle bir yola başvurulduğu şeklinde ifade edilmektedir. Şayet böyle bir dilin kullanılması, anket sonuçlarına göre belirlenmiş ise, o zaman, bu dilin kullanılmasından sonra yaptırılan anketlerde, daha büyük bir oyun, HDP’ye kaymakta olduğunun da görülmesi gerekirdi. Seçim sonrasında AK Parti’nin “ideolojik tabanı” dahi, bu kırılganlığı yaşayarak, çözüm sürecinin ne kadar hatalı sonuçlar doğurduğu eleştirisini getirmiş, meseleyi dış bağlantılı kimlik meselesi üzerinden yorumlamayı tercih etmiştir.

Bu seçimlerde AK Parti’nin başörtüsü yasağını kaldırma, İmam Hatipleri açma ve Kürtçe Kur’ân gibi söylemlerinin çok etkili olamadığını gördük. Hatta dindar Kürtlerin bu defa blok halinde HDP’ye geçmesi başlı başına bir sosyolojik araştırma konusu olmalıdır. AK Parti seçimsöylemini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önderliğinde başkanlık sistemi ve anayasal değişim üzerine oturtmuştur. Hizmetleri, projeleri ve ekonomik vaatleri ikinci planda kalmıştır. Bir genel seçim öncesinde, başkanlık sisteminin ne getirip ne götüreceği gerektiği gibi tartışılmadan,halkın kafası berraklaştırılmadan genel seçim sürecinde Başkanlık sisteminin, ne olduğu bilinmeyen “Türk tipi başkanlık sisteminin” seçimpropagandalarının merkezine oturtulması fayda getirmeyen bir yanlış olmuştur. Bu noktada, kadife darbeci kadronun “sivil dikta/sivil diktatörlük”söylemleri, “özgürlüğü en kutsal değer” olarak gören gençler üzerinde çok etkili olmuştur.

Diğer taraftan söylemde “düşmanlara karşı” çatışma çizgisinin üst düzeyde tutulması varoluşsal olarak bir zorunluluk iken demokratik meşru muhaliflere karşı aynı dilin kullanılmaması da yine varoluşsal olarak zorunluluk olmalıdır. Yani antagonistik siyaset ile agonistik siyaset söylemlerini ayırmak; AK Parti ve Türkiye’de İslâmi kesime “düşman” olanlar ile AK Parti’ye muhalif olanlara karşı farklı “dil ve üslup” kurmak gerekir ki bu “düşmana” karşı savaş, muhalife karşı yarış havasını zaruri kılar. Siyasal alanın kırılgan hale getirilmesi noktasındaki operasyonların belli ölçüde başarıya ulaşmış olmasıve söylemin yenilenmesi, yeni bir paradigmaya geçilmesi gerektiği hususundaki yaklaşımları doğrulamaktadır.

Ramazan’ın ve bayramın İslâmi hayat tarzının alâmet-i farikaları olan tefekkür, emri bil’maruf nehyi anil’münker, tezkiye, iyilik, infak, dayanışma, paylaşma, diğerkâmlık, kanaat, itidal, tevazu, tutumluluk, sabır, takva, affetme, hilm, sevgi, saygı vb. gibi temel değerlerin serpilmesine vesile olması temennisiyle.

YEDİKITA’NIN TEMMUZ 2015 SAYISI RAFLARDA

Mecelle, “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” der. Yani aslî hükümlerden olmayan bir kısım cüz’î hükümler, zamanın değişmesiyle değişebilir. Tarih ilminde bu Mecelle hükmü zaman  zaman hatırlanır. Yeni bilgi ve belgelerle eski bilgiler bazen geçerliliğini kaybedebiliyor. Fakat meselenin asıl kısmını, bu yeni vesikalara ulaşmak oluşturuyor. Hele günümüzde hâlâ kapalı arşivlerin varlığını düşünürsek, mevcut birtakım bilgilerimizin eksikliği hatta daha da kötüsü yanlışlığı kaçınılmaz görünüyor.

