‘Modern hayat insanı tabiatından koparıyor’

Edebiyat
Sadettin Ökten, İstanbul anılınca akla gelen nadir insanlardan. Yazdığı kitaplar onun bir medeniyet tasavvuru peşinde olduğunu apaçık gösterir niteliktedir. Bu kitaplardan birisi de Ötüken Neşriyat...
EMOJİLE

Sadettin Ökten, İstanbul anılınca akla gelen nadir insanlardan. Yazdığı kitaplar onun bir medeniyet tasavvuru peşinde olduğunu apaçık gösterir niteliktedir. Bu kitaplardan birisi de Ötüken Neşriyat’tan çıkan Yahya Kemal’den Bugüne İstanbul adlı eseridir. Ökten, bu kitabında medeniyet kavramının geniş bir perspektiften incelenmesi gerektiğini söylüyor ve bu kavram etrafında yoğunlaşırken Osmanlı medeniyetinin başkenti İstanbul üzerinden düşüncelerini okuyucuyla buluşturuyor. Yahya Kemal’in on dört şiiri de Ökten’e Osmanlı medeniyet yorumunun dününü ve bugününü kıyaslama imkânı vermektedir.

Modern İstanbul “çok çalış çok tüket” düsturu üzerine kuruldu

Ökten, Yahya Kemal’in “Bir Tepeden” adlı şiirini şerhederek kitaba başlarken şiirin içindeki perdeleri teker teker kaldırıyor. Yahya Kemal’in “serin” kelimesi için sekiz yıl bir şiirini beklettiğini düşünürsek Ökten’in şiiri neden didik didik ettiğini anlayabiliriz. “Bir Tepeden” adlı şiirde Yahya Kemal önümüze öyle bir tablo serer ki kendimizi kadîm zamanlarda buluruz. Şiirin her mısrası o kadîm zamanlardan kokular getirir bize.

Fakat Ökten, şiirin bu kokuları getirdiğini söyler ve akabinde neden bu kadîm kokunun kesildiği üzerinde durur. “Biz kadîm İstanbul’a bir ucundan yetiştik sayılır. O zaman İstanbul daha sessizdi. Şimdi İstanbul çok gürültülü ve kimse kimseyi duymamaktadır. Modern hayat insana ‘çok çalış çok tüket’ diyerek, insanı ve medeniyeti tabiatından koparıyor” meyanındaki ifadelerle şiirdeki dünü ve yaşadığı bugünü kıyaslar ve bu kıyas üzerinden çareler arar. Ökten, “Şimdi ne İstanbul’un suları, yalıları, kayıkları, çeşmeleri kaldı, ne tenha yolları, ne o nazik insanları” derken Osmanlı medeniyet yorumunun tekrar diriltilmesi gerektiği üzerinde ısrarla durmaktadır. Fakat bu yeni yorumun da mutlaka çağın şartlarına göre yapılması gerektiğini söylemektedir. Yoksa geçmişten direkt alıp bugüne koymak yeni bir yorum getirmekten ziyade çabaların, uğraşların boşuna gideceğini göstermektedir. 

Topkapı Sarayı’nın boğaza nazır yapılması manidardır 

İstanbul, kadîm bir yer olması hasebiyle “efsunlu” bir şehirdir. Ama revnaklı değildir. Çünkü Ökten’e göre revnaklı şehir maddî parametreleri ön plana çıkaran şehir demektir. Efsunlu şehir ise daha çok manevî dinamiklerin ön plana çıkartıldığı şehirdir. Fakat İstanbul’un sadece manevî dinamikler tarafından ayakta durduğu da anlaşılmasın. Osmanlı, kurulduğundan itibaren her iki veçheyle ayakta kalabilmiştir.yahya-kemalden-bugune.jpg

