Neyi, Nasıl Dile Getirdiğin Önemli!

Edebiyat
Söyleşi: Selim Sebilci Osman Koca’yı daha çok öykücü kimliği ile tanıyoruz. Koca, aynı zamanda bazı yayınevleri için klasikleri yayına hazırladı. Kral Suban adlı bir de romanı bulunuyor yazarımı...
EMOJİLE

Söyleşi: Selim Sebilci

Osman Koca’yı daha çok öykücü kimliği ile tanıyoruz. Koca, aynı zamanda bazı yayınevleri için klasikleri yayına hazırladı. Kral Suban adlı bir de romanı bulunuyor yazarımızın.

İsmail Demirel’in [Yedi İklim dergisindeki yazısında] Osman Koca’nın öyküsüyle ilgili şu tespitlerini paylaşarak başlayalım: “Onun öyküsünün en önemli özelliği, bir öyküsünü okuduktan sonra, diline aşinalık hissetmeniz ve nerde bir imzasız Osman Koca öyküsü okusanız onun Koca’ya ait olduğunu dilinden ve ironisinden, bir de renkli dünyasından anlamanızdır. Bu özellik şüphe yok ki, her öykücüye nasip olmaz. Sözünü ettiğim husus, henüz bir kitabı ve ancak bir-iki kitaplık çapta öyküsü birikmiş bulunan bir yazar için şüphesiz gönendiricidir.”

Sitemiz okurları için, sizi tanıyabilir miyiz?
Yılın en melül zaman diliminde doğmuşum. Hazandan bir ay. Sonra nasılsa büyümüşüm. Okulda haylaz bir öğrenci olup çıkıvermişim. Derken ümit kesilmiş benden. Ben de onlara inat kendimi yazgı’ma adamışım. Yıllar geçtikçe daha bi içselleşmiş, içselleştikçe daha da aşkınlaşmış kalemim. MEB’de çalışıyormuşum bu sıralar. Evlenmişim, iki çocuğum olmuş.
Vesselam.
    
Her yazarın yazmaya başlaması bir etken ile oluyor. Sizi yazmaya iten sebepler neler oldu?
Etkenlik bence izafi bir kavram. Belki bu yönüyle yetersiz kalıyor. Bir arayış bizimkisi… Kâh İbrahimi, kâh Muhammedi… Hakikati, mutlak hakikati itiraf noktasındaki acziyetin göstergesi içimizdeki tesir. Bir ayna yahut… Yalan, oyun ve eğlencelik bu dünyadan arda kalan… 

Düşnane ilk öykü kitabınız. Bunun yanı sıra bir romanız var. Başka neler yapıyor Osman Koca?
İlk öykü kitabım Düşnane. Öncesinde hacimli, fantastik bir roman var: Sonra Arapçadan, Osmanlıcadan bir dizi çeviri ve transkrip. Ardından yine ikinci bir roman çalışması… Mutfaktan çıktı. Sırasını bekliyor. Dolayısıyla bu macerayı önceden yaşamıştım. Düşnane sakin ve sakit bir anıma geldi. Serüven, sergüzeşt başat bir duygu uyandırmadı içimde açıkçası. Mutlandığımı, çocuğu henüz doğan bir baba gibi sevindiğimi söyleyebilirim. Bi nüansla. Abartısız.     
 
Öykünün sizdeki yazınsal karşılığı nedir? Neden öykü yazıyorsunuz?
Öykü; çift başlı Mısır osirisi ne bileyim, Selçuk kartalı gibi, onlardan farklı olarak “doğu ile batı” yerine “vicdanımız ile cüzdanımız” arasına bakıyor.

Vicdanımız yani insani, fıtri, natürel yanımız, iç dünyamız.
Cüzdan ise dış dünya… Yalandan, sahtekâr, maskeli, tecimsel bezirgânımız.
Öte yandan besleyici olduğu kadar beslenici yönleri de var öykünün.
Tüm bunlara rağmen ne Sait Faik, ne Marquez gibi beylik laflar edeceğim.
En başta seviyorum öyküyü. Aslında bir romancıyım ben. Ama yine de seviyorum onu. Beni rahatlatıcı, teskin edici, dingin tutucu tarafları var.

Neden mi sorusuna gelince, dedimdi az önce; mutlak hakikati kodsal bir dille ifşa etmek için…           

Bir öykücü karşılaştığı her olayı, durumu, kişiyi öyküleyebilir deniyor. Siz öykü konularınızı nasıl seçiyorsunuz?
Evet doğrudur. Her şey, kavram öyküselleşebilir. Sonuçta sanatçı için önemli olan neyi anlattığı değil, neyi nasıl dile getirdiğidir. Yahut bana göre öyle. Seçim gibi derdim yok.

Orhan Kemal’deki yokluk, Oğuz Atay’daki doğurganlık, Sallinger’deki sürrealite, Borges’teki imgesellik, Mustafa Kutlu’daki yerindelik, Ali Haydar’daki ümmetçilik…

Kısası herkes, şey, nesne besler öykümü. Bu denli çeşit, zengin ve vasi bi sofrada seçim yapmak hayli zor ve çetrefil bi mesele tabii ki… Nasıllık, nasılsa eriyor dünyevi potada…     

Dergilerle aranız nasıl? Hangi dergileri takip ediyorsunuz?
Okuduğum dergiler var, takip ettiğim dergiler var. İsim verince alınganlık oluyor nedense. Şu kadarıyla yetinelim o zaman: Vaktiyle Eşik Cini vardı. Şimdi sırra kadem bastı. Hece-Öykü, Yedi İklim, Dergâh, Varlık, Türk Edebiyatı, Ay Vakti, Berceste, Kitaplık ve daha niceleri… Bunları sıkı takip ediyorum. Ayrıca okuduklarım da cabası… 
 
Sizde iz bırakan kitaplar hangileri?
Yerel hikâyede Mustafa Kutlu, Ali Haydar, Rasim Özdenören; evrensel öyküde Sallinger, Borges, Çehov kitapları kalburüstü öyküsel eserler…   

Genç yazarlara, yazmaya yeni başlayanlara neler önerirsiniz?
Önermek bize düşmez elbet… Ancak yazma’nın birincil, başat, olmazsa olmaz kuralı okumak’tan geçiyor. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Bu bir öneri değil, gerçek. Gerisi laf ü güzaf.

Önce hangi yazarlar okunmalı?
Bu da cevabı son kerte zor ve kıt bi soru. Ama yukarıda ipuçları vermiştim. Kendi okumalarım adına tabii. 

Şu sıralar nelerle ilgileniyorsunuz, neler yapıyorsunuz? Yeni kitap çalışması ya da projeler var mı?
Okumaya devam. Son hız, son gaz… Şu sıralar kutsal metinlerle haşır neşirim. Muhkem kitabımız Kuran-ı Kerim başta olmak üzere, Kitabı Mukaddes, Kabala, Avesta okuyorum. İslam ve peygamberler tarihi de sırada. Yeni bir proje için. Yeni bir roman…

Bakalım hayırlısı inşallah…