/Son zamanlarda Anadolu’nun fethi, yani İslâm’a açılmasında önemli bir dönüm noktası olan Miryokefalon Savaşı’nın yeri hakkında yeni bir keşif ve tesbit yapıldı. Bu tarihî keşif, ilk defa Yedikıta’da yayınlanıyor.

Şimdiye kadar savaşın yeri hakkında 8 kadar yerin ismi geçiyordu. Bu son keşfe; saha çalışmaları, yeni ele geçen çağdaş kaynaklar, topoğrafya ve Osmanlı kayıtlarının harmanlanmasıyla ulaşıldı. Tenkit metodunun tarih ilmindeki vazgeçilmezliği böylece bir kere daha ortaya çıkmış oldu.

Miryokefalon’un Konya-Beyşehir yakınlarındaki Bağırsak Boğazı’nda yapıldığını, Prof. Dr. Mehmet Akif Ceylan ve Yrd. Doç. Dr. Adnan Eskikurt tespit ettiler. Bu tespitin ve çalışmalarının arka planlarını  kendilerinden dinledik. Prof. Dr. Ali Öngül de savaşın seyrini yazdı. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın mütercimi Sabuncuzâde Louis Albery’nin, Amerikan özgürlüğünü  savunan bir gazeteciye yazdıklarını Kasım Hızlı; din reformcularına taviz vermeyip Diyanet İşleri başkanlığından istifa eden Ömer Nasuhi Bilmen’i Harun Tuncer kaleme aldı.

Bu ay yeni bir yazı dizisi başlatıyor, sizleri Osmanlı’nın vesikalarıyla tanıştırıyoruz. Arşiv uzmanı Ebul Faruk Önal’ın yazarlığını yaptığı dizinin ilk yazısı, padişah emri demek olan “ferman”. Tecrübe Konuşuyor bölümünde ise Ankara’da ziyaret ettiğimiz ve özellikle lügat ve dil çalışmalarıyla tanınan D. Mehmet Doğan sorularımızı cevapladı.

Huzurlu ve istifadeli bir kandil ve bayram geçirmeniz dileğiyle gelecek sayımızda buluşmak üzere.

İTİBAR YOLCULUĞUNA TEMMUZ 2015 SAYISINDA DA DEVAM EDİYOR

İbrahim Tenekeci yönetiminde yayınlanan İtibar, her sayısında olduğu gibi Temmuz’da da usta çizer Hasan Aycın’ın bir çizgisiyle açılıyor. Hemen arkasından Kâzım Berkay Özkardaş’ın “Bir Somun İsmail” şiiri geliyor. Derginin şiir sayfaları İbrahim Tenekeci’nin “Mamelek”, İsmail Kılıçarslan’ın “Ahwak” ve Ali Emre’nin “Tandır Kaynayınca” şiirleriyle devam ediyor. Bu sayının diğer şairleri ise, Murat Küçükçifci , Erdal Çakır , Enes Kılıç, Ali Oturaklı , Orhan Özekinci , Rabia Gelincik , Gökhan Ergür , Mehmet Aycı, Mehmet Narlı, Said Yavuz, Nadir Aşçı, Ömer Yalçınova, Raşit Ulaş, Nurcan Toprak, Ebru Tabiloğlu, Tuba Kaplan, Mustafa Burak Sezer, Merve Akbaydoğan, Kadir Korkut, Durmuş Ongun, Cengizhan Konuş, Ahmet Sarı, Zeynep Tuğçe Karadağ, Abdüssamed Bilgili ve Soner Karakuş.

/Derginin Temmuz sayısının öykü sayfalarında ise Yıldız Ramazanoğlu’nun “Süslü”, Sibel Eraslan’ın “Li İlafi”, Muhsin Macit’in “Çeçen Kızı”, Rabia Macit’in “Bir Gün Bir Ömür” Betül Nurata’nın, “Söylesene, Nereye Gidiyorsun?”, İsmail Isparta’nın “Sırat-ı Müstakim” ve Aynur Dilber’in “Aynısı” öyküleri yer alıyor .

