“Lal” Sabırla Okunup Anlaşılmayı Bekler

Edebiyat
Hüseyin Güneş’in röportajı Herkesin hayatının bir bölümünde “Lâl” olmanın var olduğunu söyleyen Ayşe Kara’yla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2010 Roman Ödülü’n...
EMOJİLE

Hüseyin Güneş’in röportajı

Herkesin hayatının bir bölümünde “Lâl” olmanın var olduğunu söyleyen Ayşe Kara’yla Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2010 Roman Ödülü’ne değer görülen romanı ‘Lâl’ hakkında, kitabının varoluş sebebini ve İstanbul’dan İslam Coğrafyasına uzanan konusunu konuştuk.

Türkiye Yazarlar Birliği 2010 Roman ödülü alan Lâl’i yazma sürecinizi bize biraz anlatır mısınız?

Uzun bir süreç ve geniş bir konuydu. İstanbul ruhu taşıyor, İstanbul’dan İslam coğrafyasına bakıyordu. Çileli bir süreç; çok büyük bir yalnızlıktı. Ama aynı zamanda kalbime birçok şeyin ilka edildiği, perdelerin aralandığı bereketli bir mağara dönemiydi. Bu noktada çok iyi şeyler yakaladığımı ve aktardığımı düşünüyorum.

Lâl’in yazdığım süre zarfında iyice anladım ki asılda ben anlamak için anlatıyorum. Yeryüzünde bulunuşumu, anlamak, anlamlandırmak için çeşitli suretlerle oyun kurarak varlığı, yazgıyı anlamaya çalışıyorum. İlahi olanla insani olanın karşılaşması, örtüşmesi, zıtlaşması, kırılması… İnsanın, insanla, şeylerin şeylerle… Çoğaltabiliriz. Benim yazma sürecim galiba böyle bir şey.  Belki de bu gizli bir isyandır. Modern bir şathiye. Kaçak dövüş. Aynı zamanda da bir sunum, bir secde; eski zaman insanlarının ürünlerini rablerine sunması gibi: “Tanrım biz böyle geçtik yeryüzünden, böyle durduk. Böyle hissettik.”

Lâl, yayınlandıktan sonra okur tarafından nasıl karşılandı?

Epey yankı buldu. Su gibi dili olan fakat kolay olmayan bir kitap, Lâl. Bu anlamda  büyük okur kitlelerinden söz edemeyeceğim. Zaten kitabı yazarken bir tercih belirlemiş oluyorsunuz. Neyin çabuk tüketileceğini, neyin büyük gemiler gibi ağır ağır gideceğini biliyorsunuz. Yine de çok alaka gördüğünü düşünüyorum. Bir dip dalga yarattı.  Çok konuşuldu. Halen de konuşuluyor. Kısa sürede ikinci baskıyı yaptı.  Yazılı ve görsel medyada Lâl ile ilgili çok şey söylendi. Lâl “Ben de varım.” dedi. Mesela bir grup Arap genç de derin bir alaka gösterdi konuya. Özeleştiriden; aynadaki görüntüsünden hoşlanmayanlar Lâl’den uzak durdu.

Kitap piyasasında varlığını kabul ettiren Lâl, romanlar arasında nerededir?

Yazarı olarak bunu ben söyleyemem. Ama iyi bir birikimi olan ve belli bir beğeni seviyesine ulaşmış bir okur olarak değerlendirdiğimde iyi bir roman olduğunu görüyorum.  Türk edebiyatında hatta dünya edebiyatında yeri olacağını düşünüyorum. Her şey belli bir süre ister. Lâl’in de buna ihtiyacı var.

Bunu hangi gerekçe ile söylüyorsunuz, Lâl’de edebi yönünün dışında hangi yönler var?

