Nisan Ayında Dergiler Yine Dopdolu

Edebiyat
Ayraç Dergisi Nisan Ayı Sayısı Çıktı! Aylık kitap tahlili ve eleştiri dergisi Ayraç nisan ayı sayısıyla okuyucularıyla buluştu. Varoluşun karanlık noktası intiharı işleyen Ayraç, bu ay okuyucularına ş...
EMOJİLE

Ayraç Dergisi Nisan Ayı Sayısı Çıktı!

Aylık kitap tahlili ve eleştiri dergisi Ayraç nisan ayı sayısıyla okuyucularıyla buluştu. Varoluşun karanlık noktası intiharı işleyen Ayraç, bu ay okuyucularına şöyle sesleniyor:

Nevruz kelimesi Farsça’dan dilimize geçmiş ve “Yeni Gün” anlamına geliyor. Karların erimesi, ağaçların çiçeklenmesi, akarsuların yeniden çağlaması ile baharın gelişini müjdeliyor. Bütün dünyada, ama daha çok Doğu toplumlarında kutlanan bir bayram halini almış zamanla. Bilhassa toprakla uğraşan insanların bayramı çünkü bu. Geceyle gündüzün birbiriyle yarışında, gündüzün geceyi yakaladığı gün, yani 21 Mart günü kutlanıyor. Bundan sonra daha çok güneş, daha sıcak hava, daha yeşil bir toprak bekliyor bizi. Bahar ve yaz aylarının rehavete ve zihinleri tatile çıkarmasına da hazırlıklı olmak gerekiyor.

Kitaplar dört mevsimde, farklı biçimlerde de olsa, hayatımızı etkileyen bir alışkanlık. Sonbahar ve kışta ne kadar düşkünsek kitaplara, bahar ve yazda o kadar uzaklaşıyoruz. Okuduğumuz türler bile değişiyor aydan aya. Günlük hayatın koşuşturmacaları farklılaşıyor ve kitaplar çoğu zaman, böylesi sıcak ve dışarıya, sokağa çağıran günlerde, evdeki raflarda, çantalarda kalıyor. Ancak bu sefer de, sokağın yoruculuğundan, hatta yer yer insanı yabancılaştırmasından kurtulmak için bir tiryak hükmüne geçiyor kitaplar. Hele ki, bahar gecelerinin esintisiyle birlikte, zihinde uçuşan düşüncelere tutunan hikâyeler ve şiirler, bu mevsimin alameti farikasına dönüşür.

Ayraç, böylesi bahar aylarına girerken, biraz da karamsar bir dosyayla karşınızda. Kışın uzun sürmesi, baharın bir türlü gelmemesi karşısında insanın çaresizliğini ifade eden “intihar” meselesini işliyoruz kitaplar dünyasından çekip getirdiğimiz düşüncelerle…

Yedikıta “Gerçek Tarihçilik Tarih mi Oluyor?” Dosyasıyla Karşımızda

Aylık tarih ve kültür dergisi Yedikıta’nın, 44. sayısı çıktı. Yedikıta bu ay okuyucularını “Gerçek Tarihçilik Tarih mi Oluyor?” kapak konusu ile karşılıyor.

Yedikıta’da bu ay 50 yıllık tarihçilik ve arşiv tecrübesi olan Prof. Dr. Atilla Çetin’le ülkemizdeki tarih anlayışının ve gerçek tarihçiliğin altında gizlenen sorulara cevap aranıyor.

Osmanlı-Fransa Arasında Alçak Sandalye Krizi, Seyahatnâme’yi Niçin Yazdım? Çanakkale Semalarının Kahramanı: Ertuğrul Kahramanlar, Asi Nehri’nin Su Dolapları, Güneydoğu Asya’nın Renkli Ülkesi: Tayland gibi konuların işlendiği Yedikıta dergisi bu ay yine dopdolu… Yedikıta tarihe ayna tutan ve gerçekleri  yansıtan eserlerle kamuoyunu aydınlatmaya devam edecek.

  

İçindeki ‘Gezgin’ Ruhu Hiç Kaybetmeyenlere…

Aylık Gezi Kültürü Gezgin, içindeki gezgin ruhu hiç kaybetmeyenlere bu kez 62. sayısıyla sesleniyor. Baharın da gelmesiyle birlikte gezip görme isteğimizin daha da arttığı bu günlerde ‘Dünyada Görülecek Daha Çok Yer Var’ başlıklı haberde Gezgin’in tavsiyleri’ne bir göz atın!

Gezgin’in nisan sayısında okuyacağınız konular ise şöyle, ‘Dağlarda Çocuk Olmak’, ‘Apartuman Apartuman Dedikleri’, ‘Aynaroz Manastırları’, ‘Yitik Osmanlı Projeleri’, ‘Çin Operası’ ve ‘Balkanlar’daki Türkiye’… Tüm bunlar ve daha da fazlası Gezgin’in nisan ayı sayısında. Keyifli okumalar dileriz.

Genç Dergisi’nin Bu Aykı Kapak Konusu: ‘Çok Güzel Sünnetler Bunlar’

Her ay okuyucularla buluşan Genç Dergisi, bu ay Kutlu Doğum haftasının nisan ayına denk gelmesi münasebetiyle ‘Çok Güzel Sünnetler Bunlar’ başlıklı haberi kapak sayfasına taşımış. Ayrıca ‘İslam’ın Kadına Bakış Açısı’, ‘Her Şeyin İslamileşmesinden Bizi Allah Korusun’ başlıklı haberler de kapak sayfasına taşınan ve ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz haberler. Sözü Genç Dergisi’nin Editörü’ne bırakmadan ekleyelim, bu ay edineceğiniz Genç Dergisi Peygamber Efendimizin kelimelerle çizilmiş bir portresini de okuyucularına armağan ediyor…

Sözünün kudreti, kimliğini aşmış birisi, bir zaman “Biz, üzüm yaratılmadan önce de sarhoştuk” diye epey iddialı bir söz etmiş. Doğrusu bu söze hayran olmaktan başka bir kârımız yok. Mest olmak, sarhoşluk gibi haller bize pek yakın değil.