Arif Ay söyleşisi ve vefatının 40. senesinde Nurettin Topçu

İtibar’ın Temmuz sayısında, Kâzım Berkay Özkardaş , Arif Ay ‘la konuşmuş. Arif Ay , sanattan tabiata kadar örnek almamız lazım gelen sözler söylüyor: “Onurlu yaşamanın bir yönü de hakkını savunmaktır”. Bu sayının öne çıkan yazılarından biri de Prof. Dr. Mustafa Kara ‘nın, vefatının 40. senesinde Nurettin Topçu’nun muallimlik yönüne tüm dikkatleri üzerinde toplayan yazısı. Düzenli yazılarıyla her ay İtibar’da okuyucuyla buluşan Kemal Sayar “İnsandan İnsana Bir Yol Var” başlıklı yazısıyla Temmuz sayısında bulunuyor . Ali Görkem Userin “Edebiyatın Hayattan Kaçışı”, Cihan Aktaş “Orman Manzaralı Otel”, Necip Tosun “Fatma Barbarosoğlu: Ötekileştirilmiş Kadınlar”, Hüsrev Hatemi “Yunus Kâzim Köni’nin Şiir Kitabı: Ufuk Çizgisi”, Tarık Tufan “Susmaya Takati Kalmayan” başlıklı yazılarıyla derginin düzyazı sayfalarında yer alıyorlar. Saadettin Acar, Ahmet Edip Başaran, Akif Hasan Kaya, Suavi Kemal Yazgıç, Mustafa Oral, Güven Adıgüzel, Müslim Coşkun ve Tuncay Kara kitap, gezi ve tetkik yazılarıyla İtibar’ın Temmuz sayısına dahil olan diğer isimler.

HAKSÖZ DERGİSİ TEMMUZ 2015 SAYISI

Haksöz Dergisi, Temmuz 2015 tarihli 292. sayısıyla okurlarının karşısına çıktı. Bu sayı seçim sonuçlarıyla ilgili kapsamlı bir dosya içeriyor.

 “Kur’an’ın aydınlığına doğru” şiarıyla aylık yayınını sürdüren Haksöz Dergisi, Temmuz 2015 tarihli 292. Sayısında 2015 genel seçimlerini masaya yatırıyor.

Bu ay 96 sayfa çıkan derginin yaklaşık 70 sayfası seçim değerlendirmelerine ayrılmış.

Seçim sonuçlarının kapsamlı değerlendirildiği Gündem’de Kürt bölgesinde yükselen Kürt milliyetçiliği gerçeğine ve milliyetçi kutuplaşma riskine dikkat çekiliyor.

Dergide Hamza Türkmen, Rıdvan Kaya, Yılmaz Çakır, Musa Üzer, Murat Özer sonuçların nedenlerini ve önümüzdeki süreçte nelere yol açacağını tartışırlarken; yanı sıra seçimlerin İslami camiaya değen boyutlarını ele alıyorlar.

/Bülent Gökgöz, Erdal Eker, Nurcan Büyük, Şefik Sevim ve Şuayb Mekeç ise seçimlerin AK Parti açısından yenilgi olup olmadığı, İslami kesimlerin nasıl etkileneceği, HDP/PKK’nın artan etkinliğinin bölge Müslümanlarına nasıl yansıyacağı, çözüm sürecinin nereye varacağı ve İslami camiaların özeleştiri sorumluluğuna dair Haksöz tarafından yöneltilen sorulara cevap veriyorlar.

Bahadır Kurbanoğlu da seçim sonuçlarını “başkanlık sistemi” üzerinden değerlendiriyor.

Mustafa Durmuş, Çin’in öncülüğünü yaptığı Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın küresel ekonomik düzende bir kırılmaya yol açıp açamayacağını tartışıyor.