Lâl’in birçok yönü var. Bir ayağı Fatih’te ama pergelin diğer ucu dünyayı dolaşıyor. Psikolojik olarak derin, sosyolojik olarak da çok önemli tespitleri olan bir kitap. İmparatorluktan, cumhuriyete tarihi bir uzamı da var. Tabii ki eksiklikleri veya fazlalıkları var. Bunlara rağmen yine de söylemek istediği şeyi,  istediği biçimde söylediğini düşünüyorum. Bütün bunların yanında, en önemli yönü – daha önce okudumyazdim.net’te de söylediğim gibi “ Lal’in  bir roman terkibinde söylediği şey : Nüvesini İslam düşüncesi, tasavvufi algının oluşturması gibi… zaman/mekan,  yazgı/sorumluluk, ölüm, hayat, aşk, aidiyet gibi evrensel meseleleri  günümüz İslamcılarının problemleri ile sentezleyip  sorgulayabilmesi gibi… aynı zamanda bu topraklara ait sosyal, kültürel, tarihi bir dokuyla örülmüş olması gibi… Cumhuriyet sonrası dindar yazarlarda oluşan “kalemlerini aşktan uzak tutmak” gibi bir probleme el atıp muhafazakârların kadın/erkek, aşk karşısında insani duruşları/savrulmaları ile gösterebilmesi, özeleştiri yapabilmesi gibi… Ve bütün bunları zamanın tanıklığı, gündelik hayatın canlılığı ile estetik bir roman bütünlüğünde verebilmesi  gibi..”.

Birbirinden farklı zamanlarda geçen Lâl’de nasıl bir ‘zaman felsefesi’ var?

Farklı zamanları “yekpare bir an” olarak gören bir felsefe. Zaman kesintisiz devam ediyor. Biz geçiyoruz içinden. Görünüp kayboluyoruz zamanın aynasında. Somutlaştırmak istersek, niçin farklı zamanlar? Niçin aile tarihi?  Bugünü anlatırken, mutlaka dünün olması gerekiyordu. Nergis, büyük bir kırılma, büyük bir aşk yaşadı. Ve tercihini yaparken çok büyük gelgitler yaşadı. Bütün bunlar geçmişinin, aile tarihinin etkisi ile oldu. O Fatih’li değil de Nişantaşı’ndan bir kadın olsaydı çok farklı bir durum meydana çıkardı. O zaman yaşadığı şey drama dönmez, adı aşk değil, “ilişki”  olurdu.

Dün bizi ne kadar etkiliyor. Bizi kuran şeyler neler?

Kesinlikle ben “bugün” ve “şimdi” de yaşıyorum.  Benim de söyleyecek sözüm, yapmak istediğim şeyler var. Ben kendi zamanımın çocuğuyum. Ama ben istesem de istemesem de içine doğduğum toprağı, coğrafyayı, kültürel özellikleri ve inancı “dün” kurdu. Bu bizim parmak izimiz gibi kimliğimizi belirleyici bir şey. Buna karşı da çıkabilirsiniz… Fakat bu defa da çatışma, yabancılaşma, hesaplaşma gibi unsurlar devreye girer, yani bir şekilde dün bize mutlaka etki eder.

Dünün Sermüezzin ailesi üzerindeki etkisi nedir peki?

Aile, Kurtuluş Savaşı’nda rol aldı, iki çocuğunu Çanakkale’de şehit verdi. Hicaz Demiryolu yapımında yer aldı.  Devrimler sonrası dindarların devre dışı bırakılması, ezanın Türkçe okunuşu gibi durumlardan dolayı büyük bir travma yaşayıp Hicaz’a göç ettiler.  Geri döndükten sonra, moderniteye, savrulmaya karşı sıkı bir hiyerarşik düzen kurdular. Nergis’in annesi Nilüfer Hanım’ın hata kabul etmeyen bir yaşama biçimi vardı. Evlerindeki toplantılarda “İslam medeniyeti yeniden” konuşuluyordu. Nergis’in ikizi Fatih bu etki ile maddenin nakli üzerinde düşünüyordu ki biz onu deprem gecesi ev sarsılırken maddenin naklini başarıyor zannına kapıldığını gördük.