Diğer türlü de olabilir; biz o hallere pek aşina değiliz. Bizim aşinalığımızın neye olduğunu biliyorsunuz. Biz bir şeye aşina isek o şey derttir, başkası değil. Bizim on tane hikâyemiz varsa, dokuzu değil, onu da dert üzerinedir. O yüzden “biz üzüm yaratılmadan da önce sarhoştuk” sözüne nazire yapacak olsaydık sözü derdimize getirir ve şunu derdik: “Biz dert kelimesi yaratılmadan dertlenmiştik.” Aslında bunu nazire olsun diye değil gerçekten böyle olduğu için söylüyoruz.

Gerçekten de öyledir; biz dert kelimesi yokken, daha isimler yaratılmadan, dert ismi ile bilinecek o duygu gelmiş tam yüreğimizin ortasına oturmuştur, çünkü mahiyetini bilmediğimiz bir zaman ve zeminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sorusuna muhatap olduğumuz o sahnede biz O’ndan ayrı düştüğümüzü fark etmişizdir. İşte bizim derdimizin kaynağı o an hayret ve haşyetle birlikte hissettiğimiz o acıdadır. O duyguda baskın olan acıdır, çünkü biz var kılınsak da fark ettiğimiz O’ndan ayrı düştüğümüzdür. Bu hep bir tarafımızın eksik kalacağını göstermiştir. Mutlak güzellik oradadır, biz içimizde O’ndan bir esinti ile gayrıyızdır. Mutlak iyilik oradadır, biz ise, içimizde bir kırıntıyla ondan farklıyızdır.

Dert buradan çıkmıştır. Ama dikkat buyurulsun, derdimizin acısı hayret ve haşyetle doludur. O’nu ilk temaşa ettiğimiz, O’na ilk muhatap olduğumuz an hayreti, ihtişamı, zevki ve süruru aynı anda yaşadığımız andır. Biz o yüzden derdimizden zevk alırız. Derdimiz ruhumuza ebedi olanın tadından bir parmak bal hükmündedir. Bizim hüznümüz arttıkça şevkimizin artması bu yüzdendir. Derdimiz depreştikçe gayretimizin çoğalması da öyle… Biz derdimizi severiz, çünkü derdimizle dertlendikçe bir zaman kopup geldiğimiz ve bir zaman sonra tekrar çekip gideceğimiz o ebedi âlemin kokusu, izi ve işareti püfür püfür eser.

Geçen ay verdiğimiz poster çok beğenildi. Ebediyet aşısı kıvamındaki o sözler eminiz ki birçok GENÇ’in duvarlarını süslemeye başladı. Bu ay da bir poster hediye ediyoruz. Türkçe hilye olarak adlandırabileceğimiz bu hediye Peygamber Efendimizin kelimelerle çizilmiş bir portresi aslında. Geçen sayıda Osman Nuri Topbaş Hocamız yazdılar; ecdat, hilyeye çok önem vermiş, En Güzel İnsan’a duyduğu muhabbetin bir tezahürü olarak onu sadece duvarlarına değil zihinlerinin ve kalplerini en mutena yerlerine asmış. Ümit ediyoruz ki GENÇ’ler de aynı şeyi yaparlar. Bereket olsun, mübarek olsun.

Mart GENÇ Gönüllülerin dolu dolu geçirdiği bir ay oldu. Konya şöleni ve buluşması belleklerde iz bırakacak kadar canlıydı. Anadolu’nun dört bir tarafından 100 erkek, 100 kız gönüllü tabiri caizse Konya’ya çıkarma yaptı. Her dakikası dolu programlarla zenginleşen GENÇ’ler bir gün sonra da Mevlana Kültür Merkezi’ndeki şölenle coştular. Erzurumlu GENÇ’ler de 22 Mart’ta Erzurum’da Hasan El-Benna’yı anma günü ile Atatürk Üniversitesi’nde bir GENÇ havası estirdiler. Sağolsunlar, var olsunlar…

Geçtiğimiz ayın söze değer diğer bir faaliyeti Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde katkılarımızla düzenlenen “GENÇ ve Kariyer” semineriydi. Seminercilerden Mehmet Emin Okur’un kariyer konusunda yaptığı şu tespit önemliydi: “Kariyer kaygısı insanları “ben” demeye sürüklüyor. Batı bir müddet sonra sosyal sorumluluk projeleri ile aldığını vermek zorunda hissetti. Bu “sen” demektir. Ne zaman ki “O” demeye başlar o zaman kurtulur. Ama onda bunu söyleyebilecek değerler yok, o, ancak bizim medeniyetimizin harcıdır.”
GENÇ, böyle bir medeniyetin hayalini kariyeri yapacakların dergisidir.
Gelecek sayımızda buluşma ümidiyle Allah’a emanet olunuz.

Yeni Dünya Dergisi Çok Özel Bir Sayıyla Okuyucularıyla Buluşuyor

Yeni Dünya Dergisi nisan yani Kutlu Doğum ayında okuyucularına çok özel bir sayıyla sesleniyor;

Nisan, kutlu doğumun vakti olduğu için güzeldir, bahardır. Bahar, kâinatın kutlu doğum günleridir.  Rebiu’l-evvel, kâinatın baharıdır, çünkü kâinatın Efendisi bu ayda bu dünyayı şereflendirmiştir.