Edebiyat içeriğinin de yoğun olduğu bu sayıda Bünyamin Doğruer, Furkan Kılıç ve Nuriye Çakmak’ın şiirlerini, Ali Emre, Gülşen Demirkol Özer, Ali Ekber Konuk ve Ali Değirmenci’nin kültür-sanat yönlü yazılarını da okuyabilirsiniz.

KARABATAK’IN 21. SAYISI RAFLARDA

 Yaz aylarına girerken yine dopdolu içeriğiyle Karabatak, 21. sayısını okuruna sunuyor. “Edebiyat ve Rüya”yı merkezine alan dergi, dosyasını bu konuya ayırdı. Geniş çaplı bu dosyanın yazarları A. Ali Ural, Ahmet Sarı, Fatih İbiş, Mehmet Ulukütük, Fatih Taşcı, Leyla Turan, Meliha Öz ve Bünyamin Demirci.

Karabatak’ın röportajı, dünyaca ünlü bir yazarla yapıldı: Chuck Palahniuk. “Dövüş Kulübü” kitabıyla büyük bir başarı yakalayan ve şimdiden efsaneleşen Palahniuk, kendi yazı macerasını samimi bir şekilde Güzide Ertürk’e anlattı.

/Bu sayının şairleri Ercan Yılmaz, Hasan Akay, A. Ali Ural, Hüseyin Akın, Engin Turgut, Ayşe Sevim, Nurettin Durman, Meryem Kılıç, Şafak Çelik, Sümeyra Yaman, Fuat Eren,  Yusuf Koşal, Berke Camekan, Mustafa Uçurum, Belkıs B. Şimşek, Emirhan Kömürcü, Çayan Özvaran, Sevgi Yerlioğlu, Yusuf Duruk, F. Nuriye Torun, Hamdi Gün, Nurbanu Dönmez, Duygu Öztürk ve Şeyma Ünal.

 Poetika yazarları Hasan Akay, Ali Ömer Akbulut ve Muhammed Sarı; deneme yazarları Necati Mert, Güzide Ertürk, Hümeyra Yabar ve Sami Arslan; şiir çevirmenleri Mehmet Kanar, Sare Öztürk, Belkıs B. Şimşek ve Ahmet Cora; öykücüler Naime Erkovan, Bünyamin Demirci, Önder Şit, Fatma Akdağ, İlknur Demirci, Mehmet Babalıoğlu, Çağla Esmeray, Ela Korgan, Selma Türköz ve Leyla Polat. Kitap tanıtım yazılarıyla Ayşe Sevim, Dursun Güzel, Sümeyra Yaman ve Aziza Rüya bu sayıda yer alıyor.

 Ayrıca tefrikasının yeni bölümüyle Mehmet Sabri Genç; sinema yazılarıyla Hakan Bilge ve Songül Koç; tiyatro yazısıyla Hüseyin Sorgun; gezi yazısıyla F. Hande Topbaş ve görsel sanatlarda Ertan Ayhan Sertöz, Fatih Korgan ve Sedat Gever bu sayının yazar ve sanatçıları.

YENİ ÜMİT’İN TEMMUZ SAYISI BAYİLERDE

3 aylık periyotlarla 27 yıldır yayın hayatını sürdüren, dini ilimler ve kültür dergisi olan “Yeni Ümit”in Temmuz-Ağustos-Eylül sayısı çıktı.

