Edebiyatımıza yön vermiş hanım yazarlar kimler?

Edebiyat
Her yazarın gönlünde, kaleminin meylettiği, kelime derinliğinden ilham aldığı, satırlarını okurken daha fazla heyecanlandığı başka bir yazarın olduğuna inanıyorum. O istifade ettiği yazarı daha bir il...
EMOJİLE

Her yazarın gönlünde, kaleminin meylettiği, kelime derinliğinden ilham aldığı, satırlarını okurken daha fazla heyecanlandığı başka bir yazarın olduğuna inanıyorum. O istifade ettiği yazarı daha bir ilgi ve özenle okur, okuduğunun da ayrı bir etkisinde kalır muhakkak. Yazarların farik vasıfları müessir olmaları olsa gerek… Peki hanım yazarlar edebiyat alanında ne kadar tesirli olmuşlardır? Eserleri beğenilerek okunan ve aynı zamanda bu eserleriyle yön veren kadın yazarlar var mı? Varsa bu yazarlar kimler? Yoksa, bu yokluğun sebebi nedir? Ve nasıl bir etkisi oldu yazı dünyasına ve genel olarak edebiyat dünyasına?

Dünya Bizim’den Eslem Nilay Bozdemir yazarlara takip ettikleri hanım yazarları sordu.

Melek Arslanbenzer:

Yazar ya da şairleri kadın ya da erkek diye sınıflandırmak çok tercih ettiğim bir şey değil. Bu şekilde bir sınıflandırma hem işlevsel değil hem de çok kadim bir tartışmanın daha da derinleşmesine katkı sağlamaktan çok öteye gitmiyor.

Etkilendiğim ve beğendiğim yazarların içinde elbette kadın olanlar da var. Füruzan ve Latife Tekin, ilk gençlik yıllarımda okuduğum ve farklı açılardan beni etkilemiş yazarlar. Füruzan’ın popülist tavrı, gerçekçi ve sade anlatımı edebiyata bakışımı etkilemiştir. Latife Tekin’in kurduğu postmodern denilebilecek dünya içindeki fantastik kurgular bakışıma derinlik ve zenginlik kazandırdı diyebilirim. Daha yeni dönemlerden Sema Kaygusuz da beğenerek okuduğum kalemlerden biridir.

Yıldız Ramazanoğlu ve Cihan Aktaş özellikle takip ettiğim ve çalışkanlıkları bakımından örnek aldığım büyüklerim. Ramazanoğlu’nun anlatımındaki akıcılık ve kavrayıcılığın çoğu kez iyi bir ebeveyn gibi beni kavradığını, hem kişiliğimin hem de şiirlerimin olgunlaşmasında bana katkı sağladığını söyleyebilirim. Aktaş’ın roman ve hikayelerindeki titizliği, yaptığı işe duyduğu saygı bana eşsiz ve örnek alınması gereken bir tutum gibi gelir.

Şiir dünyasına baktğımda bu kadar uzun bir liste saymak benim için biraz daha zor gibi. Aklıma gelen ilk iki isim ise Lale Müldür ve Ingeborg Bachmann. Lale Müldür’ün imgelemindeki zenginlik oldukça çarpıcıdır. Bachmann’da ise beni etkileyen sade ama derinlikli ifade biçimleridir. Bu bakımdan kendi şiirimle ve şiire bakışımla Bachmann’ınki arasında ciddi bir yakınlık kurarım.

Necip Tosun:

Okuma/yazı hayatımın dönüm noktası Virginia Woolf’un Dalgalar kitabıyla karşılaşmam olmuştur. Kitap, Milliyet Yayınları’ndan çıkmıştı ve çevirmeni de Oya Özay’dı. Dalgalar’ı okuduğumda, “Tamam, işte bu!” demiştim. Bu romanda beni çeken, anlatılan şeyden, olaydan ziyade; akışkanlık, ritim, şiirsellik ve o an rastladığım yepyeni bir bakış açısıydı. Bu yeni bakış açısı, kitabın kapağında da belirtilen “bilinç akışı” tekniğiydi. O günden bugüne, bilinç akışı tekniği, bana öyküde hep müthiş bir imkân olarak görünmüştür. Virginia Woolf bu kitaptan sonra başucu yazarım olmuş, hep ondan etkilenmeye çalışmışımdır. Hiç kuşkusuz, kültürel, yazınsal alanda modernist hareketin temellerini atan yazarların başında Virginia Woolf gelir. Özellikle Mrs. Dalloway, Dalgalar, Deniz Feneri romanlarıyla bilinç akışı tekniğinin başarılı örneklerini vermiştir.