İslâm dünyası, başta ülkemiz olarak bu mevsimi en güzel şekilde geçirir.  “Rahmeten li’l-âlemîn’dir Mustafa/ Hem şefîu’l-müznibîndir Mustafa” diyen Süleyman Çelebi, yaratılmışların sultanı Efendimizi içten bir dua ve sevgiyle anlatır. 1409’dan beri Mevlid, bizim dünyamızda Efendimizi anmanın en müstesna ve içtimaî merasimi, nişanı olmuştur. 

Yeni Dünya dergisi, Nisan sayısında işte bütün bu güzellikleri en şekilde bir araya getirip, gönüller sultanına takdim etmenin heyecanını yaşıyor. Müstesna günlere özel olarak Yeni Dünya. Sadece iki konuda yazı, söyleşi var dergide: Efendimiz ve Mevlid. Mevlid, Süleyman Çelebi Hazretlerinden sonra gönül enginliğimizle Efendimizi doya doya, duya duya anlatacağımız, yaşayacağımız bir çağlayan oldu bize. 

Ümmetin olduğumuz devlet yeter/ Hizmetin kıldığımız izzet yeter 

Yeni Dünya’nın bu sayısı, Efendimizi anlamanın ve anlatmanın iştiyakını yaşıyor. Usta kalem Rasim Özdenören, kâinatın Efendisinin belagat mucizesine işaret ediyor, sözlerindeki ölçüden hareketle kurulan adalet, gönül ve fikir dünyasına açıklık getiriyor. Doç. Dr. Muhittin Akgül, Peygamber Efendimizin “ümmîlik” yönünü kaleme alıyor. Müsteşriklerin asılsız ve birtakım sapkınlıklarla malul iddialarına da cevap verdikten sonra, Efendimizin “ümmî” olmasındaki hikmetleri anlatıyor.  Prof. Dr. Kadir Özköse, tasavvuf boyutundan Efendimizi anlatıyor. “Tasavvuf Ehlinin Peygamber Aşkı Başkadır” başlıklı yazısında Özköse, tasavvuf ehlinin aşkının derinliğine vurgu yapıyor. Doç. Dr. Casim Avcı ise, yazısında Efendimizin peygamberlik öncesi hayatının ana çizgilerini ortaya koyuyor ve adeta 40 yıllık bu hayatın her safhasının peygamberliğe hazırlık olarak İlahî bir şekilde düzenlendiğini vurguluyor.
Doç. Dr. Abdullah Karahan ise, peygamber sevgisinin çok farklı bir yönünü ortaya koyuyor ve şemâil ve hilye geleneği üzerinde duruyor. “Asr-ı Saadet hayatının merkezinde yer alan Allah Elçisi (sav) vefat edince, sevenleri hem ayrılığın acısını dindirmek hem de O’na (sav) duydukları derin özlemlerini giderebilmek için O’ndan (sav) ve O’nunla (sav yaşadıkları anılardan bahsetmekten kendilerini alamamışlardır.” Karahan, bugün de Efendimizin tek model ve örnek olarak hayatımızda yer alması gerektiğini vurguluyor.

Prof. Dr. Mustafa Ağırman ise, çok farklı bir düşünme ve yaşama biçimi olarak Sünnet kavramına yeni bir yorum getiriyor. Sadece kılık, kıyafetle, yeme-içme ile Sünnet kavramının hakkının verilemeyeceğini belirten Ağırman, asıl sünnetin tasavvuf ve tasavvufu yaşamak olduğunu vurguluyor. Prof. Dr. Ali Akpınar, Efendimizin Kur’ân-ı Kerim anlayışını izah ediyor. Prof. Dr. Ziya Kazıcı ise, Efendimizin aile hayatını kaleme aldığı yazısında, Efendimizin ailesini hiç ihmal etmediğini vurguluyor.
Allah adın zikr idelim evvela/ Vacib oldur cümle işte her kula Süleyman Çelebi, Mevlid’i ile gönüllerimizde taht kurmuş, edebiyatımızın ve kültürümüzün en muhterem ve müstesna şahsiyetlerindendir. Nice nice âlimlere, sultanlara, emirlere, savaşçılara nasip olmayan hayırlı ve uzun ömür, ona nasip olmuş, adı kıyamete kadar yaşama imkânı bulmuştur. Süleyman Çelebi, kıyamete kadar yaşama iksirini Efendimizden ve şiirden almıştır. Bugün zihinlerimiz ve gönüllerin aşk-ı peygamberî ile huzur buluyorsa bunda Süleyman Çelebi’nin gönül coğrafyamıza ektiği sözleri sebebiyledir.

Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Yeni Dünya dergisinin Nisan sayısındaki yazısında, Mevlid metninin baştanbaşa bir tasavvuf metni olduğunu ve bundan başkasının olamayacağını izah ve işaret ediyor. Doç. Dr. Salih Karacabey, Mevlid’in Hazret-i Peygamberin ahlâkını anlattığını dile getiriyor. Prof. Dr. Bilal Kemikli, dergiye verdiği söyleşide, “Mevlid, hayatı ve kâinatı Efendimizle yaşamaktır” diyor. Mustafa Özçelik, edebiyatımızda mevlid yazma geleneğinin detaylarını ortaya koyuyor. Prof. Dr. Mehmet Akkuş, çok farklı bir mevlid merasimini, gemide yapılan bir mevlidi gün yüzüne çıkarıyor. Prof. Dr. Hayati Hökelekli yaptığı ilmî araştırmayı yorumlayarak, halkımızın mevlid sevgisini izah ediyor. Prof. Dr. Ahmet Özel, İslâm dünyasındaki mevlid, kutlu doğum geleneğine işaret ettiği söyleşide, İslâm dünyasının farklı zaman ve bölgelerinde yaşanılan kutlu doğum etkinliklerini anlatıyor.