Lâl, Fatih’ten başlayan bir macerayla yurtdışında yaşayan Müslüman Türklerin hikayelerine uzanıyor. Müslümanların yaşam mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bildiğiniz gibi Lal’de yurtdışına uzanırken Hicaz Bölgesinden, Afganistan’a, Bosna’ya geniş bir coğrafyayı gördük.  “İstanbul’dan bakmak” da diyebiliriz buna. Bilhassa Lal için Ortadoğu’ya, Bosna’ya yaptığım seyahatte iyice anladım ki İstanbul halen gerçekten Müslüman coğrafyada etken. Gözleri İstanbul’da. Buna bağlı olarak da bizim gözlerimiz de onların üzerinde.  Sanırım son zamanlardaki Arap ayaklanmasından bahsetmemiz gerekiyor bu bağlamda. Tunus ve Mısır’daki başkaldırı müthişti. Ama İsrail’in hemen yanı başındaki Mısır halkının özgür iradesini efendi efendi durup izlemesi doğrusunu isterseniz beni çok düşündürüyor. Maalesef öküz altında buzağı arıyorum. Buna nasıl bir ayak oyunu ile karşılık verecekler? İşte Libya örneği bekliyordum. Ben bir iç savaş durumunda çok da romantik düşünemiyorum. Sonuca bakın, Müslümanlar birbirlerini öldürüyor. Ben bu ayaklanmanın geçmişteki  “Great Arab Revolt/Büyük Arap Ayaklanması”na dönüşmesinden, yeni Lawrence’ların ayak oyunlarından ürküyorum. Irak’taki işgal Batının imajını sıfırladı. Şimdi ince ayar..Mesela Lübnan  örneği, iç savaş planları..Ortadoğu, yapısı itibariyle  buna gayet müsait.  Lübnan/Beyrut sinmiş gözüküyor. Ama tek bir kurşun yeter. Lübnan da bırakın şehirleri, gruplaşmalar, mahalle mahalle oluşmuş durumda. Bir mahallede Dürzi liderin, diğer mahallede Hizbullah liderinin, bir yerde Sünni liderin fotoğrafları asılıdır. Bu ayrılıkların birlikteliği imiş gibi gözükse de, birlikte yaşayanların ayrılıkları ne kadar öne çıkardığının da resmi aynı zamanda. Ve Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik iyi niyetleri, kötü niyetlileri daha da hızlandırmış durumda.

Lâl, Türkiye Yazarlar Birliği gibi köklü bir kurumdan 2010 Roman ödülünü aldı. Lâl’in aldığı ödülle ilgili duygularını alabilir miyiz?

“Yazının kendisi en büyük ödül.” diyordu, ödül alan bir arkadaşımız. Gerçekten işin aslı böyle. Ödül almak için yazmıyoruz. Ama bir taraftan da takdir edilmek ve iltifat almak da hoş bir şey.  Semih Kaplanoğlu ve birçok kıymetli hocamız ile aynı ödülü almak fevkalade..

Ödülün yankısı da en az ödül kadar güzeldi. Lal’in yılın romanı seçilmesi şaşırtıcı bir yankı yaptı. Birçok site, gazete,  TYB ödüllerini Lal’i başlığa çekerek açıkladı. “Yılın romanı  Lâl” , “Büyük  ödülü  Lâl aldı” gibi.. Ayrıca İzdiham dergisi de Lâl’i yılın romanı seçti.  Bu da beni TYB kadar mutlu kıldı. Çünkü gençlerin Lâl’i seçmesi de çok anlamlıydı.  Açıkçası “İstemem yan cebime koy “gibi numara yapamayacağım. Ödüllendirilmek beni çok mutlu kıldı.

Biliyorsunuz, ben mektepli olmadığım gibi belli bir ekolden de gelmedim. Bu anlamda da takdir edilmenin benim için ayrıca bir önemi var.

Önümüzdeki dönmede yapmayı planladığınız çalışmalar neler?

Batılılaşma hikâyemizi anlatan, " Bir Tanzimat Prensesi Refia Sultan" yeniden basılıyor, biraz onunla meşgul oldum. Seyahat yazılarımı, öykülerimi dosyalaştırma gayreti içindeyim. Ve yeni bir roman üzerinde çalışıyorum.

Fotoğraflar: Furkan Dilben

on5yirmi5.com