‘Paranın rengi sanatın yedi rengini boğdu’

Edebiyat
Mustafa Kutlu bugün Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde sanatın parayla olan imtihanını çok güzel bir şekilde anlatmış. İşte Kutlu’nun "Paranın rengi" başlıklı yazısı: Dostlara soruyoru...
EMOJİLE

Mustafa Kutlu bugün Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde sanatın parayla olan imtihanını çok güzel bir şekilde anlatmış. İşte Kutlu’nun "Paranın rengi" başlıklı yazısı:

Dostlara soruyorum: "Bu ülkeye bir Neşet Ertaş daha gelir mi?" Çoğu başını öne eğip sessiz kalıyor, bazıları kem-küm ediyor.

Bozkırda nokta gibi iki karaltı beliriyor. Yaklaşıyoruz, biri Muharrem Ertaş eşeğe binmiş, öteki kafası üç numara tıraşlı, sekiz-on yaşlarındaki oğlu Neşet. Bir düğüne gidiyorlar. Çalıp-çığıracak üç-otuz para alacaklar. Az sonra Muharrem Usta inecek eşekten, artık yorulmuş olan Neşet binecek.

Açlığın örsünde dövüle dövüle geldi Neşet. Türk müziğine ve türkülere öyle bir mühür vurdu ki, asırlar geçse unutulmaz. Ne demişti Veysel Baba: "Ben giderim, adım kalır". İşte öyle.

Bu ülkeye Selahattin Pınar, Şükrü Tunar, bir Bekir Sıtkı Sezgin ve daha onlarca usta bir daha gelir mi? Bilmem. Gelecekle öleceği Allah bilir. Ama şimdilik umut yok. Klasik Türk Müziği neredeyse unutuldu.

Ya ötekiler?

Bir misal vereyim: Repçi "Ceza" Mozart’ın "Türk Marşı"na söz yazmış. Gayretli televizyoncu Cüneyt Özdemir bunu ekrana taşıdı. Taşımakla kalmayıp orkestra şefimiz Gürer Aykal’a dinletti. Gürer Aykal Ceza’yı tanımıyormuş. Parçayı dinledikten sonra neşeli bir ses tonu ile –mânası şu: Yahu dünyada neler oluyor, haberimiz olmuyor– "İlginç ilginç, bayağı sevimli, hoş yani" deyiverdi. Böyle oyunlarla oyalanıyoruz.

Hoca Ali Rıza ile Nuri İyem resimlerini yaparken eserlerinden ne kadar para kazanacaklarını düşünüyorlar mıydı?

Resim dünyasında yeni ve dikkate değer bir adım var mı? Bildiğimiz Bedri Baykam daha çok televizyon tartışmalarında gösterdiği celadet ile tanınıyor. Müzayedelerde eski ressamların eserleri yeni paralanmış bir zümre tarafından yüksek paralar ödenerek satın alınıyor. E, burjuva olmak kolay mı? Arada bir para döküp resim falan alacaksın ki namın yürüsün.

Van Gogh hayatında hiç resim satamadı. Fuzuli parasızlıktan "şikâyetnâme" yazdı. Ama her ikisi de "önce eser" diyordu.

Genç şair ve yazarların şevkini kırmak istemem ama edebiyat esasen yetmişlerde öldü. Seksene kadar silah sesleri arasında ağır ağır can verdi. Rahmetli Özal ünlü vecizesinde şunu söylemişti: "Bırakın bunları canım, iş yapalım iş."

Haksız da sayılmazdı. Türkiye o yıllarda yetmiş sente muhtaç haldeydi.

"Artık büyük şair çıkmaz" deniyor. Gençler acılarını içlerine gömerek meydan okuyor: "Büyük şaire ihtiyaç yok."

Öğretmenler ve öğretim üyeleri çok acı günler yaşadı. Kimi çorap sattı, kimi yurt dışına kaçtı. Gazeteciler simitle-çay arasına sıkışmıştı. Onlara Özal kanat gerdi. Ayamama deresinde şatolar yaptırdı. Asil Nadir ile birlikte gazetecilerin yüzü güldü.

Aynı tarihlerde özel televizyon devreye girdi. Özal tüm medyayı memnun etmişti. Eh, medya bu ihmale gelmez. Yeşilçam’dan, TRT’den setçi, ışıkçı, yönetmen, oyuncu özel televizyonlara akın etti. Anchorman’ler Boğaz’da yalı aldılar.

Öğretmenler "özel dershaneler"e geçti. Öğretim üyeleri asistanların yazdığı ders kitapları üzerine adlarını yazarak ömürlerinde görmedikleri paralar kazandılar.

Artık taşlar yerine oturmuş paranın rengi belli olmuştu. İlim ile sanat parayla ölçülmez derler ama çakması gelirse iş değişir.

İlimden-sanattan-kültürden bîhaber nesiller yetişti. Eskiler sallanan koltuklarında homurdanmaya başladı. Fert başına düşen milli gelir artmıştı. Özal ihracat uğruna milleti on yıllarca enflasyona ezdirmiş, "enflasyon ile kalkınma" diye bir model icat etmiş, altta kalanların alın terinden topladığı suyu işadamlarına cansuyu olarak dağıtmıştı. İyi iş çıkardı. Bizi kapitalizm katarının son vagonuna atıverdi. O kadar iyi ki, Anadolu’da nesli kesilmiş olan kaplanlar türedi. Kaplanların naraları ile sarsılan yer-gök AKP’ye güç verdi.

Bu ne karanlık tablo böyle sayın Kutlu. Yani geçen zaman içinde hiç mi müsbet bir şey yok? Var. Eskiden hat hocaları talebesinden para almazmış. Bu geleneği devam ettiren hattatlar ülkemizde bu sanatı canlandırıp dünya çapına çıkardılar. Hepsinden Allah razı olsun.

Ama eğri oturup doğru konuşalım.

Türkiye’de ne fikir kalmıştır, ne fikir adamı. Sanat da çırpınıyor. Bu çölde serap görmenin âlemi yok. (Şu cami tartışması ne kadar can sıktı. En iyi sözü Cüneyt Özdemir’in programına katılan aklı başında bir mimar söyledi: "Bu ülkede mimarların İslâm’la ilgisi yok, Müslümanlar arasında da iyi mimar yok") İşimiz duaya kalmıştır. Bizi yeniden gün ışığına çıkaracak olanlar yine ilim adamları, filozoflar ve sanatçılardır. İktisat ve siyaset de önemli tabii. Ben "şairler aç kalsın" demiyorum. Zamanın ruhuna dikkat çekiyorum. Durum dünyada da böyledir. Sanat "Kültür endüstrisi"nin cilası olmak durumundadır. Paranın rengi sanatın yedi rengini boğdu. Hadi size iyi kazançlar, bol gıdalar.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/paranin-rengi/35354