Yeni Dünya çok özel bir müstesna bir sayı hazırlayarak, ümmeti adına Efendimize layık olmaya çalışmış. Biz de bu duaya, niyaza katkıda bulunabiliriz.

Haksöz: “Suriye Bosna Olmasın!”

Haksöz Dergisi, Nisan 2012 tarihli 253. sayısında Suriye konusunu kapağa taşıdı: “Suriye Bosna Olmasın!” Suriye’nin yanı sıra dergide öne çıkan bir diğer konu Sivas davası ve zaman aşımı tartışmaları…

“Kur’an’ın aydınlığına doğru” şiarıyla aylık yayınını sürdüren ve bu ay 22. yayın yılına giren Haksöz Dergisi, 252. Sayısıyla okurlarının karşısına çıktı. Dergide bu ay da Suriye konusu ağırlıklı işlenen konular arasında.

Bir yılı geride bırakan Suriye direnişinin geldiği noktanın değerlendirildiği Gündem’de Suriye’de yaşananlar ile 1990’lı yılların ortalarında Bosna’da yaşananlar kıyas ediliyor.
Bahadır Kurbanoğlu, Ortadoğu’daki intifadalar üzerinden yapılan tartışmaları değerlendiriyor. “Suriye İmtihanımız” başlığıyla merceği Türkiyeli Müslümanlar üzerine tutan Kurbanoğlu, Suriye halkının direnişinin kimliğine dikkat çekerken bizlere düşen sorumlulukları da gündeme getiriyor.

Bülent Şahin Erdeğer, Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un Suriye’deki durumlarını ve bu kardeşlerimizin Suriye’ye gitmelerinin verdiği mesajı konu ediniyor. Dergide Suriye İntifadasının 1. Yılı etkinliklerine de yer veriliyor.

Dikkat çekici iki çeviri yazıda Basil Kudat, Suriye’nin İsrail karşıtlığının gerçek olmadığını ortaya koyarken; Osman eş-Şarnubi Mısırlı doktorların Suriye ile ilgili Türkiye’dekine benzer tartışmalarını ve yardım seferberliklerini anlatıyor.

Haşim Ay, Suriyeli Kürtlerin intifada sürecine yaklaşımlarını irdelediği inceleme yazısında, bölgedeki Kürt grupların yapısına ilişkin doyurucu bilgiler sunuyor.

İade edilen mültecilerin de gündemleştirildiği dergide konuyla ilgili 4 oğlunu, eşini ve babasını Çeçen cihadında şehit veren ve kalan tek oğlu da iade edilmek istenen Kesirat Teyze ile röportaj yapılmış.
Dergide öne çıkan bir diğer konu Sivas Davası… Aranan 5 kişi hakkında verilen zaman aşımı kararının nasıl bir linç kampanyasına dönüştüğünü; Sivas Davasıyla ilgili çelişkilerini, sol-sosyalist, Alevi ve Kemalist çevrelerin tutarsızlıklarını ve Sivas’ın tümüyle nasıl yakılmak istendiğini Bahadır Kurbanoğlu ve Süleyman Ceran’ın kalemlerinden okuyacaksınız.

Hasip Yokuş, Irak Kürdistanındaki İslami hareketler hakkında bilgi verdiği yazısında, Kürdistan’daki İslami hareketlerin geleceğine de projeksiyon tutuyor. Ayrıca Halepçe katliamı tanıklarından Güney Kürdistan İslami Hareketi liderlerinden İkram Kerim’le Halepçe üzerine yaptığı röportajı Haksöz okuyucularıyla paylaşıyor.

Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması ve 4+4+4 sistemini değerlendiren Ersoy Göveç, konuyu tüm yönleri ve detaylarıyla tartışıyor.

Bir diğer çeviri yazılarda Şeyh Gazi et-Tevbe başta Mısır olmak üzere Ortadoğu’daki son gelişmeler sonrası İhvan-ı Müslimin ve Selefilerde yaşanan değişimi; Mustafa Ziyab bin Garbiyye ise Libya özelinden hareketle anayasalarda “şeriat” ifadesinin geçmesinin neye tekabül ettiğini irdeliyor.
Kur’an çalışmalarına her sayıda olduğu gibi bu sayıda da yer verilmiş. Mustafa Siel, “Şeytan Hayatımızın Neresinde?” başlıklı yazısında özellikle İslami kimlikli şahsiyetlerin şeytan ve şeytani vesveselerle imtihanını; "Murat Kayacan ise “Kur’an Yolu” adlı tefsirde “adalet” kavramının nasıl ele alındığını yorumluyor."

M. Yunus Gezer ve Bünyamin Doğruer’in birer şiirlerinin yayınlandığı dergide Gülşen Demirkol Özer ve Sezai Arıcıoğlu’nun Suriye özelinde kaleme aldıkları denemeleri ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz.
Derginin arka kapağı ise İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında şehit edilen Halk Direniş Komiteleri lideri Zuheyr el-Kaysi ve 25 Filistinliye ayrılmış.

Umran Dergisi Nisan Sayısı Çıktı!