Yazarlık hayatımda beni etkileyen ikinci kadın yazar ise Katherine Mansfield’tir. Otuz beş yaşında ölen Katherine Mansfield, kısacık yaşamına öykü sanatının kalıcı yapıtlarını sığdırmayı başarmıştır. Mansfield’ın hayatta seçeneksiz kalmış, acılı, yalnız, yoksul insanların dünyasını anlattığı öyküleri beni hep etkilemiştir. Hiçbir duygu abartmasına gitmeden, tam da hayatın içinden bir fotoğraf çekerek okura yaşanan acıyı hissettiren Mansfield’ı öykülerimde örnek almışımdır. Tıpkı Çehov’da olduğu gibi onda da her şey hayatta olduğu gibi yalındır. Ama bir yaşantıya odaklanma gerçekleştiğinde, hayatın gerçekleri ortaya dökülür. Betimlemenin şiirsel, ayrıntıların çağrışım, kapalı anlatımın merak gücünü öyküsüne ustalıkla yerleştiren Mansfield, benim en önemli yazarlarımdan biridir.

Ingeborg Bachmann’nın Malina’sından, faşizmin iki insan arasındaki ilişkide başladığını öğrenmiştim. Ingeborg Bachmann, Malina’da modernizm eleştirisini, insanlar arasındaki iletişimsizliği, aşkı ve faşizmi ustalıkla işler. Yine Malina’nın yanında Bachmann’nın öyküleri de benim için hep ufuk açıcı olmuştur.

Diğer yandan, Elsa Triolet’ın, Marguerite Duras’ın, Nathalie Sarraute’nin önerdiği tasvirlerle yüklü, tasvirlerle yoğunlaştırılmış anlatı tekniğini ilgiyle takip eder, beğenirim.

Bizden ise, Leyla Erbil, Nezihe Meriç, Sevim Burak, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Selçuk Baran, Füruzan, Ayhan Bozfırat, Nursel Duruel gibi dilde, biçimde özgünlük arayışı içerisinde olmuş, öykücülüğümüze entelektüel bir düzey, felsefi bir derinlik getirmiş yazarlarımızı beğeniyle okurum.

Ayşegül Genç:

Okuma serüvenimi ikiye ayırıyorum. 28 Şubat öncesi ve sonrası diye. Öncesinde edebi zevk için okurdum, sonrasında ise yazmayı ve okumayı ihtiyaç olarak görmeye başladım. Dolayısı ile okuduğum kitaplar 28 Şubat sonrası ister istemez yön değiştirdi. Bu yön değiştirme ileriki yıllarda çatallaşarak başka yönlere de akmaya vesile oldu. Her yol kendi yol ayrımını doğurdu ister istemez. Fikirlerini beğendiğiniz yazarın edebi açıdan yeterli olup olmaması sizi bir seçime zorlar, yaşam tarzının size benzeyip benzememesi de, farklı bakış açıları sunabilmesi de… Abla gibi yakın olması, ya da bir öğretmen gibi sürekli bir şeyler öğretmesi de… Her yol ayrımında bir yazar bekler bu yüzden. Orada durması ile anlamlı olur. Ama bazı yazarlar ise tüm yol ayrımlarını sizinle size rağmen geçmeyi başarırlar. O yazarın hanım mı erkek mi olduğu bu geçişler esnasında anlamını kaybeder.

Halide Edip Adıvar, Şükufe Nihal, Şule Yüksel Şenler, Alev Alatlı, Emine Şenlikoğlu, Sibel Eraslan, hepsi bir yol ayrımında beni beslemiş kuvvetlendirmiş yazarlardır. Ayrıca ne zaman Cihan Aktaş ya da Fatma Barbarosoğlu okusam beslendiğimi hissederim.

Mustafa Uçurum:

Azmin ve başarının adıdır Halide Nusret Zorlutuna. İnsanlarla aramızda kuracağımız bağlarda birçok ortak payda ararız. Ne kadar çok kesiştiğimiz nokta varsa o kadar azalır aradaki mesafe. Edebiyat dünyamızda kendime yakın bulduğum, aynı yıldıza baktğımıza inandığım birçok isim var. Kadın yazarlar arasında da tanıdığım ilk günden bu yana Halide Nusret Zorlutuna’yı kendime yakın bulurum. Onun abartısız ve içten anlatımı, cümlelerimiz arasında bir akrabalık bağı olduğuna inandırır beni. Şair ve yazar olması, bir eğitim sevdalısı olarak kendini öğrencilerine adaması, hayatın tüm zorluklarına rağmen ayakta kalmayı başarması Halide Nusret’i benim nazarımda örnek alınacak bir kişilik haline getirdi. Çağına tanık bir yazardır o. Yaşamıştır ve yazmıştır inanarak. Özellikle “Bir Devrin Romanı”nda Halide Nusret Zorlutuna’nın azmi örnek alınacak bir dik duruştur. Onu tanımak ve tanıtmak kendinde güç bulmak isteyen ve bir küçük ışık arayan herkes için huzur veren bir görev olmalıdır. Anadolu gibi gür ve berrak bir sevdanın yazarı olan Zorlutuna’yı; “Yürekten kopan ince bir ahı, sever gibi,/ Sevmek…Toprağı sever, Allah’ı sever gibi!” dizelerini sık sık terennüm ederek anmak gerek.

