Öznil Erdem, geçtiğimiz günlerde Ralamun ve Abakarta isimli iki kitapla edebiyat dünyasına merhaba dedi. Fantastik türde yazılan bu roman serisi, aynı zamanda Öznil Erdem’in ilk yazarlık deneyiminin ürünleri.
Çeşitli kurumlarda edebiyat öğretmenliği yapan Erdem, yazarlık dışında halen öğrenci koçluğu yapıyor.
Güncel edebiyat haberleri sitesi Mürekkep Haber, bu hafta Yazar Öznil Erdem ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
Dilerseniz söyleşimize sizi tanımakla başlayalım. Kimdir Öznil Erdem?
1986 yılında Anamur’da doğdum. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli kurumlarda edebiyat öğretmenliği yaptım ve şu an İstanbul’da öğrenci koçluğu ve eğitim danışmanlığı yapmaktayım.
Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okumamdaki gerçek eğilimim okumaya, araştırmaya, yazmaya tutkuyla olan bağlılığımdı. Elbette öğretmenlik de gururla icra ettiğim bir meslek ancak gönlümde yatan aslan buydu. Din, mitoloji, kuantum felsefesi gibi alanlara her zaman ilgi duydum, okudukça derinlere indim, derinleştikçe daha büyük iştahla araştırdım. Aynı bilgilenme açlığımla değişik şehirlerde eğitim ve seminerlere de katıldım, NLP teknikleri, nefes ve meditasyon teknikleri, yaşam ve öğrenci koçluğu, matriks arındırma tekniği, üstün zekalılar eğitimi gibi birçok alanda kendini geliştirmek ve ruhunu yükseltmek adına bu yolda ilerledim ve ilerlemekteyim. Zannediyorum bu alanlardaki çalışmaların kazandırdığı farklı bakış açısıyla romanlar yazmaya yöneldim. Romanlarımın alt yapısında böyle bir zihniyetin izleri bulunmakta. Hayata bakış açımda Nietzsche’nin de dediği gibi “İnsan aşılması gereken bir varlıktır.” görüşü yer almaktadır. Özellikle Abakarta adlı romanımda da kendilerini gerçekleştirme yolculuğunda yolun sonuna varanların kurgulanması da yine derinlerinde yer alan bu düşünüş biçimimle paraleldir. Yaşamı, kendini arama ve bulma sahası olarak görenlere sunduğum bu romanların yürekte yanın ilk kıvılcım, zihindeki ilk fark ediş olmasını dilemekteyim.
Ralamun ve serinin ikinci kitabı Abakarta geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Nasıl bir hazırlık süreci yaşadınız?
Romanımın zihnimde canlanan ilk görselini kağıda dökmem bundan sekiz yıl öncesinde başladı ancak o andan itibaren ben her ne kadar zihnimde romanımı kurgulamaya devam etsem de onların kelimelere dökülmesi, hizaya koyulması, düzenlenmesi üç dört ay içerisinde oldu ve romanları bitirdiğimde gerçek anlamda bir rahatlama hissettiğimi itiraf etmeliyim. Sayfalarca kurguyu zihinde görsel olarak depoladığını ancak yazınca fark ediyor insan ve gerçek olarak bittiğinde yaşadığı o sessizlik, zihninde ulaştığı rahatlama gerçekten bambaşka bir deneyim oluyormuş. Hatta ben bu durumu “Romanları yazıp bitirince hafızamda yer açıldı” diye alaya vurarak söyledim dostlarıma.
Serinin ilk kitabı Ralamun; Psikolog Begüm’ün çocukluğunda gördüğü tuhaf rüyaları yıllar sonra yeniden görmeye başlamasıyla start alıyor. Üstelik bu tuhaf rüyaları sadece Begüm değil, aynı zamanda Begüm’ün yakın çevresi ve hastaları da görmeye başlamıştır. Görülen bu rüyalarda aslında herkese kimlikleri verilir. Begüm Ralamun, Begüm’ün arkadaşı Öykü ise Kahin’dir. Ralamun görevi insanlığı korumak ve dünyanın daimiliğini sağlamaktır. Bu uğurda en büyük yardımcısı Kahin olacaktır.