Umran Dergisi nisan ayında “Kurucu Tecrübeyi Anlamak” üst başlığıyla, Hz. Peygamber’in sünnetini kavrama, hadislere bakış, sünnet etrafındaki tartışmalar ele alınıyor. Yetkin kalemlerden makaleler ve hadis alanında söz sahibi düşünürlerden röportajlarla zengin bir dosya hazırlayan Umran Dergisi okuyucularına şöyle sesleniyor;

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinin nasıl anlaşılacağı ve günümüzde nasıl yaşanacağı konusu çağdaş Müslüman düşüncenin üzerinde durduğu önemli konular arasında yer almaktadır. İlahi Hitab’ın ilk muhatabı olmanın yanında onun ilk uygulayıcısı olan son Allah elçisinin sünnetinin mahiyeti kadar sünnet söz konusu olduğunda mutlaka gündeme gelen hadisler, hadis eleştirisi, hadislerin kültürel boyutu gibi meseleler de sünnet konusu konuşulurken gündeme getirilen konular arasındadır. 

Çağlar boyunca sünnet Müslüman toplumların yapısında, iç işleyişinde çok önemli bir yere sahip olmuştur. Birçok insan aslında neyin sünnet olduğunu, nasıl olduğunu bile bilmeden bir sonraki nesle hareketlerle aktarıyor. Bu annemiz, babamız, dedemiz tarafından da aktarılmaktadır. Bazen de birçok insan bunun sünnet olduğunu biliyor veya bilmiyor ancak pratik hareketlerle bunlar aktarılmaya devam ediliyor. Bugün için önemli soru(n) şu: Bugün sünneti nasıl yaşamalıyız?

Hal böyle olunca yaşamak kadar hatta ondan daha önce sünneti doğru anlıyor muyuz, sorusu üzerinde durma gereği ortaya çıkmaktadır. Çünkü sünnet denilince herkes aynı şeyi anlamıyor. Bu yüzden öncelikle sünnet anlayışımızı belirginleştirmemiz gerekiyor. Eğer doğru bir sünnet anlayışına sahip değilsek, sünneti doğru bir şekilde yaşamaktan da söz edemeyiz. Sünneti nasıl yaşayacağımız, sorusunun cevabı ise en temelde, Kur’ân’ı nasıl yaşayacağız, sorusunun cevabıyla aynıdır. Kur’ân ile sünnet arasında bu açıdan bir fark yoktur. Zira sünnet dediğimiz şey, Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in hayatında hikmetli bir biçimde uygulanmış halidir. Bu yüzden rivayet kültürü içinden seçilmiş zanni bilgilerle oluşturulan “delail ve hasais edebiyatı” ile Müslümanların kültürel dünyasında yer edinmiş olan peygamber imajı gerçeğinden önemli ölçüde uzaktır.

Bugün Hz. Peygamber’in tarihsel olmuş ve örnek alamayacağımız yönleri yerine ticaret ahlakı, adaleti, insani yönü, evliliği, toplumsal ilişkileri, ahlakı, savaş ve barış ilişkileri ve tavırları bizim için daha önemlidir. O’nun hayatına bütüncül olarak bakılması gerekmektedir. Melekler arasında değil insanlarla hayat süren peygamberin belli yönlerini ön plana çıkaran zanlardan uzak durulması gerekliliği bulunmaktadır. Bazılarının ön plana çıkardığı gibi O, sadece kıyafeti, oturuşu ve yemek adabıyla mı örnektir? Söz gelimi zahitçe bir hayat yaşamayı tercih etmemesi önemli değil midir? Gerçek örnekliği, mazluma yardım etmesi, açları doyurması, fakirleri himaye etmesi, af ve misafirperverliğinde değil midir? İşte bu yüzden sünnet, hadis ve siyer bilgisi konusundaki tartışmaları doğru bir zeminde ele almak gerekir.

Umran dergisi bu çerçevede, Hz. Peygamber’in örnekliğini, Müslüman dünyadaki farklı hadis anlayışlarını, sünneti yaşama sürecinde ortaya çıkan bazı sorunları ele alan bir dosya sunuyor. 

İslami Yorum Dergisi Bu Sayıda ‘Çok Kültürlülük ve İslam’ Konusunu Ele Alıyor

Üç ayda bir internet ortamında yayınlanan İslami Yorum Dergisi’nin bahar sayısının konusu  ‘Çok Kültürlülük ve İslam’ olarak belirlenmiş. ‘Cemaatlerin Yapısal Özelliklerindeki Akıldışılıklar’, ‘Birlikte Yaşamak Epistemolojik Bir Sorun mu? Siyasi Bir Sorun mu?’, ‘Tarih Boyunca Bir Arada Yaşam Sorunu ve Çözümler’, Hoşgörü: ‘Müdara ve Taammül’ gibi konular İslami Yorum Dergisi’nde okuyabileceğiniz yazılardan sadece birkaçı…

İslami Yorum Dergisi okuyucularına söyle sesleniyor,

Günümüzde Müslümanların en fazla şikayetçi oldukları konulardan birisi; kendisini İslam ile özdeşleştiren ve sonrada kendisi gibi olmayanı dışlayan “grupçu”, “cemaatçi” zihniyettir. Çünkü bu zihniyet, Müslümanların, İslam’ın önündeki en büyük engel olarak birbirlerini görmelerine sebep oluyor. Aralarına uçurumlar sokuyor ve birbirlerini rakip olarak görmelerine yol açıyor.
 
Oysa dünyanın (özellikle de İslam coğrafyasının) kritik bir dönemeçten geçtiği şu günlerde, insanlığın İslam’a olan ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir. Böyle bir ortamda Müslümanların; insanlığın problemlerine çözümler üretmeleri, zulme karşı adil/İslami öneriler geliştirmeleri gerekiyordu. Ki halk onlarca sene içinde birikmiş sorunların yol açtığı bir patlamayla değil, Müslümanlar tarafından ortaya konmuş çözümleri talep etmek üzere meydanlara inebilsin!… Yaşamıyla ilgili büyük problemlerin ancak Müslümanlar tarafından çözülebileceğine inanabilsin!