Mehmet Şamil:

Söz, söylendiği dilin bireysel birikimini ve kimliğini yansıtır. Yüzyıllardır söz sanatının zirvesinde erkeklerin olması, kadınların erkek egemen üslubuna özenmelerine ve onları bu üsluba benzeme çabalarına itmiştir. Erkeksi bir söyleme benzeme çabası içindeki kadın şair ve yazarları bir kenara koyarsak, izini süreceğimiz kadın şair ve yazarların çok az olduğunu belirtmemiz gerek. Çünkü kadın şair ya da yazar ayrımı ancak yazarın ya da şairin kadın duyarlılığıyla mümkündür. Örneğin divan edebiyatında bunu başarabilen kadın şair sayısı iki-üç isimle sınırlı kalır. Günümüzde de durumun farklı olmadığını söylemek lazım. Bu kadın, kadın gibi yazıyor dediğim ilk isim Melek Paşalı’dır. Onu ilk olarak “Hayal Günlüğü” kitabıyla tanıdım. Etkisini taşıdığım ilk kadın yazar olarak Melek Paşalı’yı sayabilirim. O kitabı en az üç kere okumuşluğum vardır. Benzer etkiyi ilk kitabı “Nun Masalları” ile tanıdığım Nazan Bekiroğlu’nda gördüğümü söylemeliyim. İkibin yılı öncesinden bugüne taşıyabildiğim bu iki isimdeki farklı üslup etkisinde olabileceğimiz kadın yazarların kimler olduğunu da ortaya koymaktadır.

Ayşegül Uyar:

Okuduğum isimleri kadın yahut erkek olmasına göre ayırmam esasında ama yazı dünyasında hanımların erkeklerden daha çok çaba sarf etmesi gerektiğini biliyorum. Bu hem geleneksel kodlarımızı aşabilmek hem de hatun kişi olmanın sırtımıza yüklediği diğer sorumlulukları da bihakkın yerine getirirken yazabilmek noktasında böyle. Bu sebeple sevdiğim kadın yazarlara ayrı bir değer verdiğim doğrudur.

Sorunuz beni eskilere götürdü. İlk gençlik yıllarımda evimize sürekli giren gazetenin bir sütunu Sibel Eraslan Hanım’a ait olurdu. Kimi zaman anladığım kimi zamansa henüz anlamaya aklımın yetmediği köşe yazılarını okurdum Sibel Hanım’ın. Bir avukat olduğunu bildiğim Sibel Eraslan’ın her yazısından sonra o kadınsı hissiyata, merhamete şahit olmanın şaşkınlığı ile bir süre bakakalırdım resmine. Sonraları kitapları ile tanıştım. Kitaplarıyla hemhal olunca Sibel Hanım’daki o kadınlara has duyuşun ve inceliğin beni çeken şey olduğunu fark ettim. Yıllar sonra tanışmak nasip olduğunda Sibel Hanım’ın o incelik ve zarafetle yaşadığını görmek beni bir kez daha kendisine çekmişti.

Birkaç isim daha saymak gerekirse Fatma Barbarosoğlu, Ayşegül Genç ve rahmeti rahmana kavuşmuş olan Safiye Erol’u anmadan edemem. Fatma Barbarosoğlu’nda bir hanımın yazmaya devam edebilmesi için sahip olması gereken (ki her yazarın sahip olması gereken bir vasıftır bu) iç disiplin, Ayşegül Genç’te ise onun kendini okurdan beri tutmadan, okura ödevler vermeden hani tabiri caizse göz hizasında bir diyalogla okurunu kalbinden kavrayışını önemsiyor ve kıymet veriyorum. Safiye Erol’a gelince o burada bir çırpıda dile dökemeyeceğim başka, çok başka bir kapıdır benim okuma serüvenimde.