Ralamun ve Abakarta çok kısa bir süre önce çıktı ama yine de soralım: Gelen tepkiler nasıl?
Gelen tepkilerden çok memnunum; yorum yapanların içinde özellikle memnun eden tarafı romanların dilini çok akıcı bulmaları oldu. Birçok kişi çok kısa sürede sayfalarca okuduklarını söyledi ve gerçekten yazarlığım noktasında zihnimdeki görsellerin kaleme dökülmesi ve onların okuyucunun zihninde canlandırılması olarak çok önemsediğim bir durumdu. Bu aşamada onları sıkmadan mesajlarımın en yalın haliyle zihinlerine ulaşmasını arzulamıştım; bunu başarmış olmak beni ayrıca mutlu etti. Sizin bu sorunuz vesilesiyle de beni destekleyen tüm kitap dostlarıma buradan sevgilerimi iletmek istiyorum, iyi ki varlar!
Serinin ilk kitabı Ralamun’da dünya insanlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu eserde gerçek ve rüya iç içe. Ayrıca kitabın bir bölümünde: “Bazen hayat bir rüyadır, bazen de rüyadan uyanmaktır.” diyorsunuz. Nedir bu gerçek ve rüya ilişkisi?
Rüyalar, bilinçaltımızın bize mesajlarıdır, onları her zaman önemsemişimdir; çoğu zaman hayat telaşı iş güç koşturmacası içinde durup düşünmeye karakterimizde neler olup bittiğini fark etmeye fırsatımız olmaz ve rüyalar bize göz ardı ettiklerimizi kişiliğimizdeki iniş çıkışları dolayısıyla hayatımızdaki gerçek rolümüzü bize fısıldar. Romanımda da bunu aktarmak istemiştim. Yaşamımızdaki her ayrıntı bizi bize yansıtmakta; kendimizi çözebildiğimiz oranda varlık amacımıza erişebiliyoruz; rüyalarındaki kimliklerin Begüm’ün ve Kahin’in asıl kişiliğini vermesi de bunu ifade etmekteydi.
Serinin ikinci kitabı Abakarta için “Bu bir tekamül yolculuğunun hikayesidir.” diyorsunuz. Her iki eserlerinizde tasavvufta da sıklıkla rastladığımız insan-ı kamil kavramı üzerinde duruyorsunuz. Abakarta romanından yola çıkarak insandaki “tekamül” kavramını detaylandırabilir misiniz?
Edebiyat okumam sayesinde bu kavramla erken yaşlarda tanıştım ve bundan son derece memnunum. İnsanın yaşamında birçok isteği, hedefi olabilir ancak yaşamın özünde tek bir amacı vardır; hatta bu amaç o canın var oluş amacıdır; o amaç için yaratılmıştır o amaç için dünya denen varlık sahasında bulunmaktadır; özünde Yaradan’ın armağanı olan mükemmeliyeti taşıyan insanların kendini yanılsamalardan ve eksikliklerden arındırarak tamamlamasıdır tekamül. Varlık amacının mal mülk edinmek vs değil varlığının sonsuzluğunun farkına vararak ona yakışır şekilde kendini donanımlı kılmaktır. Özündeki saflığa ve iyiliğe sahip çıkmaktır. Bunun için yaşamında çeşitli kararlar vermesi, merhaleler atlatması gerekir; her defasında kişi ruhundaki saflığı ve iyiliği korumayı seçtiğinde bunun daha önemli ve değerli olduğunu gördüğünde aslında tekamül de kendiliğinden olacaktır.
Türkiye’de fantastik eser yazmak hem avantajlı hem de riskli bir süreç. Son yıllarda fantastik eserlerin okunma oranında büyük bir artış var. Bunun yanında Türk yazarların bu alanda neredeyse hiç eser vermediğini görüyoruz. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?