Yeni Ümit Dergisi’nin başyazısı “Her şeye rağmen bizdeki Ramazanlar”ı ele alıyor. Yazıda “Bizim hislerimiz, bizim düşüncelerimiz Ramazan’a bağlı olarak değişip derinleştiği gibi, Ramazan da, bizim hülyalarımız ve bizim tasavvurlarımızla farklı mânâlara, farklı muhtevalara ulaşır. Hislerimizin, fikirlerimizin derinliğiyle mebsûten mütenasip (doğru orantılı) o kadar beliğ şeyler söyler ki, onun îrad ettiği o muttasıl hitabeleri, hiçbir hatip, hiçbir edip, hiçbir mütefekkir ve hiçbir filozofun eserinde görmek mümkün değildir” diyor ve bu derin ve muhtevalı sözlerdeki inceliği kavramak için İslâm’ın dilini anlamaya ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Doç. Dr. Yunus Ekin’in kaleme aldığı “İslam kardeşliğinin inşasında sevgi dili”nin önemine değiniliyor. Günümüz itibarıyla İslâm coğrafyasında ki dağınıklık, bölünmüşlük ve herc-ü merc yaşanmakta olduğu, âdeta kardeş, kardeşi boğazladığı kin, nefret ve hasetin imanın önüne geçtiği, belirtilerek, İslâm kardeşliğinin gerek Kitap gerekse Sünnet’te ilmik ilmik dokunduğu, bir kanaviçe gibi örüldüğü İslâmî aksiyonun en önemli tezahürü olduğu halde arka planda kaldığı vurgulanıyor. Bu yazıda; İslâm kardeşliğinin inşâ ve tesisinde önemli bir süreci olan Sevgi Dili ele alınıyor ve İslâm toplumunda gerek söylem gerek davranış plânında bir sevgi dilinin imkânı; bu dilin çeşitleri, önemi ve kardeşlik hukukuna katkıları üzerinde duruluyor.

Prof. Dr. Suat Yıldırım tarafından kaleme alınan “Allah’ın Azametinin Oruçla İlanı” adlı yazıda, orucun pek çok hikmeti olduğu belirtiliyor ve en kapsamlı hikmetlerinden üçü özetleniyor. “Allah’ın (celle celâluhu) azametini ilân, O’nun nimetlerine şükür ve Kur’ân’ın gönderilmesini yeniden yaşamaya çalışmak…”

Flört Mü, Nişanlılık Mı? Başlıklı yazısıyla Prof. Dr. Abdülhakim Yüce evlilik öncesi süreci ele alıyor. Prof. Dr. Abdülhakim Yüce yazısında “Modern hayat, evlenecek kişilerin birbirlerini yeterince tanımaları için flörtün dışında bir yolun olmadığını söylemekte ve maalesef toplumda bu yolun kaçınılmaz olduğu düşüncesini hâkim kılmaya çalışmaktadır. Oysa modernleşmenin ve ona bağlı gelişen dünyevîleşmenin, önümüze koyduğu hattâ dayattığı her uygulama olduğu gibi kabul edilecek olursa, hem din, hem de insanlık ciddi yaralar alacaktır. Flört yerine, dinimiz ve geleneklerimizin şekillendirdiği eş seçimi ve onun devamı olan nişanlılığın, evlenecek adayların birbirlerini tanıma metodu olarak öne çıkarılmasının isabetliliği, ahlâkîliği, yeterliliği ve önemi üzerinde durmaya çalışacağız. Kefaet yani denklik prensibinin eşlerin huzurlu bir yuva kurmalarındaki önemini de vurgulamak gerekir” diyor.

SABİT FİKİR TEMMUZ SAYISINDA ‘UYARLAMA’LARI KAPAĞINA TAŞIYOR

“Hollywood’da ve diğer ülkelerin popüler örneklerinde gördüğümüz üzere uyarlamalar fabrikasyon bir şekilde, ticari bakışla sadece ilgi çekici bir hikayeyi sinemaya aktarmak için hayata geçiriliyor. Bu sebeple yaratıcılıktan çok seyirciyi hesaplayan belli şablonlarla üretiliyorlar. Herkes Stanley Kubrick gibi bir yeteneğe, IQ’ya, mükemmeliyetçiliğe ve daha bilumum özelliğe sahip olmadığından, uyarlamalar, çoğunlukla aynı yüzeysel soru(n)lar üzerinden tartışılıyor: Ne kadar sadık kalınıyor, neler değiştiriliyor?”