Peki, niye bu tarihi fırsatı değerlendiremiyoruz?

Niye bu önemli sorumluluğu yerine getiremiyoruz?
 
Çünkü bizler, “din” olduğunu zannettiğimiz ezberlerimizle “ed-Din”i yani İslam’ı farkında olmadan devre dışı bıraktık. Hayata, “din” olduğuna inandığımız ideolojiler penceresinden bakmaya başladık. Eğer inancımızda samimiysek, o ideolojiler bize Allah katında bir fayda sağlayacaktır, muhakkak! Ancak yeryüzü söz konusu olduğunda; yani İslam’dan doğan selamet ve hayrın bütün insanlığı kuşatmasına, zulme son verip adaleti yeryüzünün her noktasına yaygınlaştırmaya sıra geldiğinde… İşte o zaman bu dar pencere, bu ideolojiler; bize o fırsatı vermeyecektir. Ezberlerimiz bizi bir açmaza sürükleyecektir. Oyun yaşındaki bir çocuğun toplumsal problemlere çözüm önermesi gibi bir durumla karşı karşıya bırakacaktır. Daha kendi problemlerini ve iç çekişmelerini bile aşamayan bir konuma düşürecektir.

Peki, bu ideolojik bakış açısını ve ondan doğan kısır çekişmeyi/rekabeti nasıl ortadan kaldıracağız?
 
Bu soruya kestirmeden, “grupçuluk ve cemaatçilik olmasın!” şeklinde cevap verebiliriz. Fakat bu cevap, çözüme hiç katkısı bulunmayan bir temenni olur. “Eğer hakikati/İslam’ı ben temsil ediyorsam, insanlığın selameti için gerekirse zorla dayatırım” gibi yüksek (ve görünüşte haklı) bir motivasyonla hareket eden Müslümanları ikna etmeye yeterli gelmez. Önce onları motive eden gerekçenin gücüne denk söylemlerle; sahip olduğu din anlayışının/ideolojinin dinin kendisi değil, ancak bir yorumu olabileceğini anlatabilmek gerekir. Kendi anlayışımızı bayraklaştırdığımızda, diğer İslam yorumlarıyla ortak noktalarımızın azalacağını, oysa dinin/İslam’ın sorumluluklarını yerine getirmek mantığıyla baktığımızda birçok ortak noktanın oluşacağını gösterebilmemiz gerekir.

Müslümanlar olarak, ilkelerden vazgeçmeden ve karakterden ödün vermeden bir arada yaşamaya imkan veren zihniyetler geliştirdiğimizde, bu tecrübe, başkalarıyla aynı ortamı paylaşmak noktasında da emsal teşkil edecektir. Günümüz insanlığının en büyük dertlerinden birine derman bulunmuş olacaktır. Fakat bu ifadenin tersi de doğrudur, yani; kendi içlerinde bir arada yaşama sorununu başaramayanların, başkalarıyla aynı ortamı paylaşma konusunda da başarılı tecrübeler icra etmeleri mümkün olmaz.
 
Bu sayıda yazarlarımız, bu sorunu “ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK ve BİRLİKTE YAŞAMAK” başlığı altında dosya konusu haline getirdiler. Ve bu yönde ortaya çıkan arayışlara/tartışmalara kendi katkılarını sunmaya çalıştılar.

Elbette ki bu konu yeni bir konu değil ve yeni tartışılmaya da başlamadı. “Dinler arası diyalog” ana fikriyle uzun zamandır tartışılıyor. Batı öncülüğünde, farklı dinlerin bir arada nasıl yaşayacağına dair çözümler geliştirilmeye çalışılıyor. Bu tartışmaların İslam coğrafyasındaki katılımcıları da az değildir. Ne var ki, İslam coğrafyasındaki katılımcıların tutumu ve ulaşılan çözüm önerilerinin niteliği, Müslümanların zihninde; bu tartışmaların niyet ve hedeflerine dair şüpheler oluşturmuştur.

Yazarlarımız bu konuyu, farklı İslami görüşlerin birbirlerine nereye kadar tahammül gösterecekleri, bir arada nasıl yaşayacakları ve ortak bir sorumluluk etrafında nasıl bir araya gelecekleri ekseninde değerlendirmeye çalıştılar. Bu konu, “başkalarıyla birlikte yaşamak” meselesinden tamamen bağımsız olamayacağı için, tartışmalarına; öncelikle bu konuda ortaya konmuş tezleri değerlendirerek ve analiz ederek başladılar. Bu çerçevede, önce; tarih boyunca bir arada yaşamayı sağlayan bağların neler olduğunu ve bu bağların ne tarz birlikteliklere imkan verdiğini araştırdılar. Daha sonra; Batı’da bu meselenin üzerinde tartışıldığı düzlemi analiz etmeye çalıştılar. Önyargısız bir yaklaşımla, bunların bizler için çözüm imkanı barındırıp barındırmadığını sorguladılar. Daha sonra da bu konunun üzerinde tartışılması gereken zemini oluşturmayı denediler.

Meseleyi şu sorular çerçevesinde ele aldılar:

– “Birlikte yaşamak” sorununu sadece, “Batı kaynaklı bir komplo” olarak görmek doğru mudur?
 
– İslam’ın önündeki en büyük engel olarak, kendisine benzeyen diğerini gören zihniyet ne kadar sağlıklıdır.
 
– Günümüz gerçekliği içerisinde, tek bir kişiyi veya bir topluluğu İslam’ın tek temsilcisi olarak görmek mümkün müdür?
 
– Böyle bir zihniyet var oldukça Müslümanlar, insanlığa öncülük eden bir güç haline gelebilirler mi?
 