Her yazar aslında kendi eğilimlerini, düşünüş biçiminin izlerini aktarır satır aralarında. Fantastik bir eser ortaya koymak da kişinin yaşamına farklı bir boyuttan bakması anlamına geliyor. Bunu kendimi ya da bu tarz yazarları övüp diğerlerini yermek için söylemiyorum; şunu vurgulamak istiyorum ki eğer kişi kuantum felsefesi, uzay zaman kavramları, ruh varlık ve ötesi, din , mitolojigibi kavramlarla ilgileniyor yaşamındaki olayları farklı bakış açılarıyla zihin süzgecinden geçiriyorsa o kişinin günümüz gerçekliğinde kurgulanmış bir roman yazması beklenemez. Ülkemizde de fantastik romanların pek fazla olmaması bu tarz konulara ilgi ve alakanın çok yaygın olmamasıyla alakalı bir durum. Toplumumuzda çoğu kişi çoğu zaman cevaplayamadığı hayal gücünün ötesinde bir durumla veya soruyla karşılaştığında inancının arkasına saklanıp ötesini araştırmayı, öğrenmeye çalışmayı ikinci plana atıyor. Bu da toplumuzdaki pek çok kişinin bu tarz sıradışı kavramlardan uzak durmasına neden oluyor. Dolayısıyla fantastik romanların azlığı kaçınılmaz olan oluyor. Ancak sizin de dediğiniz gibi son zamanlarda bu tarz kitapların okunma oranı oldukça arttı; birileri farklı konulara da ilgi duymaya, merak etmeye başlamış anlaşılan.
Serinin ikinci kitabı olan Abakarta’da ise Güvenli Bölgeye ulaşabilen Dünya insanlarını artık “Yeni Bir Medeniyet” beklemektedir. Bunun adına Abakarta diyeceklerdir. Abakarta’nın tüm ahalisi olmasa da büyük bir kısmı dünyanın eski telaşından, para, mal mülk kirliliğinden arındıktan ve yaşamlarında büyük acılar, olaylar deneyimlemelerinin de tesiriyle dinginleşmiş, dünyaya gelme amaçlarının kendilerini gerçekleştirmek olduğunun farkına varmış erdemli kişiliklere dönüşmeye başlamışlardır. Bunun sonucu olarak telekinezi güçleri, psişik yetileri oluşmaya başlar. Bu güzel gidişatın yanında bu yükselime ayak uyduramayan ve kendilerini yeteneksiz görerek hırçınlaşan “Aykırılar” grubu varlık göstermesi evrenin dengesinde kaçınılmaz olandır.
Dünya üçüncü boyut gezegeninden beşinci boyut gezegenine bu bilinç merhalelerindeki değişimle geçmeye hazırlanırken tekrar zemru saldırısı ile burun buruna gelir. Zemruların eski lideri Zarkos Ralamun adlı ilk kitabın sonunda mağlup edilmiş yerine kardeşi Farmok geçmiştir. Farmok’un ilk işi her zaman kıskandığı ağabeyinin başaramadığını başararak ondan daha güçlü bir lider olduğunu ispatlamaktır.”
Türk edebiyatında fantastik roman türünün pek de gelişmediğini görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Fantastik romanın da ötesinde edebiyatımızda roman türünde eserlere baktığımızda da tarihinin çok yakın zamanlara rastladığını görüyoruz. Roman, hikaye yazarlığı bir şiir gibi edebiyatımızın köklerine uzanmaz. Ki burada söylemeden geçemeyeceğim şiir alanında sunulan eşsiz ürünlerimizin varlığı beni her daim gururlandırmıştır. Bir benzerinin dahi dünya edebiyatında olmadığı kanaatindeyim. Şiirin dışında düzyazı türleri edebiyatımızda 1860’lı yıllarda Tanzimat Edebiyatı döneminde edebiyatımız Batı etkisinde ürünler kaleme almaya başladığında roman, hikaye gibi düzyazı türlerinde örnekler verilmeye başlandı. Bunun doğal bir sonucu olarak da anlatımın keskinleşmesi, hayal gücüyle harmanlanmış hallerinin artması, sözcüklerin gereken yalınlığa erişmesi zaman aldı. Ki tüm bunların sağlam bir fantastik eserde bulunması şarttır; asıl olarak bundan sonraki süreçte bu tarz eserlerin artacağına inanıyorum.