SabitFikir’in Temmuz 2015 tarihli 53. sayısının dosya başlığı, “Bir Uyarlama Sıkıntısı”… Hasan Cömert, “kitaba sadık kalmak” ile “yeni bir şey yaratmak” arasındaki o uzun yola bakarak, “Yönetmenler nasıl çalışır?” sorusuna yanıt arıyor: “Ortaya çıkacak uyarlamanın başarısının formülü yok elbette. Kitabın uyarlanabilir olması, uyarlanma biçimi, senaristin tercihleri belirleyici oluyor. Ancak ne olursa olsun, ‘Kitabı kadar iyi değil,’ cümlesi galip çıkıyor. Bülbülü Öldürmek’ten Guguk Kuşu’na sayısız başyapıtın gücü ise nasıl uyarlandıklarının cevabında değil, nasıl bir film oldukları gibi basit bir soruda yatıyor.”

SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay Yeşilçam’da iz bırakan edebiyat eserlerinden birer sinema başyapıtı olmuş filmlere, keşke hiç uyarlanmasaydı dedirtenlerden sinema-edebiyat ilişkisinin sıradışı örneklerine uzanıyor.

Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı’na çok sevilmiş dizilerin senaryo ekiplerinde çalışmış Fikret Bekler’i konuk ediyor; dizilerin gerçek hayattan değil, yüksek reyting alan diğer dizilerden esinlendiğini anlatan Bekler, “Gerçekçi bir dizinin bir müddet sonra sıkıcı olması kaçınılmaz,” diyor.

Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için… 

Hilmi Tezgör, Müzik yazılarına İstanbul Caz Festivali kapsamında bir kez daha İstanbullularla bir araya gelen Joan Baez’le devam ediyor; edebiyat ve müzik birlikte anıldığında akla ilk gelecek “olağan şüpheli” şairleri Baptism adlı albümünde okuyup söyleyen Baez, biyografileri ve klasikleri seviyor ama en çok da turnedeyken okuyormuş.

F. Cihan Akkartal ise, Televizyon yazısında, edebi kaynaklardan intihal tartışmaları yaratacak ölçüde beslenen ve geçtiğimiz günlerde ikinci sezonu başlayan True Detective’i değerlendiriyor; “insanların ele ele tutuşup tükenişe doğru yürümeyi kabullenmesi gerektiğini söyleyen bir karakter televizyonda her gün görülmediği için izleyicilerin ikinci sezon ile ilgili beklentileri başından bu yana çok yüksekti…”

Yankı Enki, Edgar Allan Poe hakkındaki iki kitabı, Edgar Allan Poe’nun Ev Yaşamı ve Bayan Poe’yu inceliyor; bu yazıda söz konusu olan iki kitap, Poe’nun sadece özel hayatıyla ilgileniyor. Hande Gürses de, “Hemingway deli miydi, yoksa dahi miydi? Kadın düşkünü mü, yoksa kadın düşmanı mıydı? Barış yanlısı mıydı, militarist miydi?” gibi sorulara yanıt bulmaya çalışan Ölümsüz Hemingway adlı çalışmayı ele alıyor.

SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Fatih Balkış, Patricia Duncker, Ömer Madra, Rana Dasgupta, Zahrad, Chuck Palahniuk, Kate Atkinson, Gündüz Vassaf, Witold Gombrowicz, Irvin D. Yalom, William Sutcliffe ve Steven Millhauser’in eserlerini güvenilir eleştirmenler küçük İskender, Hayati Roman, Melisa Kesmez, Ali Bulunmaz, Osman Çakmakçı, Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, Ceyhan Usanmaz, Nazan Maksudyan, Gökçe Gündüç, Ece Karaağaç ve Burcu Bayer yorumluyor.

Dünyadan sayfalarında da Mert Tanaydın, bu yıl prestijli edebiyat ödüllerine layık görülen László Krasznahorkai, Jenny Erpenbeck, Ali Smith, Eduardo Mendoza ve Leonardo Padura Fuentes’i mercek altına alıyor.