– Grupçu, cemaatçi anlayışın yıkıcı etkilerine rağmen, “Müslümanların birlikte yaşamak” gibi bir sorunu yok denebilir mi?
 
– “Öteki” için kafir, fasık, münafık vs. gibi kavramlar kullanan İslam, bu kavramlarla; “zorlayıcı” “tek tipleştirici” bir zihniyet mi ortaya koymaktadır?
 
– İnsanlığın başlangıcından beri iradeye ve iradenin bağımsız bir şekilde kullanılmasına vurgu yapan bir din ile “zorlama”, hangi şartlarda bir araya gelebilir?
 
– Ötekini ifade eden kavramları göz önünde bulundurduğumuzda, Müslümanlar olarak “birlikte yaşamak” konusuna nasıl yaklaşmalıyız?
 
– “Birlikte yaşamak” konusunda nasıl bir zemin önerebiliriz?
 
Bu sayımızda, “birlikte yaşamak” konusunda yapılmış bir röportaja da yer verdik.

Ayrıca bu sayımızda, (önceki sayıda yer alan “cemaat diktatörlerinin psikanalizi” başlıklı makalenin bir devamı olarak) cemaat yapılarının kişiyi nasıl nesneleştirdiğini, akletmenin önünde nasıl engeller oluşturduğunu ele alan bir araştırma yer almaktadır.

Muhammed Müctehid Şebusteri’nin hermenötik üzerine verdiği bir konferansın çözümlemesi, İslam ve demokrasi üzerine bir araştırma yazısı, bu sayıyı zenginleştiren diğer konulardır.
 
Gündem yazarlarımız ise önceki sayılardan beri gelen bir sürecin devamı olarak anayasa konusunu ve bunun yanında; “Birlikte Yaşamak Zorundayız” ve “Bir İnsanlık Düşmanı Olarak Bomba” başlıklı konuları ele aldılar.
 
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar muhabbetle kalın…

İzafi Edebiyat  Dergisi’nin beşinci sayısı raflarda

Birinci yaşını kutlama yolunda hızlı bir şekilde ilerleyen İzafi Edebiyat Dergisi’nin beşinci sayısı “Edebiyat ve İdeoloji’ konulu soruşturmayla çıktı. İzafi Dergisi Nisan-Mayıs sayısında bir yenilik yaparak Kürtçe öykü ve şiire yer verdi. Bir yazarın nobel hayalinin anlatıldığı “Axaftina Nobel ê “ öyküsü okuyuculara keyifli anlar yaşatacak.

Madde ve Kara şiir kitabı; Resul ve Gecedegiden Romanlarının ardından Oyunbozan Romanı’nı yayınlamaya hazırlanan Hüseyin Kıran, yeni romanını bir bölümünü İzafi Dergisi’nin yeni sayısında yayınladı.
İzafi’nin besinci sayısının şairlerini; Cemil Kavis, Kadir Yanaç, Baran Çaçan, Nebiye Arı, Ümit Erdem, Abdullah Şevki,Mustafa Orman  oluşturuyor.

Geniş öykü kadrosuyla okuyucunun karşısına çıkan İzafi; Engin Barış Kalkan, Reyhan Yıldırım, Doğukan İşler, Müzeyyen Çelik, Fuat Sevimay, Onur Selamet, Yeliz Şenay, Ayşe Bağcıvan, Fusun Çetinel, Emre Bahadır Küçükkalay’a yer verdi.

Edebiyat ve İdeoloji

Beşinci sayıda Edebiyat ve İdeoloji konusunu soruşturan İzafi Dergisi’ne yazılarıyla çok önemli isimler katıldı.  Son dönemde yayınladığı romanlarla dikkatleri üzerine çeken Ayhan Geçgin,  Radikal Gazetesi’ndeki köşe yazılarıyla tanıdığımız Ali Topuz, Milat Gazetesi Köşe Yazarı Ümit Aktaş, Kadir Has Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Clıfford Werner Endres ve İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Durali Yılmaz “Edebiyat ve İdeoloji” soruşturmasında yöneltilen sorulara cevap verdiler.

Sultan Komut, Ressam Ayla Aksoyoğlu yaptığı söyleşi ile hem sanatçının hayatındaki dönemeçler konuşuldu, hem de soruşturma konusuyla ilgili önemli noktalara vurguda bulunuldu.
Edebiyatın her türüne yer vermeye özen gösteren İzafi, bu sayısında iki denemeyi okuyucuyla buluşturdu. Haluk Kalafat; İyi İle Kötünün Yüzü, Mehmet Ata Arslan; Sanat Üzerine isimli yazılar kaleme aldılar.

Jack London’dan Yazar Adaylarına Öğütler yazısını Didem Çelik Yılmaz, İzafi’nin Nisan-Mayıs sayısı okurları için çevirdi.

Nazlı Nurlan Kaya, “Halil’i Vurmak” romanının öyküsünü kaleme aldı. 

İzafi’nin beşinci nüshasında eleştirisi yapılan kitapların hepsi şaheser niteliğinde. Sultan Komut, Usta Yazar Yaşar Kemal’in ‘Bu Bir Çağrıdır’ adlı kitabını, ‘Bu Bir Kitap Eleştirisi Değildir! Bu Bir Çağrıdır’ başlığıyla; Mustafa Orman Sema Kaygusuzun son kitabı ‘Karaduygun’u ‘ Hiç Kimse Başkasını Kendinde Duymuyor Değil mi Birhan?’ başlığıyla;  Orçun Üçer ise Sezer Duru’nun Likya’ya Mektuplar’ adlı kitabı “Sen Likya Kraliçesisin” başlığıyla ele aldı.  