Fantastik roman okuyan kitle genellikle gençlerden oluşuyor. Sizce yetişkinler fantastik romanları çok mu hayalci buluyor, yoksa yaş ilerledikçe insanların hayal gücü zayıflıyor mu?
Biz ister farkında olalım ister olmayalım alışkanlıklarımız hayatımızın akışını yönetir; yetişkinlerin düşünüş alışkanlıkları, hayat yorumları fantastik kurgunun çok ötesinde bir gerçekliğe dayanmakta. Dolayısıyla bu tarz ürünleri sizin de dediğiniz gibi fazla hayalci buluyorlar. Ancak gerek eğitimin içeriğinde yapılan yeniliklerle çocukların hayal dünyasının gereken öneme kavuşması, gerek çeşitli yayın organlarında da onların hayal gücünü besleyen programların, etkinliklerin yapılmaya başlanması ile yeni neslin zihin dünyasında bu tarz fantastik romanları karşılayacak birikime sahip hayal odaları oluştu.
Bir yazar olarak nelerden besleniyorsunuz?
Ben romanlarımı yazarken saf aksiyon ve kurgudan ibaret bir şey aktarmak istemedim. Yazmış olmak için yazmadım, hatta bu amaçla yazsaydım eminim romanın kurgusunda daha da ilgi çekici olsun, okuyucu kitlesi genişlesin diye çok farklı şeyler de ekleyebilirdim. Bunlardan bilinçli olarak uzak durdum çünkü her zaman özündeki mesajı önemsedim; o da benim yazar olarak besin kaynağımdı; insanların kişiliklerini doğal akışın yönetmemesi gerektiğine inanıyorum; hayatın şartlarına kapılan bir yaprak gibi düşünmeden ve hissetmeden yaşanmaması gerektiğini tam tersine kişiliğin, sağlam ve doğru kişiliğin yaşamımızı yönetmesi gerektiğine inanıyorum. Adetlere, “o şöyle düşünür bu şöyle der”lere göre değil de gerçek anlamda adalet terazisinde, Yaradan’ın nazarında doğru olanlar baz alınarak kararlara varılması, her bireyin hayatında figüran olmayı bırakıp kendi hayatlarının başrolünde olma sorumluluğunu kabullenmesi gerektiğine inandım. Bunun için romanımın kurgusunda “kıyamet” gibi yaşamın doğal akışını kökünden sarsan bir olaylar zinciri vardı; bu haldeyken insanların özündeki değerlerinin en önemli şeyleri olduğunu görmelerini arzuladım.
Her iki kitap da film senaryosu olmak için oldukça uygun görünüyor. Türk sinemasının gelişimini de ele aldığımızda gelebilecek olası tekliflere nasıl bakardınız?
Bunu yakın çevremden birçok kişi bana söyledi; hatta abime romanlarımın konusundan kısaca bahsettiğimde senaryo halinde yazmamı önermişti. Şimdi bunu sizden de duymak onların da ne kadar doğru söylediklerini vurguladı sanki bana. Böyle bir teklife kesinlikle umutla bakar, çok da mutlu olurum; hem bu sayede satır aralarına sıkışan mesajlarım vücut bulur ve daha pek çok kişiye ulaşır hem de Türk sinemasında da fantastik boyutta kaliteli çalışmaların olabileceğine de bir ispat olur. Bu alanda ben de üzerime düşen sorumluluğu sonuna kadar yerine getirmeye hazırım.