İşte İstanbul’un semtleri böyle bir hayatın eseridirler. Bu açıdan baktığımızda hakikaten de İstanbul’un her semti ayrı ayrı bir havaya sahiptir. Mesele Üsküdar’ın ve Eyüp’ün maneviyatı farklı farklıdır. Fatih’ten Eyüp’e yürüdüğümüzde farklı farklı semtlerden farklı hayatlara ve tarzlara doğru da gideriz. Bu sebeple İstanbul’da karşımıza ne çıkacağı belli değildir. Çünkü o tabiatla birleşerek var olmuştur. Avrupanın “revnaklı” şehirleri gibi cetvelle çizilmemiştir. Her sokak size başka bir dünyaya götürür. İşte Ökten, Yahya Kemal’in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” deyişini semtlerin bu zenginliği etrafında değerlendirir.

Boğaziçi ise yüzünü bütün bu efsunlu semtlere dönen bir manzumedir. Doğu Roma ve Bizans yüzünü Akdeniz’e çevirirken, Osmanlı Topkapı sarayı ile yüzünü bütün bir “vatan”a çevirmiştir. Çünkü Topkapı Sarayı’ndan boğaza bakan Osmanlı, doğuda Tebriz ve Bağdad’ı, güneyde Kahire, Hicaz ve Yemen’i, kuzeyde ise Budin veya Viyana’yı görecektir. İşte iki medeniyetin yüzünü neden farklı taraflara çevirdiklerini Ökten böyle açıklamaktadır.

Beyoğlu’ndan Üsküdar’a bakmak ne demektir?

Beyoğlu, tabiri caizse Batı’nın İstanbul’daki minyatürü niteliğindedir. Geçmişten günümüze kadar Batı’nın kültürü orada canlandırılmıştır. Üsküdar ise maneviyatın daha canlı olduğu bir semttir. Yahya Kemal, bilindiği gibi Fransa’ya tahsil için gitmiş ve orada iken kendi medeniyetinin farkına varmıştır. Ne yazık ki bizim İstanbul hayranlarımızın hemen hepsi İstanbul’u Batılılardan öğrenmişlerdir. Yahya Kemal ve Tanpınar en meşhurlarıdır diyebiliriz. Yahya Kemal, Batı’dan döndükten sonra İstanbul’a olan dikkat ve rikkati daha da artmıştır. Fakat yine de içinde bulunduğu çatışmadan kurtulamamıştır. Ne Doğuludur ne Batılıdır. Bu yüzden Beyoğlu’ndan Üsküdar’a sadece bakmakla yetinir: “Git bu mevsimde, gurub vakti, Cihangir’den bak!/ Bir zaman kendini karşındaki rüyâya bırak!”

İşte Yahya Kemal, bu dizeleri içinde bulunduğu ruh halinden sayfalara dökmektedir. “Atik Valde’den İnen Sokakta” adlı şiirinde de öz vatanında oruç tutamayarak gurbette kaldığını ifade etmektedir. İşte Beyoğlu’ndan Üsküdar’a bakmak bu ruh halinin bir tezahürüdür. Ve Beyoğlu’ndan Üsküdar’a bakmak bir medeniyetten başka bir medeniyete bakmaktır. Ama içine girmeyerek, giremeyerek. Sadece uzaktan bir rüyâya, bir güzelliğe bakmak…

Değindiğimiz meseleler elbette kitabın çok az bir yekûnunu tutmaktadır. İstanbul, Osmanlı medeniyeti, Yahya Kemal üzerine okuma yapan arkadaşların mutlaka ve mutlaka bu kitabı okumaları gerekmektedir. Kitap, insanı kadîm İstanbul’a götürmekten ziyade medeniyetin yeni çareler üretmesine de götürmektedir. Bu bakımdan Ökten’in durduğu yer ümitsizlik değildir. O, yeni bir medeniyetin kurulabileceğini söyler. Ama farklı şekillerle ve yeniyle mezcedilerek.

Kaynak: Dünyabizim