Temrin 48. Sayısıyla Okuyucularıyla Buluşuyor

Aylık Düşünce ve Edebiyat Dergisi Temrin bu sayıda da okuyucularına şöyle sesleniyor:

Temrin, heybesinde asıl saklı duranın vefa ve emek olduğu farkındalığıyla yoluna dosdoğru devam ediyor Temrin. Sağa sola sapmadan, taşa gölgeye aldırmadan; söze kıymeti, iyiye hakkı teslim ederek…
 
İyiye hak teslimi demişken… En iyi şiirin bile nasıl ki yarası beresi, açığı gediği okuyan göze göre değişkenlik arz ediyorsa; bir derginin eğriliği doğruluğu, çizgisi çemberi de okura göre çeşitlilik gösteren bir durum. Yani, kiminin göğe çıkardığı çalışmalar, başkasınca bir kalite taşımayabiliyorken; tam tersi durum da pekâla geçerli olabiliyor. Bu noktada özellikle bir derginin tüm yapısı için bir söz söylenecekse, bu, derginin yıllardır istikrarla büyüttüğü emek göz ardı edilmeden yapılmalı. Aksi halde, havada uçuşan cümleler, korkarız ki kasti yergi ifadelerinden öteye gitmez. Oysa en vasat dergiler dahi bir emeğin ve gönül ortaklığının ürünüdür. Saygı elzemdir, hak teslimi mühimdir.
 
Çekilmesi gereken bir çizgi de şu: Temrin asla ve kat’a bir şair yahut yazarın doğrudan uzantısı, başka bir deyişle hâkim olduğu bir dergi değil. Açık ve net. Tartışmaya kapalı.
 
Bu sayı bazı yönleri dolayısıyla göğsümüzü kabartıp yüzümüze narin bir tebessüm yerleşmesine vesile oldu. Neden mi? Güzide misafirlerimiz var: Uzun süredir cümlesini hiçbir yerde görmediğimiz ve fakat Marie Sophie ile zihnimizde yer eden bir şairi ağırlıyoruz: Serkan Ozan Özağaç. Şiirlerine ciddi anlamda az dergide rastlanacak iyi bir kalem yine bu sayının şairlerinden: Seyit Pelitli Kalbe dokunan filmlerin kalbe dokundukları yerden seslenilecek taze-nadide bir bölüm: “Seyr-i Fuad”. İlk sesleniş Ebru Kayır’dan. Nergihan Yeşilyurt, bundan böyle “Devran” da özgün üslubuyla bizlere haberler fısıldayacak. Elbette kıymetlimiz olan diğer şair ve yazarlarımızın çalışmaları yine sizlerle buluştu.
 
Son söz: Kalemimizin akı, yolumuzun ışığıyla tevazudan ödün vermeden yol almaya devam ediyoruz, edeceğiz. Taşlara ve gölgelere inat, taşlara ve gölgelere rağmen. Aziz Şeker’in deyişiyle: “Biz yanlış çağlara ilerlemiyoruz, yaşam bizi doğrulayacaktır.” Vesselam!

SİYER-İ NEBİ DERGİSİ 15. Sayı: "Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!"

“Bir ateş çukurunun kenarındaki insanları kurtaran, onları kardeş yapan, sevgi ve dostluğu yeniden hatırlatan, onlara Asr-ı Saadet’i yaşatan Sevgili Peygamberimiz bizi de yandığımız ateşten kurtaracak böylece düşmanlıklarımız sona erecek, barış ve huzur yeniden hâkim olacaktır. Yapılması gereken tek şey, Efendimize ve O’nun ‘Ey Allah’ın kulları, kardeş olun!’ çağrısına kulak vermektir.” diyen Siyer-i Nebi dergisi önceki sayısında Asr-ı Saadet’in öncüleri “İlk Müslümanlar”ı kaleme almıştı. Bu sayısında da ilk Müslümanlarla birlikte yavaş yavaş büyüyen halkanın “Gizli Davet” dönemini ve bu hassas dönemde malıyla, canıyla, ailesiyle İslam’a büyük hizmetleri olan, Hz. Peygamber(sas)’in sadık dostu “Hz. Ebû Bekir”in rolünü konu edindi.

Dergide “İkinin İkincisi” Hz. Ebu Bekir’i farklı yönleriyle Prof. Dr. M. Yaşar KANDEMİR, Erol DEMİRYÜREK, Mutlu BİNİCİ ve Fatma KOYUNCU hocaların yazılarından öğrenirken; gizli davet döneminin neferleri “Peygamberin Vezirleri”ni Halid AKILLI’nın kaleminden okuyacağız.

Dosya konusunun yanısıra, Siyer’in farklı konularını kaleme alarak bizlere yeni ufuklar açan değerli yazarlar Prof. Dr. İsmail L. ÇAKAN, Nureddin YILDIZ, Adem SARAÇ, Afra GÖRÜCÜOĞLU, Ali ERDOĞDU, Ayşe UÇKAN, Berra KEPEKCİ, Esra Nur UÇKAN, Hatice TURAN, İrem ÇIKRIKÇIOĞLU, Levent UÇKAN, M. Nihat MALKOÇ, Osman SÜNGÜ, Sümeyye OLGAÇ ve Umut AĞBAYRAM’ın kalemleri bu sayıda da bizleri Güzeller Güzeli’nin iklimine taşıyacak.

“Kutlu Doğum” çoşkusunun, tüm dünyada Nisan ayından senenin tüm günlerine; O’na olan saygının, sevginin ve ilginin satırlardan sadırlara ulaşması temennisiyle hazırlanan Siyer-i Nebi dergisi, 15. sayısıyla okurlarının karşısında…
 

on5yirmi5