Fisun Yalçınkaya ise Çizgi Roman sayfasında, Cat Woman ve Supergirl’ün Türkiye’deki yayın hakları için girişimlerin başladığını -fısıldayarak- duyurduktan sonra çizgi roman tarihinin diğer kadın kahramanlarını hatırlatıyor. 

SabitFikir’in kapak illüstrasyonu Mehmet İnanır’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; dikkatli gözler, iç sayfalarda çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.

(Tanıtım Bülteninden)

DÜNYALI’NIN TEMMUZ AĞUSTOS SAYISI RAFLARDA!

Yaz sıcakları iyiden iyiye bastırdı. Yoksa sen de sıcaklar yüzünden miskinleşenlerden misin? Hazır konu buradan açılmışken, kendini hiç tembel hissettiğin oldu mu? Yoksa hep çalışkanlığın için övülenlerden misin? Peki tembellik diye bir şey var mı gerçekten? Belki de herkesin tembellikle suçladığı kişiler, o sırada çok önemli bir konuya kafa yoruyorlardır. Kim bilir, belki önemli bir icadın arifesindedirler. İşin aslı tembeller de çalışkan olabilirler. Off, çok karışık bir konu bu. Sen en iyisi bu ayki DOSYAmıza bir göz at ve “Yan gel yat Osman”ın dediklerine kulak ver. Bakalım dosyanın sonundaki “Hangisi sana daha uygun?” başlıklı yol haritası seni nereye ulaştıracak. Acaba sen Tembel teneke misin, yoksa çalışkan arı mı?

/Biz tembellikten konuşaduralım, bu ay yüzlerce bisikletçi Fransa’nın zorlu dağ yokuşlarında ter akıtacak. Niye mi? Dünyanın en büyük bisiklet yarışı olan Fransa Bisiklet Turu başlıyor da o yüzden. Turun tarihinden ilginç bilgileri bu ayki SPOR sayfalarımızda okuyabilirsin.

Tarih demişken, evinin banyosunda, aynanın önünde duran tarağın da çok ilginç bir geçmişi olduğu hiç aklına gelir miydi? Binlerce yılda onlarca malzemeyle üretilen tarağın ilginç tarihini “Kel Başa Şimşir Tarak” başlıklı yazıda okuyabilirsin.

Bu ayki SANAT köşesinde dünyanın farklı kültürlerinden seçilmiş ejderha motifleri var.

Madem yaz aylarındayız, şöyle serin birer içecek iyi gider. KAVUN YİYEN KEDİ’de senin için birbirinden lezzetli, vitamin bombası dört farklı yaz içeceği tarifi var.

BİLİM köşemizde Mikrop Çatlatan Bağışıklık Sistemi Gerçeklerini senin için derledik. DÜŞÜNCE BALONU’nda bu ay özür dilemek üzerine düşünüyoruz.

Akıllı telefonu olup da selfie çekmeyen kaldı mı? Adı yeni konmuş olabilir ama ilk selfie örnekleri bundan neredeyse 200 yıl önce ortaya çıkmış. Aklına bile gelmeyecek sıradışı selfie örnekleri GENEL KÜLTÜR sayfalarında seni bekliyor.

Bu ay Dünyalı’da doğadan pek çok şey var. KES YAPIŞTIR’da rengârenk kâğıt balıklar yapmayı öğrenebilir, HAYVANLAR ÂLEMİ sayfasında su canlılarının renkli dünyasına göz atabilir, SERBET ATÖLYE’deyse burnunun ucundaki doğayı keşfedebilirsin.

Dünyalı’nın bu ayki armağanlarına gelince… Yaz özel sayısı nedeniyle birbirinden eğlenceli labirentlerin, şaşırtmaların ve oyunların olduğu “Yaz Eğlencesi” kitabıyla gününü gün edeceksin. Ayrıca dergimizin sevilen çıkartmalı yapboz posterlerine yaz temalı bir yenisi ekleniyor. Tatil Günlüğü posteri ise tatilini özetleyecek güzel bir anı olacak.

İyi tatiller!

Kaynak: On5yirmi5.com