Diğer sorunuza gelince, genel olarak bu saydığım hanım yazarların beni etkileyen en bariz yönlerini yukarıda belirttim lakin şahsi yazma tecrübeme etkileri şöyledir diyemem. Okuduğum her isim gibi bu hanımlardan da öğrendiğim şeyler vardır muhakkak. Edebiyat dünyamıza katkılarına gelince ülkemizde genç kuşak adına kalemi sağlam kadın yazarların varlığı daimi bir kazançtır ancak. Kaliteli hanım yazarlar vesilesi ile erkek üzerinden erkek bakışı ile kadın varlığını okuma, kadını yazma, kadına dair konuşma gibi hususları bizden sonraki nesillerin daha rahat aşacağını umuyorum.

Cevat Akkanat:

Son yıllarda kadın yazarlar arasında dikkat çeken en önemli isim bence Ayşegül Genç‘tir. Onun özellikle Ölü Serçe Dönemeci ve Çile Kırgını adlı romanları gerek teknik yönleri gerekse içerikleri itibariyle edebiyatımızın önemli şaheserleri arasındadır. Eserlerinin teknik yönünü güçlendirmek için en küçük ayrıntıyı, her türden materyali metinlerinin içine buyur eden yazar, bunları olay halkaları, şahıs kadroları, mekân ve zaman unsurlarıyla bir potada eritebilmiştir. Dünle bugün, yaşayanla tarihî olan, hayal ile hakikat, sosyolojik olanla şahsi ve psikolojik olan bu eserlerde birbirine mündemiçtir. Ayşegül Genç’in bu eserlerini okuyanlar şu kanaatleri mutlaka paylaşacaktır: Sıkı bir ön çalışma yapmıştır yazar. Bu hassasiyetini disiplinle yürüttüğü bir yazma süreciyle pekiştirmiştir. Bu sayede mesela sahih bir İslam, ciddi bir gelenek veya kabul edilebilir bir tarih görüşü ile okurlarına nitelikli algı biçimleri sunmuştur. Ayşegül Genç’in kendi kuşağı ve sonraki dönem yazarlar üzerinde etkisi olacaktır kanaatindeyim.

Mustafa Nezihi Pesen:

İbrahim Paşalı’yla bir dönem aynı lisede okuduk. Sonra ablasının yani Melek Paşalı‘nın öykü kitaplarına ulaştım bu vesileyle. Camtutan kitabındaki bazı öyküleri o dönemde okuduğumu ve beğendiğimi hatırlıyorum. Ayşe Şasa benim için çok önemli bir isim. Yeşilçam Günlüğü‘ndeki yazılarının çoğunu sinemayla ilgili, rüya sinemasıyla ilgilenen biri olarak Dergah dergisinde okumuştum zaten. Kitabın çıkışını büyük bir heyecanla karşılamıştım. Delilik Ülkesi’nden Notlar‘ı ve Şebek Romanı‘nı ise birebir olmasa da benzer ruhsal kırılmaları yaşadığına kendini inandırmış biri olarak okudum.

Alev Alatlı, Türkiye’yi çok geniş bir perspektiften okuyabilen ve bunu başarılı bir roman diliyle anlatabilen, aktarabilen nadir insanlardan. Onu okumayan bir okur yazarda bir şeyler eksik kalmışlık ve oturmamışlık olabilir. Cihan Aktaş, öykü ve yazılarıyla, tesbitleriyle, tahlilleriyle beni en çok etkileyen ve takip etmeye devam ettiğim yazarlardan. Velud ve çalışkan. Kendisini okudukça geçmişimi, ülkemin geçmişini, şimdisini, müslüman coğrafyanın hikayesini, değişimini, yaşadığı sıkıntıları, sevinç ve tecrübeleri gördüğüm iyi bir öykücü ve romancı. İnsaf ve adaletle hareket kaygısını elden bırakmama gayretindeki bu güzel insanı tanımış ve okumuş olmaktan hayli memnunum.

Yıldız Ramazanoğlu‘nun hikaye, deneme ve gezi yazılarındaki rikkat, dikkat, kardeşlik beni kitaplarını ilk okuduğum günden beri etkilmeye devam ediyor. Bu yüzden onu okumayı sürdürüyorum. Onun müslümanca nazarı ve konuları ele alış ve işleyiş biçimi okuyucusunda köklü ve yavaş bir değişime yol açar ve onun hiç bir yazısında ışıklar sönmez. Gittiği her yere bizi de götüren bir kalem ve gönül sahibidir.

Şimdilerde şiirlerini okuduğum iki ismi de buraya ekleyerek onları da selamlamış olayım: Fatma Şengil Süzer ve Melek Arslanbenzer.